Türkiye solundaki tartışmaların önemlice bir bölümü, herhangi bir konuya açıklık kazandırmaktan (ve tam olarak hangi noktalarda neden anlaşılamadığını netleştirmekten) çok, karşı tarafa savunmadığı bazı düşünceleri de yakıştırarak, taraflaşmaları keskinleştirme amacını taşıyor.
Bunun son örneklerinden biri, İspanya’daki Podemos (“Yapabiliriz”) ve Yunanistan’daki Syriza hakkında yürütülen sol içi tartışmalar.
Bir kesime göre, “bu partilerden alınabilecek olan bazı dersler var” demek bile, Marksizmi (ve elbette Leninizmi) terk etmiş sayılmaya yetiyor.
Beni de hedef alan ve biraz geç gördüğüm bir örnek, Engin Karaman arkadaşımızın Gelenek’in Kış 2015 sayısında çıkan “Stratejide reformizm çıkmazı: Avrupa’da devrim mi oluyor?” başlıklı yazısı.
Karaman, Türkiye solundaki “bazı kesimlerin” Podemos hakkındaki yaklaşımları üzerine şunları söylüyor: “Çok özel koşullarda da olsa, bir partinin hızla güç kazanması, uzun süredir siyasete bir güç olarak dahil olmayan Türkiye solunun bazı kesimlerini, ‘kestirme yollara’ davet ediyor. Türkiye’ye de benzer modelde bir hareketin gerektiğini düşünen ya da en azından Podemos’tan alınabilecek dersler olduğunu belirten kesimlerin ruh hali burada aranabilir.” (s. 94.)
“En azından Podemos’tan alınabilecek dersler olduğunu belirten”ler hakkındaki dipnotsa şöyle: “Bu görüşü savunanlar arasında yer alan Erkin Özalp, Podemos’un anti-kapitalist bir programa sahip olmadığını, bir partiyi de andırmadığını ifade ederek gerçekçi davranıyor. İşin tuhaf yanı, bu tespitlerin hemen ardından Özalp’in Podemos’u ‘kitle dinamiğiyle siyasi iktidar mücadelesinin ne şekilde kurabileceği konusunda’ dersler çıkarılması gereken bir hareket olarak tanıtması. Kitle dinamiğiyle siyasi iktidar mücadelesinin bağları programsız ve partisiz de kurulabiliyorsa, komünist partilerin buradan ‘ders çıkarmak’ yerine kepenklerini kapatmaları gerekiyor. Avrupa Solu’nun kimi kesimleri de tam olarak bunu düşünüyor. http://ilerihaber.org/yazarlar/erkin-ozalp/podemos/355/”
Birincisi, Karaman’ın tırnak içinde aktardığı kısım, benim yazımda biraz daha farklı: “Ama dünyanın pek çok ülkesinde kitlelerin harekete geçebildiği bir dönemde, Podemos’un, toplumsal dinamiklerle siyasal iktidar mücadelesi arasındaki bağların ne şekilde kurulabileceği konusunda bazı ipuçları sunduğunu düşünüyorum.”
İkincisi, gerçekten anlayamıyorum: Podemos’tan çıkarılabilecek derslerin bulunduğunu savunmak, neden, “kitle dinamiğiyle siyasi iktidar mücadelesinin bağları”nın programsız ve partisiz kurulabildiğini iddia etmekle aynı anlama gelmek zorunda? Örneğin, Gezi Direnişinden çıkarılacak derslerin bulunduğunu savunmak, Podemos benzeri gevşek örgütler bile dâhil olmak üzere her tür örgütlülüğe karşı çıkmak anlamına mı gelir?
Üçüncüsü, yazımın sonunda, Podemos’tan her şeyden önce kimin bazı dersler çıkarabileceği hakkındaki görüşümü de paylaşmıştım: “Gezi Direnişinin birikimini geleceğe taşımaya çalışan Birleşik Haziran Hareketi, dünya üzerindeki başka deneyimlerin yanı sıra, Öfkeliler Hareketinin birikimini geleceğe taşımaya çalışan Podemos’tan da bazı dersler çıkarabilir.”
Bir başka deyişle, savunduğum görüşlerde, “komünist partilerin kepenklerini kapatması”yla ilişkilendirilebilecek olan hiçbir şey bulunmuyordu.
Kanımca, meselemiz basit.
Sosyalist iktidarı gerçekten hedefliyorsak, toplumsal dinamiklerle buluşmamızı, onlardan beslenmemizi ve onları ileriye taşımamızı sağlayacak olan, görece geniş örgütlenme biçimlerine de ihtiyacımız var.
Her tür geniş örgütlenmeyi Leninizmden uzaklaşma olarak değerlendireceksek, sadece “tutarlılık” ölçütü açısından yaklaşılırsa, işimiz son derece kolaylaşır. “Bunlardan bir şey çıkmaz” deriz ve haklı çıkma ihtimalimiz de yüksek olur.
Bu yaklaşımı 1917 Rusya’sına taşıyacak olsaydık, Bolşeviklerin, Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkan işçi, köylü ve asker sovyetlerini (halk meclislerini) yerin dibine batırmaları gerektiğini savunmamız gerekebilirdi! Ne de olsa, Bolşevikler, sovyetlerde azınlık durumundaydı. Çoğunluğu, dönemin halkçı solcuları olan “Sosyalist Devrimciler” ile Menşevikler oluşturuyordu. Ama Bolşevikler, sovyetlere sırt çevirmek yerine, “Bütün iktidar sovyetlere!” sloganını öne çıkararak çoğunluğu elde etme ve sovyetleri iktidar mücadelesinin araçlarına dönüştürme mücadelesi yürüttü.
Görece geniş her tür örgütlenme, pek doğal olarak, sağa kayma tehlikesini de barındırır. Zaten, “öncülük” denen şeye, tam da, toplumsal dinamikleri kucaklayabilecek olan görece geniş örgütlenmelerin sosyalist iktidar mücadelesinin araçları hâline gelmesini sağlamak için ihtiyaç var!
Yok eğer, “O iş öyle geniş örgütlerle falan olmaz, Leninist örgüt tam da darlığı sayesinde zamanı geldiğinde iktidarı alır” denecekse, bunun tam olarak ne şekilde gerçekleşebileceği hakkında biraz daha somut şeylerin söylenmesinde yarar olacaktır.
Bunu yapmak, yani gerçekçi ve ikna edici bir iktidar stratejisi tarif etmeye çalışmak yerine, başkalarının ne kadar reformist, liberal, örgüt düşmanı, demokrasi budalası vb. olduğu hakkında yazıp durmak, en azından sosyalizmi gerçekten hedefleyenler açısından bakıldığında, çok da anlamlı olmasa gerek...