Otuz milyonluk bir Latin Amerika ülkesinden, Peru’dan bir Başkanlık öyküsü anlatmak istiyorum.
Peru, “orta halli” bir çevre ekonomisidir. 2015’e gelindiğinde kişi başına milli geliri 6000 doların biraz üzerindedir. Bu yüzyılın ilk on beş yılı içinde ortalama büyüme hızı yüzde 5,9’dur.
1980 sonrası, pek çok Latin Amerika ekonomisi gibi Peru için de “kayıp on yıl” olmuştur. Askerî rejimler, ülkeyi ağır bir dış borç krizine sürükleyerek son bulmuştu. Sol gelenekten gelen bir partinin, APRA’nın lideri Başkan Alan Garcia, Peru’nun dış borç ödemelerini frenlemeye kalkışmış; sonuçlar, kontrolsüz sermaye kaçışı, dörtnala enflasyon, yoksullaşma olmuştu. 1989’da kişi başına milli gelir on yıl öncesinin altına düşmüştür.
1990 Başkanlık seçimleri bu ortamda yapıldı. Ünlü romancı Mario Vargas Llosa, katı bir IMF programı ile istikrar vadederek adaylığını koydu. Sermaye çevrelerinin tam desteğini aldı. Anketler kazanacağını öngörmekteydi. Birdenbire siyaset çevrelerinin tanımadığı bir aday çıktı: Japon göçmeni Perulu ailelerden bir ziraat mühendisi, çiftçilere dönük bir TV programının sunucusu Alberto Fujimori...
Fujimori tüm siyasetçilere, büyük partilere, Llosa’nın neoliberal reçetesine saldırdı. Adalet, refah ve herkese iş vadeden bir seçim kampanyası sürdürdü ve Başkan oldu.
BAŞKAN'IN DARBESİ
Başkanlık sarayına geçtiğinde Fujimori, partisini henüz oluşturamamıştı; parlamentoda APRA ve Llosa’nın partisi (“Özgürlük Hareketi”) çoğunluktaydı. Ordunun desteğini sağladı ve 1992’de Peruluların “autogulpe” (“kendine darbe”) dedikleri bir hamle yaptı: Parlamentoyu ve Anayasa Mahkemesi’ni dağıttı. Yeni bir anayasa kabul edilinceye kadar ülkeyi kararnamelerle yöneteceğini ilan etti.
Sonraki bir buçuk yıl boyunca ülkenin dört köşesini dolaştı; sayısız açılış töreni yaptı; yoksullara gıda yardımı başlattı. Siyasetçilere, geleneksel partilere saldırmayı sürdürdü. Çok sert bir virajla neoliberalizme de geçti. “Devlete ait her şeyi, fiyatına bakmadan satacağız…” ilkesi izlendi ve Latin Amerika’nın en kapsamlı özelleştirme furyalarından biri Başkanlık Kararnameleri ile gerçekleşti.
Önce yeni anayasa için Kurucu Meclis seçimi yapıldı. Geleneksel partilerin boykotu ve halk sınıflarının artan desteği sayesinde “Fujimorist”ler Kurucu Meclis’te çoğunluğu sağladı. Başkanı çok geniş yetkilerle donatan yeni anayasa da 1993 sonunda bir referandumla kabul edildi. Parlamento ve Anayasa Mahkemesi etkisiz kılınıyor; ülkenin büyük ölçüde kararnamelerle yönetilmesi öngörülüyordu.
Fujimori 1995 seçimlerini de ilk turda açık farkla kazandı. Beş yılda bir referandum, üç seçim zaferi… Başkan iktidara kalıcı olarak yerleşmiş görünüyordu.
SUÇ VAR; CEZA YOK...
Başkanlık Darbesi ile birlikte, Fujimori’nin sicili, karanlık, kanlı işlerle iç içe giriyor. Parlamentonun ve yüksek adaletin devre dışı kalması ve giderek büyüyen seçmen desteği, Fujimori’de “sınırsız dokunulmazlık” algısı yaratmış olsa gerektir. Ölçüsüz, yasa-dışı uygulamaları başka türlü açıklanamaz.
