Bir zamanlar GERÇEKTEN Kıbrıs!

TRT’nin, her ay bizim vergilerimizle iktidarın sesini yaydığı, devasa bütçelerle çektiği dizilerle tarihi yeniden yazmaya çalıştığı malum. Bu konuda aşırı beceriksiz ve acemi oldukları açık, en ufak bir entelektüel birikimi olmayanlar tarafından büyük bütçeli, ABD menşeili Vietnam filmleri benzeri şeyler yapmaya çalışıyorlar, lümpen kitleler izliyor, hatta onlar bile izlemiyor.

Neyse konumuz, büyük bütçeli “Bir Zamanlar Kıbrıs” belgeseli. Kendi vatandaşlarından otel parası alıp, 10 gün otelde karantinaya alan kukla KKTC yönetimi, “Bir Zamanlar Kıbrıs" dizisinin ilk bölümü için Gazimağusa Rauf Raif Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı’nda düzenlenen galayla tüm oyuncuları ve konukları bu etkinliğe davet etti! Tamamen şoven ve ırkçı saiklerle hazırlanmış bu dizi ile sözde yeniden tarih yazımı yapmaya çalışan TRT’den hesap sormak bizim işimiz. Öte yandan, Kıbrıs halkının (Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk toplumlarından oluşan tek bir halk olarak) tarihinden de söz etmek bizim işimiz. Madem tarih, madem geçmiş, hade hodri meydan!

KIBRIS ADI NEREDEN GELİR DİYEREK BAŞLAYALIM

Yeni Düzen gazetesinde Tuncer Bağışkan çok güzel yazmış ve özetlemi:

 “Kıbrıs (Kypros  - Cyprus) adını, Orta Tunç (M.Ö 1900 - 1625); Geç Tunç (M.Ö 1625 - 1050) ve Roma (M.Ö 30 M.S 330) devirlerinde adanın en önemli ihraç ürünü olan bakır cevherinden aldığı genellikle kabul edilmektedir. Prof. Dr. Firuzan Kınal,  Kıbrıs/Cyprus adının, Akadca’da ‘Cypr’ olarak okunan ve bakır anlamına gelen ‘Zabar’ kelimesinden çıktığını, ‘Cyprus’ kelimesinin sonundaki ‘us’un ise eski Yunanca’dan eklendiğini kaydetmiştir. Böylece, İngilizce’de bakır anlamına gelen  ‘Copper’ ve Almanca’da ‘Kopper’ isimlerinin Akadca’dan türediği anlaşılmaktadır”

Madencilik ilk çağlardan beri adada ciddi bir sektör olmuş, bugün çevresel olarak çok kötü durumda olan ve BM, AB projeleriyle rehabilite edilmeye çalışılan pek çok bölge, madenciliğin sonraki nesillere bıraktığı birer felaket aslında. Madenciliğin nasıl yapıldığına bakınca ise yine köle emeğinin rolünü görüyoruz. Bağışkan’dan alıntı yaparsak:

“Maden ocaklarındaki tüneller köleler tarafından uzun yıllar azar azar kazılmışlar, çökmemeleri için ise kenarları ile üst başlarına kalın destek kalaslar konmuştu. Tüneller üç insan genişliğinde ve uzun boylu bir insanın biraz eğilerek rahatlıkla yürüyebileceği yükseklikteydi. Ocağa girişten itibaren 600 ayak derinlikte, içinde yoğun olarak yeşil renkli yağlı su (Sülfirik asit) bulunan bir göl bulunmaktaydı. Tünelin en derin kısmında ve suda boğucu bir koku vardı. Yukarısından damlayan sülfirik asitli maden suları 24 saat süreyle altlarına konan Roma amphoralarına birikmekteydi. Bu amphoralar dolunca köleler tarafından ocağın dışındaki kare şeklinde pişmiş topraktan yapılmış bir yalağa dökülmekteydi. Bu sıvı birkaç gün sonra yoğunlaşarak demir kükürt’e (‘Iron Sulphate’) dönüşmüş olurdu. Tavandan damlayan sülfirik asit azalmaya başlayınca, köleler tüneli daha ileriye doğru kazmaya devam ederlerdi. Tünelin duvarlarında 5-6 ayak arayla oyulmuş raflara tüneli aydınlatmak amacıyla zeytin yağıyla çalışan kandiller konmaktaydı. Bu oyuklar ayrıca işçilerin yürürken tutundukları yerler olarak da görülmektedir.”

