Metrodan inerken gözüme yanımda oturan gencin okuduğu gazete haberi ilişti. "1 olur garip olur, 2 olur rakip olur, 3 olur denge olur, 4 olur bereket olur, gerisi Allah kerim" diye buyurmuş beyefendi. Ne zannediyor bu adam bizi, kuluçka makinası mı? Hadi tamam kuluçka makinası olduk, çocuk dediğin öyle sokağa salıverilip mi büyütülüyor? Bir tanesini doğurdum onu büyütene kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Halbuki ne hayallerle dünyaya getirmiştim. İlk aylar öyle böyle geçti, vakit geldi işe başlama zamanına çattı, ne anne var yakınımızda ne de bir abla, çocuğu emanet edecek birini aradık durduk, sonra baktık maaşımı yetiremeyeceğim, bari ayrılayım işten dedim. İki yıl sonra yine baktık geçinemiyoruz, zar zor bulduğum işten daha kötü koşullarda tekrar çalışmaya başladım, çocuğu sabahın köründe kreşe bırakıp akşamına komşuya emanet ederek. Dedim ya ne hayallerle doğurdum, şimdi o hayalleri hatırlamıyorum bile, boğazından bir lokma et geçirebildiğim gün kendimi şanslı hissediyorum. Hani diyorum, ben yine de şanslıyım halime şükredeyim, şu “bir olur garip olur”u gördüm ya, kan beynime sıçradı yine. O sinirle merdivenleri çıkarken yanımdaki kızın elindeki broşüre takıldı bu sefer de gözüm. “Alabilirsiniz” deyince bir an tereddüt ettim, ağzı olan konuşuyor diye düşündüm ama kibarlık bu ya aldım. Okudukça aman be boş işler bunlar diyordum ama hani şu “bir olur garip olur” yok mu... sinir olmuştum işte. Kızcağız okuduğumu görünce tekrar yanıma yanaştı. “Arkada toplantı günü ve yeri yazıyor, isterseniz gelebilirsiniz” deyince yine kibarlık bu ya bakarız, teşekkürler dedim geçiştirdim. Ne işim olur benim yoksa bu işlerle! Ama sonra gün ışığına çıkınca kendimi bir garip hissettim. Bütün bir yol boyunca beni içten yiyip bitiren ben bu sefer baya baya kendi kendime sesli konuşmaya başlamıştım: Bugün değilse ne zaman? Sahi ne zaman? Yanımdan geçen kadın durdu baktı, bişey mi dediniz? Evet dedim. Bugün değilse ne zaman?
....
Neredeyse kendimi bildim bileli uğraşıp durdum, dershaneler, annem para denkleştirebilirse özel dersler, evde sabahlara kadar çalışmalar... Nihayet kazandım işte, artık üniversiteliyim. Gerçi bu kadar hayallerle geldiğim okula erişene kadar daha bir sürü engeli aşmam gerektiğini biliyordum ama çok da farkında değilmişim... Neyse ki bir devlet yurduna yerleşebildim. Şimdi ise baya tedirginim. Ailemden uzakta beni nasıl bir hayat bekliyor? Lisedeyken yurtlarda kız öğrencilerin namus bekçiliğini yapmaya kalkan idarecileri duyuyordum da çok kulak asmıyordum. Şimdi karar veremiyorum, idarecilerin baskısı mı daha aşağılayıcı, yoksa sokaktaki taciz riski mi? Aman neyse, ben dersime bakarım, kurallara uyarım, gerisi beni ilgilendirmez. Ama şu cemaat yurtlarından da sakınmadım değil. Tamam etliye sütlüye karışmam belki ama başımı da kapatamam