Son günlerde Yunanistan’da iktidarı alan Syriza çok tartışılıyor, Türkiye’ye de göndermeler yapılıyor. Öte yandan Yunan komünistlerinin örgütü KKE’nin pozisyonu da çok tartışılıyor; eleştiriliyor veya savunuluyor.
Sola yönelişin ürünü olan Syriza iktidarını kutlamak, olası ileri adımlarını arzulamak ve desteklemek gerek. KKE’nin de düzeni değiştirmek adına daha müdahil olmasını arzulamak ve desteklemek gerek. Bunun ötesi bizi aşar; Yunan sosyalistlerinin bileceği iştir. Haddimize de değildir.
Ama Syriza’nın iktidara yürüyüşünün Türkiye’ye yansımalarını tartışmak, analiz etmek ve dersler çıkarmak bizim işimiz.
Hemen “Türkiye’nin Syriza’sı kim?” tartışmaları ve çeşitli yakıştırmalar başladı. CHP’den Türkiye Syrizacılığının başını çekmesini talep edenler mi dersiniz, bu rolü “radikal solcu” HDP’ye veya henüz 6 aylık BHH’ye biçenler mi? CHP-HDP-BHH ittifakının AKP rejimini devireceğini umut edenler mi dersiniz, “Taş”ların demirlisine veya demirsizine Çipras rolü biçenler mi?
Türkiye’de Syrizacılık hayallerini bırakalım, ille hayal kuracaksak kendimize özgü hayaller kuralım derim.
Yunanistan’ın toplam nüfusu taş çatlasa 11 milyon. Bizim sadece İstanbul’umuzun nüfusu ise 15 milyon! Yunanistan’ın tarihi, demografik, coğrafi, sosyolojik, sosyo-ekonomik, kültürel vb. yapısı ve politik gelenekleri ile Türkiye’ninki hiç karşılaştırılabilir mi? Türkiye çok başka bir ülke, çok karmaşık bir yapı. Çok büyük bir ölçek.
Türkiye’de devrimci bir hareket öyle üç tane seçime girip üçüncüsünde yüzde 40’a dayanıp iktidara falan gelemez. Yollar bu kadar açık değil. Açık olsaydı, bunca senedir illa ki aramızdan bazı akıllılar çıkıp bu işi becerirdi; hepimiz budala değiliz ya…
Türkiye’de devrimci bir hareket iktidara yürümek istiyorsa bir kere Kürt meselesini çözecek (Yunanistan’ın böyle bir derdi yok). Nasıl çözecek? HDP ile ittifakı savunan bazı romantik devrimci arkadaşlar, sanıyorlar ki Kürt hareketi bazı hataları veya bize benzemez yanları olan bir “sol grup”tur, ikna edilebilir veya bir orta yol bulunur. Kürt hareketi bir bölge gücüdür, başka bir düzlemdedir. ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin, Türkiye’nin, İran’ın, İsrail’in, Irak’ın, Suriye’nin devletlerinin ve istihbarat örgütlerinin at oynattığı bir bölgede ince politikalar izleyerek ayakta kalmaya çalışan bir bölge gücü. Doğal lideri İmralı’da MİT’in, CIA’nın ve Türk devletinin yakın denetiminde olan, silahlı gücü ABD’nin Ortadoğu’nun kuzeyinde tek hakim olabildiği bölgede (Kandil’de) üslenmiş olan bir ulusal hareket. HDP’nin seçim politikası Apo’nun iki dudağının ucundadır. İttifak yapılır yapılmaz, o ayrı konu; ama kiminle ittifak yapılacağı bilinmeli. Demirtaş liderliğindeki bir sol grup ile ittifak yapmıyorsunuz. Kürt meselesini de işte bu çaptaki bir denklemde müdahil olarak çözmek durumundayız.
Türkiye’de Syrizacılığın bir hayal olduğunu bizzat Kürt hareketinin 40 yıllık deneyiminden de çıkarabiliriz. Bunca mücadeleye, gerillaya, silahlı güce, Kürt bölgesindeki yoğun kitlesel tabana karşın, Kürt hareketinin Türkiye ölçeğine gelindiğinde aldığı oy taş çatlasa yüzde 7-8 civarında. Hadi ittire kattıra yüzde 9,8 diyelim, bizden de bir 0,5 gelirse barajı geçecek! Unutulmasın ki bu yüzde 10, en az yüzde 80’in kesinkes karşıtlığı pahasına kazanılmıştır. Meselemiz Kürdistan’ı kurmaksa, verelim o yüzde 0,5’u. Ama meselemiz Türkiye’de AKP’yi devirip iktidara gelmekse, ne yapacağız o yüzde 80’i, Yunanistan’a mı yollayacağız? Demek ki başka siyasal açılımlar ve başka denklemler gerek.
Türkiye’de devrimci bir hareket iktidara yürümek istiyorsa Siyasal İslam meselesini de çözecek (Yunanistan’da böyle bir dert de yok). Sadece AKP’yi kastetmiyorum; o en basiti… Bunun Nakşisi var, Nurcusu var; Cemaati var, Hizbullah’ı var; El Kaide’si var, IŞİD’i var… Yunanistan’da milyonlarca çocuk “İncil kursları”na mı gidiyor? Yüz binlerce genç “papaz-hatip okulları”nda mı eğitim görüyor? Bizim devrimci iktidar denklemimiz bu bilinmeyeni de çözmek zorunda.
Türkiye’nin çok karmaşık bir sosyo-ekonomik yapısı ve rejimi var. Biz de bu rejimi devirip, bu yapıyı değiştirmek istiyoruz, yani devrimciyiz… Bunu yapabilmek için sadece parlamento gücü yetmez. Biliyoruz ki parlamentonun üçte ikisini bile ele geçirsen, üç yıl sonra kendini idam sehpasında bulabilirsin! Kriz dönemlerinde parlamento gücü bir hiçtir Türkiye’de.
Türkiye’de bir kent gücü olmak yetmez, bu ülkenin kırı da var. Salt bir kır gücü olmak ise hiç yetmez. Büyük kentlerin nispeten aydınlanmış korunaklı bölgelerinde konuşlanmak yetmez, o kentlerin bilumum itin kopuğun, gericinin faşistin at oynattığı varoşları da var, hem de iktidarı belirliyor. Sadece meydan gücü olmak yetmez, o meydanlara çıkan yolların 19 yaşındaki çocukların tekme tokat katledildiği ara sokakları da var. Sadece sokak gücü olmak da yetmez, ülkenin ovaları ve dağları da var. Yani hem kent hem kır, hem merkez hem varoş, hem meydan hem sokak, hem ova hem de dağ gücü olmak gerekiyor; iktidara yürüyeceksek…
En sıcak olanları vurguladık, daha çok etken var, yazacak yerimiz yok. Birkaç örnekle Yunanistan’la farkımıza dikkat çekmek istedik.
Çok mu karamsar bir tablo çizdik? Hiç de değil. Bu ülkede bir Haziran Ayaklanması yaşandı. Yukarıda özetlediğimiz denklemleri çözebilecek bir halk iradesi ortaya çıktı. Bizim esin kaynağımız budur, Syriza değil. Haziran’da kim vardı? Kürt hareketi var mıydı? CHP yönetimi var mıydı? Bu hareketin öne çıkan talepleri, temaları ve sembolleri neydi? Bu büyük kitle hareketinin öncülerini örgütlemek esas işimiz olmalıdır. Ancak böyle bir örgüt ile Türkiye’nin denklemlerine müdahale edebiliriz. Manivelamız budur.
Syriza’ya bin selam, KKE’ye saygılar… Biz işimize bakalım…