Sülfirik asitin ve genel olarak sülfürün zararlarına ilişkin yazımı belki hatırlayanlar olacaktır (Kawah Ijen veya 30 yaşını göremeyeceklerin kısa öyküsü...) Adada gerek köle emeğinin, gerek “özgür” emeğin tarihi hem iş cinayetleri, hem meslek hastalıkları tarihi bir bakıma ve adada emek tarihinin bu boyutunu ele alın en azından benim bulabildiğim kapsamlı bir kaynak yok.

CMA ve CMC

CMA, Curufların Meryem Anası ve CMC ise Cyprus Mining Corporation. İkisinin de anlatacağımız bölgede etkisi oldukça fazla.

“Skouriotissa maden ocağı bölgesinde bulunan Banaya Skouriotissa kilisesi, “Curufların Meryem Anası” anlamına gelmektedir.  Zaten kilise de Fukassa tepesi boyunca uzanan siyah renkli curufların alt başında bulunmaktadır. Antik devirlere ait maden işletmelerinin kanıtı, geniş alanlara yayılan curuf kümelerinden anlaşılmaktadır. Önceleri, Manganez oranı yüksek olan siyah renkli curufların Roma dönemine ait oldukları var sayılırken, demir oranı yüksek olan kırmızı kahve renkli curufların ise Fenikelilere ait olduğu varsayımında bulunulmaktaydı. Ancak Miss du Plat Taylor’un bir Geç Tunç Devri yerleşim yeri olan ve Skouriotissa’nın pek uzağında olmayan Apliki’de (Aplıç) siyah renkli curuflara rastlaması nedeniyle, curufların renklerine dayanılarak tarihlendirme yapmanın sağlıklı olmadığı görüşüne varmasına neden olmuştur.”

Kıbrıs tarihine ve Kıbrıs’ta işçi sınıfı mücadeleleri tarihine bakınca ise CMC (Kıbrıs Maden Şirketi) belli bir yere sahip. Çünkü sanayinin, coğrafi özellikler de düşünüldüğünde belli bir düzeyin üzerinde olmadığı/olamadığı bir coğrafyada işçi sınıfının yoğunlaştığı ve ortak mücadele geliştirdiği alanlardan birisi maden işletmeleri olagelmiş. Kıbrıs Maden şirketi ABD kökenli bir şirket. Özellikle halen Kuzey Kıbrıs’ta bulunan Lefke ile yakın çevresinde faaliyette bulunduğu 1913-1974 yılları arasındaki ilk çalışmalarını Skuriotissa yanında bulunan Fugasa Tepesinde başlatıyor.

“1916 yılına kadar Fugasa’daki maden tünellerinin kazılmasının yanı sıra, maden ocağından  Ksero’daki (Gemikonağı) limana kadar demir yolu da döşenir. Böylece aynı yıl Fugasa Tepesi’nden maden çıkartılmasına başlanır. 1921 yılında maden ocaklarından sağlanan bakır filizleri Gemikonağı’ndaki portakal ihracatında kullanılan limandan vapurlara yüklenip ihraç edilmekteydi.  Bu nedenle bakır filizlerinin ihraç edilmesini kolaylaştırmak amacıyla 1926 yılında Ksero’ya bir liman, bakır filizlerinin işlenmesi için yanına bir fabrika ve işçi evleri yapılır. 1916 yılında işçi sayısı 350 iken, 1937 yılında CMC’nin tüm işletmelerinde çalışan işçi sayısı 2595’ten 5720’ye yükselir. 1931-1938 yılları arasında siyanür kullanılarak altın elde etme çalışmaları sürdürülür. 1939 yılında başlayan II. Dünya savaşında faaliyetlerini kısmen iptal eden şirket, savaş sonrasına rastlayan 1946 yılında Karadağ madenini çalıştırmaya başlar.  Ve 1974 yılında faaliyetlerini tamamen durdurur”

Maden işçilerinin yaşam ve çalışma koşulları ise yine dünyanın her yerinde olduğu gibi aynı. Burada ise bir başka dikkat çekici unsur, işçileri Türk-Rum demeden öldüren veya ölmekten beter eden sıtma hastalığı. CMC bu işe el atıyor, yanlış anlamayın ha işçileri düşündüğünden değil, Bağışkan’ın altını çizdiği üzere tamamen maden ocaklarındaki verimi artırmak amacıyla:

