KUŞBAKIŞI SON YILLAR
AKP’nin beş yıllık (2003-2007) “Lale devri” son bulduktan sonra Türkiye ekonomisi nasıl gitmiştir?
Sonraki sekiz yılın genellemesini bir kez daha özetleyelim: “Artan dış kırılganlıklar içinde durgunlaşarak…” Durgunlaşma, cari fiyatlarla sermaye birikim oranının %20-21 eşiğine takılıp kalmasından; yatırımların üretkenliğinin düşmesinden ve kronik dış bağımlılıklardan kaynaklanmaktaydı. Ekonominin, sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara aşırı bağımlı hale gelmesi, dış kırılganlıkları oluşturuyordu.
Değişen koşullar içinde bu genellemeyi gözden geçirmek gerekiyor. 2015 ve sonrasını son verilerle gözden geçirdiğimizde beş saptama yapabiliyoruz.
(1): Son bir buçuk yılda durgunlaşmayı ve dış kırılganlıkları üç olumlu etken frenlemiştir. Bunlar, 2015’te tarımda rekor büyüme, Suriyeli göçmenlerin ekonomik katkılarının istatistiklere yansıması, petrol fiyatlarının (enerji ithal faturasının) düşmesidir.
(2): 2015’te dış kaynak girişleri düştü; ekonomiyi durgunlaştırıcı etkisi, yukarıdaki etkenler sayesinde frenlendi; milli gelir %4 oranında büyüyebildi.
(3): Ucuz ham petrol, dış bağımlılık göstergelerinde bozulmayı frenledi. Enerji ithal faturası dışta tutulursa, 2015’te cari işlem dengesi fazla verdi.
(4) Ocak 2016’dan sonra yükselen piyasalara dönük sıcak para akımları canlandı, Türkiye’ye de yansıdı; durgunlaştırıcı etkenler bir kez daha ertelendi. Bir önceki yılın büyüme ivmesi Ocak-Haziran döneminde aşağı yukarı sürdürüldü.
(5) Darbe girişiminin, Temmuz 2016’da ekonomiyi sert boyutta etkilediği belirleniyor. Dışsal etkenlerdeki bozulma, üretimi aşağı çekmektedir. Bu olumsuz gelişmenin 2016 büyüme hızını düşüreceği öngörülebilir.
Bu saptamaların ilk üçünü daha önce incelemeye çalışmıştım. Son ikisine ilişkin verileri bugün gözden geçirelim; yorumlayalım.
OCAK-HAZİRAN 2016: DIŞ DÜNYA TÜKETİMİ BESLİYOR
2015 ve 2016’nın Ocak-Haziran dönemlerinin milli gelir verileri Tablo 1’de karşılaştırılıyor. Tablonun kurgusu basittir: Özel tüketim, devlet tüketimi ve yatırım harcamalarına (tablonun ilk üç satırına); dış dünyanın Türkiye’de yaptığı harcamalar, yani mal ve hizmet ihracatı (satır 4) eklenir; Türkiye’den şirketlerin, kurumların, bireylerin dış dünyadaki harcamaları, yani ithalat (satır 5) bu toplamdan çıkarılır. Harcamalara göre milli gelir (satır 6) böylece hesaplanır.
Ekonominin kısa dönemli genişleme-durgunlaşma-küçülme ivmelerini etkileyen sermaye hareketleri de tablonun son iki satırında yer alıyor. Yabancı sermayeye (satır 7); kayıt dışı ve yerli sermaye hareketleri eklenirse, toplam sermaye akımları (satır 8) elde edilir.
Bu iki kalemin, Ocak-Haziran 2016’da bir önceki yıla göre %30 ve % 59 oranında arttığı gözleniyor. Sermaye hareketlerinden kaynaklanan genişleme ivmesi, tamamen özel ve kamusal tüketimi (%6,2 ve % 13,5 artışlar ile) sürüklemiştir. Yatırımlar hemen hemen değişmemiştir (%0,3 artış). Ekonominin gelecekteki büyüme potansiyelini belirleyen en kritik öğe olan sermaye birikimi, uzun süreden beri durgundur.
Ham petrolün ucuzlaması turizm gelirlerindeki düşmeyi telafi edememiş; toplam ithalattaki artış, ihracattaki büyümeyi aşmıştır. Dış ticaretin net etkisi, böylece, ekonomiyi daraltıcı doğrultuda olmuştur.
Bu öğelerin ortak sonucu, ekonominin ilk altı ayda %3,9 oranında büyümesidir.