bu saatten sonra. E bir sevgilim olursa onunla elele vapur yolculuğu yapmayı da isterim romanlardaki gibi. Ama Başbakanın vapurları röntgenlediğini de okudum geçenlerde, şu “evlerde kızlı erkekli kalıyorlar” dedikleri gibi damgalanmak da istemem hani. Peki ya namus anketlerinden yapmaya kalkarlarsa, utanırım ben böyle şeylerden, ama bu sefer de yanlış anlarlar. Aman be okumaya mı geldim sırat köprüsüne mi? Kafamdakilerden uzaklaşıp kayıt için fakülteye doğru adımlarımı hızlandırdım. “Bakar mısınız” diye bir sesle kafamı çevirdiğimde elimde bir broşürle buldum kendimi. Hızla arkamı dönüp uzaklaştım. Kız arkamdan bağırdı “Toplantı saati yazıyor arkasında.” Sağıma soluma baktım heyecanla gören oldu mu diye. Ama broşürü de atamıyordum elimden işte, gözucuyla okuduklarım yüreğime ok gibi saplanıyordu. “Sen okumaya geldin, karışma böyle işlere” diye çınlıyordu kulaklarım, kulaklarımı tıkadım, o sırada yere düşen broşürdeki toplantı yeri ve saatine ilişti gözüm. Çınlamaya baskın gelen berrak bir ses “Bugün değilse ne zaman?” diyordu sürekli. Aman allahım, bu benim sesim miydi? Sesi mi tanıyamıyordum...
...
Kaç gündür gözüme uyku girmedi. Mesaiye kalıp haftalardır oniki saat çalışan ben değilmişim gibi bu gözler kapanmıyor bir türlü. Gecenin alacakaranlığında servisin arkasında bir yer bulmuşum. Gözünü kapa uyu di mi? Yok... Bizimki de hayat mı diye dellenip duruyorum nicedir. Delleniyorum da ne oluyor gözüme uyku girmemekten başka. Şu Ali’nin sigortalı işi olaydı, evleneydik de tek göz bir evde kendi evimin işini yapaydım, başkalarının ağız kokusunu çekmeyeydim. Ama olmadı işte, üstüne üstlük kaçak çalıştığı işten de atıldı ustabaşına diklendiği için. Hoş Güler’i evlendirdik de ne oldu? Ne şanslı kız sevdiğinin işi var evlendiler diye düşünürken “kocası dövüyormuş” sözleri dolanmaya başladı kulaktan kulağa. Önce inanmadım ama geçen yolda uzaktan gördüğümde acelem var gitmem lazım diye kaçar adım uzaklaşınca acıdım kızcağıza. Benim Ali’m yapmaz böyle şey, gerçi o istedi diye örtündüm ama o başka bu başka. Tam gözlerim kapandı uyuyorum diye tatlı tatlı düşünürken şu Yasemin gelip yanıma oturmaz mı! Sinir oluyorum bu kıza, sanki eşekler gibi çalışan kendisi değil, nereden buluyor bu yaşama sevincini? Görmemezlikten gelip uyuyayım diyorum omzuma dokunup sarsıyor beni. “Bu Pazar mesai yok biliyorsun di mi?” Ne olmuş mesai yoksa? Bu Pazar yoksa bir dahakine var. “Ama” diyor “bu Pazar toplantı var ona gideceğim bak” diye fısıldıyor ve cebinden bir broşür çıkarıyor. Bakıyorum yan gözle, istemem ilgilenmem ben öyle şeylerle diyor gözlerimi kapatıyorum. “Sen yine de bak” diye avcuma sıkıştırıyor. İçime bir kurt düşüyor. Ne gözlerimi açabiliyorum ne avcumdakini atabiliyorum. Yasemin’in sesini hayal meyal duyuyorum. “Oku bak göreceksin... Bugün değilse ne zaman?”
...