“Maden ocaklarındaki çalışma verimliliğinin artırılabilmesi amacıyla çalışma alanlarının yanlarına bir dizi işçi evinin yapılması gerekmekteydi. Bu nedenle 1922 yılından itibaren Skuriotissa ve Karadağ’a işçi evleri inşa edilmeye başlanır. 1924 yılında işçileri kırıp geçiren sıtma (Malarya) hastalığı üretimi düşürdüğünden, bataklıkları kurutmak için kıyı boyunca efkalipto ağaçları ekilirken, Pendaya’ya (Yeşilyurt) da bir hastane yapılır. Ksero’daki işçi evleri 1926 yılında yapılır. 1928 yılında Karadağ’a (Mavrovouni) ikinci bir işçi köyü kurulur. Ksero, Skuriotissa ve Karadağ’daki işçi evleri 1942 yılında Kuzey Afrika’da çarpışan İngiliz askerlerinin dinlenme kampı olarak kullanılır. II. Dünya savaşında Alman işgalinden kaçan birçok Yunanlı da CMC tesislerinde misafir edilir.”

SKOURİOTİSSA MADEN KATLİAMI VE TEK BİR HALK TEK BİR MÜCADELE

Kıbrıs işçi sınıfı tarihi, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların ortak tarihidir. Evet, Kıbrıslı Türkler ağırlıklı olarak tarımda çalışmakta, sanayi dallarındaki ağırlıkları nüfusa oranlarının daha altında olmaktadır. Ama özellikle köylerinin hemen yakınında açılan madenlerde Kıbrıslı Türkler de yoğun olarak çalışmış, kötü koşulları Kıbrıslı Rum sınıfdaşlarıyla birlikte yaşamış ve birlikte ölmüşlerdir!

Güzelyurt (Omorfo) yakınlarında yine CMC tarafından işletilen Mavrovouni pirit madeni, yine aynı şirket tarafından işletilen Gemikonağı (Karavostasi) yakınındakı Kseros (Xeros) madeninde Kıbrıslı Türk ve Rum işçiler birlikte çok zor koşullarda çalışmaktadır.  Aşırı yorucu ve uzun çalışma saatleri, çok temel gereksinimleri ancak karşılayabilecek bir ücret, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin hiç ama hiç alınmaması hastalık, ölüm ve yaralanmaları madenlerin temel özelliği haline getirmiştir. Buna bir de aileleriyle birlikte kaldıkları konutların kötü koşulları, sıtma, maden kaynaklı tozlar da eklendiğinde maden işçilerinin eşleri ve çocukları da “yeşil” ada Kıbrıs’ta yeşili görememektedir. Şu an terk edilmiş olan bu bölgeler rehabilite dahi edilememekte, hala çevreye zehir saçmaktadır. Her öykümüzde yer alan kötü adam buraya da uğramıştır, alacağını almış, insanları ve doğayı bitirmiş ve alıp başını gitmiştir…

Kıbrıslı Türkler ve Rumlar pek çok ortak sendika kurmuşlardır. Ancak Kıbrıs işçi sınıfı tarihinde altı çizilmesi gereken şeylerden birisi, daha ortak sendikal örgütlenme olmadan ortak grev komitelerinin kurulmasıdır. 1944 sonrası her ne kadar ayrı sendikal örgütlenmeler oluşsa da, genel olarak her iki kesim de ortak sendikal mücadelede ısrarcı olmuştur. 1925 yılındaki o acı ölümlerin ardından yürütülen ortak mücadele, 1936 yılında Mavrovouni (Karadağ) madeni grevi, 1941 Limni Madeni Grevi, 1941 Demiryolları grevi ile 1950’lere kadar gelen ortak bir mücadele geleneği vardır. 1950’lerden sonrası ise İngiliz emperyalizminin her yerde yaptığı gibi halkları bölmesi ve düşman etmesinin tarihidir ve zaten aslında “Kıbrıs Sorunu” tarihçesi de bu tarihlerden başlamaktadır. 1925 yılı Kıbrıs işçi sınıfı tarihinde acı bir yıldır. 18 Mart tarihinde, Skouriotissa madeninde tarif edilemeyecek kötü koşullarda bir mesai günü daha başlar. Büyük bir gürültü duyulur, yaklaşık 20 bin ton kaya ve maden göçmüş, 11 madenci şaftlardan birinde mahsur kalmıştır. Madencilerin sekizi Kıbrıslı Türk, üçü ise Kıbrıslı Rum’dur. Kar hırsı, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yokluğu koşullarında işçi sınıfının “Kıbrıs Sorunu” yoktur. Bu güzel adada da, o veya bu kökenden gelen bir işçiyi, bir madenin derinliklerinde “eşit” ve “özgür” bir şekilde yok edebilen kapitalizm sorunu vardır!