Temmuza girildiğinde, yükselen piyasalara dönük “yüksek risk iştahı” devam ediyordu. Ham petrol fiyatı bir önceki yılın altındaydı. Türkiye’ye dönük dış kaynak akımlarının yıl sonuna kadar Tablo 1’deki tempoyla sürmesi beklenebilirdi. Ocak-Mart’ta gözlenen büyüme temposu, ikinci üç ayda yavaşlamaktaydı (%4,7 → %3,1). Bu eğilimin sürmesi ve 2016’nın %3,5 civarında bir büyüme ve ılımlı bir cari açıkla bağlanması beklenebilirdi.
15 Şubat şoku, bu öngörülerin çoğunu geçersiz kıldı.
Tablo 1: Milli Gelir (Milyon TL, 1998 fiyatları); Dış Kaynaklar (Milyon $); Değişim (%)
| Ocak-Haziran 2015 | Ocak-Haziran 2016 | Değişim (%) |
Özel tüketim | 41962 | 44542 | +6,2 |
Kamu tüketimi | 6742 | 7654 | +13,5 |
Yatırım | 15134 | 15185 | +0,3 |
İhracat | 16212 | 16411 | +1,2 |
İthalat | 17749 | 19082 | +7,5 |
Milli gelir | 62301 | 64710 | +3,9 |
Yabancı sermaye | 21695 | 28158 | +29,8 |
Toplam dış kaynak | 17313 | 27561 | +59,2 |
TEMMUZ ŞOKU: SERMAYE KAÇIŞI VE KÜÇÜLME
15 Temmuz darbe girişiminin ekonomik yansımaları kaçınılmazdı. Öncelikle dış kaynak akımlarının bozulması söz konusuydu. OHAL’in, burjuva hukukunun mülkiyet hakları ilkelerini çiğneyen uygulamalarının iç ve dış sermaye çevrelerinde önemli tedirginlikler yaratması beklenebilirdi. Dış siyaset belirsizlikleri de bunlara eklenebilir.
Bu etkenlerden bazıları, Temmuz 2016 istatistiklerine yansımıştır. Tablo 2 bunları bir yıl öncesiyle karşılaştırıyor.
Dış kaynak hareketlerindeki daralma çok sert oldu. Toplam sermaye hareketleri %82 oranında daraldı. Daha da önemlisi, yabancı sermaye girişleri 382 milyon dolarlık “net çıkış”a dönüştü. Böyle bir durum istisnaîdir; tipik kriz ortamlarına özgüdür. Tabloda yer almayan ilginç ek bilgi vereyim: Temmuz’daki net yabancı sermaye çıkışı, kısa vadeli kredilerin yenilenmemesinden ve yabancıların döviz mevduatının erimesinden kaynaklanmıştır. Kriz ortamlarında sıcak paranın portföy yatırımlarından (borsadan) kaçması beklenir. Bu kez yabancıların portföyleri erimemiş; dış şok, spekülatör yatırımcılardan değil, büyük ölçüde yabancı bankalardan kaynaklanmıştır.
Üretim ve milli gelir düşmüş müdür? Biri doğrudan, diğeri dolaylı iki gösterge var: Takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretim endeksi Temmuz’da 12 ay öncesinin %4,9 altındadır. Bu endeks, milli gelir verilerinin öncü göstergesidir. Ayrıca sanayi, %20’lerin altına inmiş olan milli gelirdeki payının çok ötesinde bir ağırlık taşır; dış ve iç ticareti sürükleyen ana sektördür. Bu nedenle Temmuz’da sanayi üretimindeki daralma, ekonominin tümünde de küçülmeye işaret etmektedir.
Dolaylı gösterge, cari işlem açığında Temmuz 2016’da gözlenen 500 milyon dolarlık düşmedir. İç talepteki daralma, önce ithalata yansır; oradan, cari işlem dengesine taşınır. Temmuz’da cari işlem dengesindeki daralmanın tamamen (daha doğrusu fazlasıyla) ithalattaki düşmeden kaynaklandığını belirliyoruz: Temmuz 2015/2016 ithalatını dolar olarak karşılaştıralım: 17,8 milyar → 14,2 milyar… Ham petrol yüzde 10 civarında ucuzlamıştır. Toplam ithalat faturasındaki daralma (%20) ise, bu oranın üzerindedir. Aradaki fark, yatırım ve tüketim harcamalarındaki düşmenin ithalat talebine yansıması olarak yorumlanmalıdır.