Hiç beğenmiyorum ben bu yeni nesil kimi anneleri. Çok şükür benim onlarla uzaktan yakından alakam yok. Çocuk sahibi olmaya son derece planlı karar verdim. Önce başladım kitaplar okumaya. Alkolü de sigarayı da severim ama çocuk yapmaya karar vermeden bir sene önce bıraktık kocamla. Çok şükür kocamda bu konuda çok bilinçli. Organik beslenmeye de o zaman başladık. Hoş bunların para tuzağı olduğu, organik sertifikası denen şeyin dalavere olduğu kulağıma gelmedi değil ama ben yine de aldığım kararı uygulamaya devam ettim. Çocuklarım doğmadan önce de doğduktan sonra da her aylarına özgü gelişimlerini takip ettim. Onları bu öylesine annelerin yetiştirdiği gibi yetiştirmeyecektim. Okulların en doğrularını araştırdım buldum. Söylemesi ayıp karı koca çalışıyoruz, en iyilerden birine yazdırdık ikisini de. Hoş ondan sonra değil organik beslenmek, ay sonunu zor getirir olduk ama eğitim bu ya en az beslenme kadar önemli. Ama şu anda herşey planladığım gibi gitmiyor ne yazık ki, kocamın çalıştığı şirket krizde, yarın ne olacağı belli değil ama kötü şeyler aklıma getirmek istemiyorum. O durumda ya kredisi daha bitmediği için evi satmak zorunda kalırız ya da çocukları mahalle mektebine göndermek... İçime bir kurt düştü ya büyük kızım için mahalledeki ortaokula gidip bakayım dedim. Çünkü ben çocuklarımla ilgili her kararı son derece kontrollü ve planlı olarak veririm. O da ne, bizim mahalledeki okul imam hatip olmuş! Şu sokakta bağırıp çağıranlara kızdım, biraz da bunun için bağırsanıza, gerçi bir iki yerde sanki bu işle ilgili imza masaları gördüm ama hiç üzerime alınmamıştım. İnternet forumlarında diğer okulları araştırayım derken ortaokulda türbanın serbest bırakıldığını okudum. Kafamdan kaynar sular dökülmüştü. Yıllarca çocuklara pedogojik yaklaşım, doğru beslenme, eğlendirici aktiviteler kitaplarını okuyan, bloglarını açan ben ne yapacağımı şaşırmıştım. Kocamın patronuna kızdım, kocama da kızdım tabi, şu geçen yıl gelen teklifi geri çevirmeyecekti, bak o şirkette işler tıkırındaydı. Zaten hep yanlış kararlar verirdi... Kendimi toparlamalıydım. Sporu bıraktığımdan beri kilo aldığım için işe giderken giyecek tek pantalonum kalmamıştı. Vitrinine gözümün takıldığı mağazadan içeri girdim ve gördüğüm afişle dumura uğramıştım. Küçük kızım yaşındaki çocukların yetişkin gibi giydirilip makyajlı sergilendikleri afişlerde “Çocuk Kafası Çocuk Modası” yazıyordu. Mağaza sorumlusuna gidip utanmıyor musunuz demek istedim ama elim ayağım titriyordu. Mağazadan kendimi dışarıya zor attım ve bir banka yığılıp kaldım. Çocukların gelin yapıldığı, pedofolide dünya liderlerinden biri olan ülkede yaşadığımı biliyordum ama hiç kendimi bu kadar bataklığın göbeğinde hissetmemiştim. Bir ışık belirdi gözümün önünde, yurtdışına gidelim, orada büyütelim çocukları... Hem zaten savaş çıktı çıkacak. Kadınları cariye yapanlar, çocukların canına kıyanlar buralara kadar gelmiş. Titremem geçmişti ama kafam uğulduyordu. İyi misiniz diye yanıma yaklaştı bir genç kız. Elindeki kağıt tomarını bankın yanına koyarak köşedeki büfeye koştu. Tomara gözüm ilişti. Satırları okurken buldum kendimi. Kızın geri geldiğini bile farketmemişim. “Alın bu suyu için, ama lütfen çekinmeyin broşürlerden de alın” Yüzüne anlamsızca bakmış olmalıyım ki “Alın mutlaka, bugün değilse ne zaman direneceğiz ki?”
Sahi ne zaman?