Yok hatta sadece çok okunan bir yazı olmasın. Çok sevilen amerikan filmlerinden çok bildik bir mahkeme sahnesi olsun. “Sayın jüri üyeleri...” diye söze başlansın. Yazıda ifade edilen şu cümleler ile devam edilsin: “Çünkü Cem’in vicdanı vardı. Çünkü Cem’in kalbi vardı. Çünkü böyle bir “suçun” yükünü kaldıramadı. Mahkemede ilk belirdiği andan itibaren “Pişmanım!” dedi.... O kadar utandı, suçluluk duydu ki; kendini öldürdü.” Jüri üyeleri nereden çıktı demeyin. Yazarımızın aşağıda bahsedeceğim ABD referansı bana da amerikan mahkemelerini hatırlattı!
Tahmin etmiş olacağınız üzerine Perihan Mağden’in Taraf’ta yazdığı şu meşhur Cem Garipoğlu yazısından bahsediyorum. Hani şu Münevver Karabulut’u öldürüp, cesedini parçalayıp, çöp kutusuna atan Cem Garipoğlu’nu “anlayan” ve günah çıkartan yazı. Cem’in cezaevinde intihar etmesi üzerine Perihan Mağden’in vicdanı Cem’e karşı görevini yerine getirmeye karar vermiş ve bir yazı kaleme almış. Cem Garipoğlu’na haksızlık yapmışız. Bu 17 yaşındaki gencecik delikanlı aynı cinayeti ABD’de işleseymiş en fazla beş yıl üç ay akıl hastanesinde kalırmış sonra da şartlı olarak tahliye edilirmiş. Çok küçükmüş aşık olduğu kızı öldürdüğünde. Cem’in kendini öldürmediğine inanan Karabulut’un ailesi ise intikama doymuyormuş.
Biz, yani Cem’i haksızca yargılayan herkes, onu anlamamışız. Anlasaymışız kendisi bu kadar acımasız olmuş ne gam, biz acımasız olmazmışız.
Hatta Mağden bu yazısına sosyal medyada tepki gösterenleri de dayanamamış eleştirmiş daha sonra. Mağden’in yazısı anlaşılamamış!
Bu “anlaşılamama” kritik gerçekten de.
Örneğin Aziz Nesin, “dindar halkın” duygularını anlayamamış, onları provoke etmişti. Sivas Katliamı da bu yüzden olmuştu. Devletin insanlar diri diri yakılırken nerede olduğunu sorgulamak yerine Aziz Nesin’in anlayışsızlığını sorgulamak daha anlamlıydı. Bu bakışın en bariz ve saldırgan temsilcileri liberaller arasından çıktı. Öyle ki faşistlere ve şeriatçılara parmak ısırtacak cinstendi. Örneğin Mehmet Barlas katliamdan hemen sonra “Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.” diyordu. Yine Sabah gazetesinde Cengiz Çandar “"Devletin vurdumduymazlığı ve aczi "birey"in provokatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz...” sözleriyle galeyana gelen halkın duygularına tercüman oluyordu.
Böyle örnekler tarihimizde ve bugünümüzde çok, saymakla bitmez. Bu bakış aslında suçluyu aklama için icat edilmiş çok eski bir demogojidir. Kadın katiline “tahrik indirimi” ve “hafifletici sebepler” aramak konusunda üstüne olmayan hukuk sistemimiz de bunun izlerini taşır.
Tecavüzcüyü anlamak gerekir, karşısındaki kadın tahrik etmiştir.
Dünden bugüne gerici faşist katliamları ve saldıraları gerçekleştiren güruhları anlamak gerekir. Dini ve milli duyguları rencide olmuştur.
Sokak ortasında park sorunu nedeniyle bir babayı iki çocuğunun önünde öldüren kişinin cinnet halini anlamak gerekir. Vardır bir gerekçesi…
Ailesinin onaylamadığı bir erkeği seven kadının cezasını aile bireyi erkeklerden biri verir. Töreyi anlamak gerekir.
Münevver’i erkek arkadaşı öldürmüş, öldürdüğü yetmemiş cesedini parçalamış ve çöp kovasına atmış. Sonra aylarca kaçtıktan sonra yakalanınca pişmanım demiş. Pişman olmuş işte, anlamak gerekir!
Bu cinayet üzerine dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “ Kızlarına sahip çıksalarmış” diyerek Münevver’in ailesini suçlamıştı. Peşi sıra dönemin başbakanı, bugünün cumhurbaşkanı Erdoğan “Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” diyerek Cerrah’ın açtığı yoldan devam etmiştir. Anlamayana davul zurna azdır ama işte anlayabilene.
Neresinden tutarsanız, neresinden işinize gelirse….
Ey bu güruhu hiçbir zaman anlamayacak, anlayamayacak olanlar, sizlere gelince, beri gelin, bu güruha hep beraber anlatmamız gereken şeyler var yakın gelecekte!