Böylece, ekonominin Temmuz 2016’da küçüldüğü anlaşılmaktadır. Temmuz şoku, yedi aylık (Ocak-Temmuz) sanayi üretim endeksinin içerdiği büyüme hızını %2,4’e indirmiştir. Bu değişimi milli gelire uyarlarsak, Ağustos ve sonrasında ekonominin küçülmesi son bulsa dahi, 2016’nın tümünde büyüme hızının %3’ün altına inmesi beklenmelidir.
Tablo 2: Temmuz 2015/2016, Dış Göstergeler, Milyon dolar ve Sanayi Üretim endeksi
| Yabancı sermaye | Toplam sermaye | Sanayi üretimi* | Cari denge |
Temmuz 2015 | 6931 | 5126 | 100 | -3107 |
Temmuz 2016 | -382 | 913 | 95,1 | -2602 |
(*) Takvim etkisinden arındırılmış endeks.
YA SONRASI???
Kritik soruyu da soralım: Temmuz’da ekonomiyi küçülten istisnaî durum, sonraki aylara ne kadar taşınacaktır?
Türkiye ekonomisinin Temmuz şokunu şimdilik hafif atlattığını düşünüyorum. TCMB 15 Temmuz’dan sonra önce 3 milyar dolar harcamış; dövizde aşırı tırmanmayı frenlemiştir. Ağustos’la birlikte rezerv biriktirmeye başlamış; brüt döviz rezervlerini önceki düzeyin üzerine (103,6 milyar dolara) çıkarmıştır.
Bu operasyonun döviz piyasalarındaki yansımalarına bakalım ve 1 dolar+1 avro’nun ortalamasından oluşan döviz kuru sepetini izleyelim. Temmuz’un başıyla sonu arasında bu sepet %4,5 oranında yükselmiş; Ağustos’ta düşmeye başlamış; giderek istikrara ulaşmıştır. Eylül başında döviz sepeti, kriz öncesinin sadece %2,6’lık üzerindedir. Finansal istikrarsızlığın ana ortamını oluşturan döviz piyasalarının dramatik bir darbe girişiminden bu kadar sınırlı etkilenmiş olması şaşırtıcı görülebilir.
Nasıl açıklayabiliriz? Bence TCMB’nin ve ekonomi yönetiminin marifeti söz konusu değildir. Son sözü, finans kapitalin sıcak para akımlarını yöneten orkestra şefleri söylemektedir.
Bunlardan birinin (banker Timothy Ash’ın) darbe girişimi sonrasının “Türkiye piyasaları” için 10 Ağustos’ta söylediklerini bu köşede aktarmıştım: “Hisse senedi, tahvil fiyatları belli bir düzeye indikten sonra, yatırımcılar Türkiye’ye tekrar yöneleceklerdir. Zira, Türkiye’de kamu borçlarının milli gelire oranı düşüktür; bankacılık sistemi sağlamdır; hükümet ve toplumda iş çevreleri lehine güçlü bir kültür yerleşmiştir.”
Finans çevrelerinin sözcülerinden Bloomberg’in verilerle desteklediği 7 Eylül tarihli bir yorumunu da ekleyeyim. “Askerî kalkışma, sınır-ötesi savaş ve kredi derecesinde düşme tehdidi, Türkiye tahvillerine yatırım yapanları caydırmıyor.”
Anlaşılıyor ki, Temmuz sonrasında sözü geçen “fiyatlar” yeterince düşmüştü. Hükümetin Gülen’ci şirketlere, iş çevrelerine karşı operasyonları uluslararası finans kapitalin umurunda değildir; “iş çevreleri lehindeki güçlü kültürün” zedelenmediği belirlenmiştir. Sermaye hareketlerinin sınırsız serbestliği süregelmektedir. Varlık Fonu uygulamalarının kamu borçlarını etkileme olasılığı herhalde izlenecektir; ama bugün için sorun yoktur.
Finans kapitalin parazit/rantiye katmanlarının “risk iştahı” sürdükçe, FED faiz yükseltmeyi erteledikçe, Moody’s 18 Ekim’de Türkiye’nin kredi notunu düşürmezse, işler bugünkü gibi sürecek.
Ya bu iyimser olasılıklar tutmazsa? Ne gam? Sicim “inceldiği yerden kopar”. Erken davranan “yatırımcılar” kârlarını toplarlar. Ötekilerin bir bölümü, olası zararlarını önceden sigortalamıştır.
Finansal bir kriz mi? Belki teğet, belki vurur geçer. AKP iktidarı olağan suçluları önceden belirlemiştir: FETÖ’cüler, faiz lobisi, Türkiye’yi parçalamak isteyen dış güçler, sözde barışseverler, yani PKK destekçileri ve her daim bunların ortakları olan sosyalistler, iflah olmaz solcu Cumhuriyetçiler…