Eğitim Şurası’ndan sonra Din Şurası da başladı ve Tayyip Erdoğan burada da bir açış konuşması yaptı. Son derece kışkırtıcı ve laiklik ilkesine savaş açan bir konuşma.
Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözüne gönderme yaparak “Akıl ve bilim tek çıkış yolu değildir” diye buyurdu. “Siyaset ilmin hizmetkârı olur” dedi ki, dincilerin “ilim”den “dinsel düşünce”yi kastettikleri bilinir. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması biçimindeki klasik laiklik tanımını “Yurttaşlık dini diye bir şey çıkardılar”, “Helvadan put yaptılar” gibi laflarla eleştirdi, kul ideolojisini savundu.
Bu konuşma, Türkiye halkının en az yarısının kırmızı çizgilerinin net bir ihlalidir. Bir savaş ilanıdır. Bir karşı-devrim yaşanıyor ve bu karşı-devrimin sözcüleri programlarını pervasızca açıklıyorlar.
Buraya kadarı bildik şeyler. Konuşmanın içeriğindeki çeşitli unsurları tek tek ele almanın, örneğin bilimsel düşüncenin yol göstericiliğini vurgulamanın veya laikliğin ne olduğunu tartışmanın fazla bir anlamı yok. Çünkü hem çeşitli platformlarda bunları çok yazdık ve konuştuk, hem de onlar savaş açtıkları şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorlar.
Erdoğan’ın konuşmasının asıl ilginç yönü, bu karşı-devrim programının uygulama aşamasına yönelik söyledikleridir:
- “Son derece zor bir süreçten geçiyoruz.”
- “Defanstan çıkın, ileri koşun. Ofansif olmanın zamanıdır.”
Erdoğan’ın pek de rahat olmadığı, kritik bir sürece girdiklerinin bilincinde olduğu, dolayısıyla kadrolarına rehavete kapılmamalarını, hatta “safları sıklaştırma”yı ve aktif olmayı öğütlediği anlaşılıyor. Henüz güçlüyken ve karşı taraf toparlanmamışken acil bir saldırı talimatı veriyor. Geleceğe ilişkin kaygıları ve acelesi vardır Erdoğan’ın. Bu konuşmanın hemen ardından, karşı-devrimin medyadaki temsilcileri de yazılarında benzer vurgular yaptılar.
Peki, kimden çekiniyor Erdoğan?
Ordudan mı? “Laik generallerin” bir gece ansızın omuz darbesiyle iktidarını alaşağı etmesinden mi korkuyor? Hiç sanmıyorum. Böyle bir ordu ortada gözükmüyor.
Parlamentodaki muhalefetten mi, CHP ve MHP’den mi? Ne gezer! Erdoğan, parlamentodaki lokum gibi muhaliflerine teşekkür etmelidir ancak.
“Paralel yapı”dan mı? “Küresel sermaye”den mi? Batılı emperyalistlerden mi? Hadi canım sende!
Aslında Erdoğan kendisini tedirgin eden gücü de konuşmasında açıkça söyledi: “Hasan Sabbah’larla üzerimize gelecekler.”
Kimdir bu “Hasan Sabbah’lar”?
Çocuğuna modern eğitim alacağı bir okul bulamadığı için telaşlanan anne-baba… Zeytinliği kesilmesin diye kendini ağaca zincirleyen köylü… “Fabrika vatandır, satılamaz” diye diklenen işçi… Özgür ve güvenli bir gelecek isteyen genç…
Yani sen, ben, biz, siz… 2013 Haziran’ında bir akşam ansızın ayaklanan halk!
Erdoğan’ın uykularını kaçıran olasılık Haziran’ın bu kez örgütlü bir biçimde sokağa çıkmasıdır.
Dikkat edilirse, Erdoğan eskisi gibi “çapulcular” dememiş, Hasan Sabbah’lar demiş. Korkusu çapulculardan değil Hasan Sabbah’lardan…
Ama gerek karşı-devrimciler gerekse biz devrimciler, iki taraf da, halkın henüz “Hasan Sabbah’lar” kıvamında olmadığını biliyoruz. Henüz “çapulcu”yuz; mesele çapulcuların Hasan Sabbah’laşması.
Erdoğan’ın acelesi ve telaşı bundandır; halk henüz Hasan Sabbah’laşmadan keskin virajı almak peşindedir. “Allah’ını seven bir an önce ofansa gelsin!” diye bağırması bu yüzden.
***
Peki, halkın öncüsü olma iddiasında bulunanlar ne yapmalıdır?
Erdoğan korkmakta haklı. Hiç olmadığı kadar güçlüyüz bugün. Sosyalistler ve devrimci öncüler hiç olmadığı kadar geniş güçlerle birleşebilirler bugün. Öte yandan bu mücadelenin önderliğini yapmak ve arzu ettiğimiz yönelimi vermek için de büyük fırsatlar var ve toplumsal koşullar uygun.
Halkın moralinin bozuk olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Doğrudur, ama halkın moralinin bozulmasının nedeni karşı-devrimin saldırıları değil, bu saldırıya karşı saflarında kararlılıkla mücadele edebilecekleri güvenilir bir örgütlülüğün henüz oluşmaması. Halk kendiliğinden çapulculaşır belki, ama Hasan Sabbah’laşamaz.
Parti, cephe, birlik, hareket… kırk çeşit örgüt kurduk dağıttık. Örgüt konusunda engin bir deneyimimiz var. Cesaret desen, o da fazlasıyla var. Kritik mesele hangi mevzide örgütleneceğimiz. En az karşı-devrimin kurmayları kadar, nereye yığınak yapılması gerektiğini bilmemiz.
Yığınaktaki hata savaşı kaybettirir. Mücadele hangi mevzide veriliyor? Kafamız karışıksa Erdoğan’ın konuşmasına bakalım. Karşı-devrim nereye saldırıyorsa kritik mevzi oradadır.
Ya bağımsız, özgür, aydınlık, laik bir Emekçi Cumhuriyeti ya da emperyalizmin taşeronu bir “Kullar Monarşisi”.
Bu mevzide yığınak yapan Hasan Sabbah’lar, arkalarında milyonlarca fedai toplanacağını göreceklerdir.