Devasa gürültünün ardından kurtarma çalışmaları başlar, madenciler çıkarıldığında kimlikleri zor teşhis edilmiş, havasızlık ve zehirli gazlar sonucu boğulma ve katlanılamayacak sıcak, tüm vücutlarını saran tozla birleşince onları tanınmaz hale getirmiştir. Türkçe ve Rumca ağıtlar yakından da uzaktan da dinlenince aynı sesi vermektedir…

Yaşamını yitiren işçiler şunlardır:

Mehmet Halil (Vretça’dan, halen güneyde bulunan Baf yakınlarında bir köydür, Kuzey Kıbrıs’ta Vretça göçmenlerinin bir derneği de bulunmaktadır )

Hasan Ramadan (Vretça’dan)

Salih Hüseyin (Vretça’dan)

Hasan Salih (Malunta’dan)

Stiliyanos Angeli  (Malunta’dan)

Mustafa Hüseyin (Petra’dan, Taşköy olarak da geçer)

Ahmet Siyah Ali (Arodes’ten,  Baf yakınlarında Kato Arodes ve Pano Arodes diye Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin ayrı ayrı yerleşimlerinin olduğu bir yerleşim yeri, oradan göç edenler ağırlıklı olarak Kalkanlı’ya yerleşmişlerdir)

Emil Ali Obaşi (Tremeçe’den, Erdemli olarak da bilinir)

Yorgo Konstantinu (Athienou’dan, Kiracıköy olarak da bilinir, BM Tampon Bölgesi’nde yer alan 4 köyden birisidir.

Bahattin Niyazi (Flasou’dan, yine iki kesimin ayrı ayrı yaşadığı iki bölgeden oluşan bir köydür)

Andreas Vasiliou (Göçmen)

Yukarıdaki bilgileri veren “Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların Ortak İşçi Mücadeleleri-Tarihte Olaylar” makalesinde veren Panteli Varanas, o yıllarda madende çalışan işçilerin tanıklıklarından, yaşamını yitiren işçilerin iki ortak mezarda yakıldığını belirtmektedir, madenin yakınlarında bulunan Soli’ye yakın Aya Yorgo mezarlığı (St.George) ve Katydata’da (Türkçesini bilmiyorum) bulunan Teolog Aya Yohannes kilisesi mezarlığı… Ölümler yalnızca ailelerinde değil, maden işçileri arasında da ciddi bir üzüntü yaratmış, en azından ortak mücadele kültürü açısından bir kilometre taşı olmuştur.

CMC’nin tarihi uzun uzadıya bir mücadele tarihi olduğu kadar, çevre tahribatının da tarihi olarak okunabilir. Bağışkan’ın aktardığı gibi

“Lefke Çevre ve Tanıtma Derneği” sitesinde Kıbrıs Maden Şirketi (CMC) ile ilgili olarak verilen bilgileri de aktarıp yazımızı bu şekilde sonlandırmış olalım: “1974 yılında CMC’nin kapatılması sonucunda geride kalan 10 milyon (veya 30.000TB ) tonluk maden atığının çevreye verdiği ve vermeye devam ettiği zarar ciddi boyutlardadır. Bölgenin ekolojik yapısı bozuldu, suyu içilemez bir duruma geldi. Kirlilik deniz canlılarını etkiledi. Maden tozundan meyve ağaçları zarar gördü. Gemikonağı içerisinde hurda olarak duran demir yığınları ve tepeler oluşturan maden atıkları, insan sağlığı ile çevreye verdiği zararın yanında çirkin bir görüntü oluşturmakta ve doğal güzelliği bozmaktadır”.

Geriye bir çevre enkazı ve en azından iki halkın ortak mücadele tarihine dair de mücadele dolu yıllar kalmıştır. Her coğrafya ortak mücadele kültürüne hasrettir…

Bir zamanlar Kıbrıs, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların ortak tarihidir. Her iki toplumdan emekçilerin ortak tarihidir. Yapay sınırlar, ırkçı, şoven provokasyonlar bu tarihi gölgeleyemez. Gelin siz o diziyi boşverin, biraz okuyun, sorun soruşturun. Ne dersiniz?

Kaynaklar

http://www.cypnet.co.uk/ncyprus/culture/institutions/cyprail/

http://www.sendika.org/2015/06/kibrista-is-cinayetlerine-karsi-ortak-mucadele/

Tuncer Bağışkan, http://www.yeniduzen.com/Ekler/adres-kibris/130/kibris-ta-bakir-endustrisinin-gecmisi/850

Pantelis Varnava, The Common Labour Struggles of Greek and Turkish Cypriots (Events Through History); http://www.peace-cyprus.org/memories/Labor/#terrible

Kıbrıs Manşet, www.kibrismanset.com