Bu noktada 1990 seçiminden hemen sonra Fujimori’nin Millî İstihbarat Hizmetleri Başkanlığı’na atadığı ve zamanla sınırsız yetkilerle donanan Vladimiro Montesinos’un rolü önem kazanıyor.
1976’da CIA’ya aktardığı bilgiler nedeniyle ordudan atılmış olan Montesinos, Fujimori dönemine ve Başkana on yıl boyunca iki doğrultuda önemli katkılar yapacaktı. Birinci olarak, medyayı, siyasetçileri, iş çevrelerini kuşatan yaygın bir yolsuzluk, rüşvet, vurgun şebekesi oluşturacak; silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, kara para aklama alanlarında yüksek komisyonlar karşılığında aracılık yapacaktı.
İkinci olarak da, İstihbarat Örgütü’nün yarı-resmî bir kanadını (Colina Grubu’nu) “ölüm mangası”na dönüştürecek; kanlı eylemlere damgasını vuracaktı. Eylemlerin resmî hedefi, yirmi yıldan beri Peru’da silahlı mücadele sürdüren Aydınlık Yol gerillalarını yok etmekti. Bu hareketin lideri Guzman 1992’de yakalanınca hedef büyük ölçüde gerçekleşti; ancak eylemler devam etti.
Colina Grubu, 1991 ve 1992’de gerçekleştirdiği iki kıyım ile ün yapacaktı.
Birincisi, Lima’nın Barrios Altos mahallesinde (biri çocuk) on beş silahsız kişinin öldürülmesidir. Kurbanların Aydınlık Yol militanları olduğu iddiası yanlış çıkacak; mahalledeki bir onarım sorunu için düzenlenen bir toplantıda katledildikleri sonradan anlaşılacaktı.
İkincisi, öteden beri solcu bir şöhreti olan La Cantuta Üniversitesi kıyımıdır. Colina Grubu’ndan bir grup maskeli kişi, 18 Temmuz 1992’de Profesör Hugo Munoz Sanchez’i evinden, dokuz öğrenciyi de yurtlarından toplar; işkence sonrasında öldürür ve gömer. İddianın aksine, kurbanların Aydınlık Yol mensupları olmadığı daha sonra açıklanacaktır.
HESAP SORMA
Fujimori’nin “cilası”, 1990’lı yılların ikinci yarısında döküldü. Baskı, hatta şiddet yoluyla ört-bas etme çabalarına rağmen yolsuzluk ve yasa-dışı eylem haberleri medyada yer almaya, eleştirilmeye başladı. Neoliberal politikalar tıkanmaktaydı. Dağıtılacak, paylaşılacak kaynaklar tükenmekteydi. Doğu Asya krizi Latin Amerika’ya da yansıdı; ekonomi 1998’de bunalıma girdi.
Fujimori, on yıllık sicili nedeniyle iktidardan ayrılmayı göze alamadı. Anayasanın engellemesine rağmen 2000 Başkanlık seçimlerine de adaylığını koydu; rakip aday Alejandro Toledo’yu ikinci turda çekilmeye zorladı.
Seçimi kazandı; ama muhalefet dalgası yaygınlaşmaktaydı. Parlamentoda çoğunluğu kaybetmişti. Montesinos’un rüşvet alış-verişini belgeleyen bir dizi kayıt TV’de yayımlandı; Başkan, Millî İstihbarat şefini görevden almak zorunda kaldı. Ancak, Fujimori iktidarının sonu gelmişti. Kasım 2001’de Japonya’dan bir faks yollayarak istifa etti. Parlamento istifayı kabul etmedi. Yargılanmak üzere 62’ye karşı 9 oyla Başkan’ı görevden aldı.
Alberto Fujimori, sonraki yedi yıl boyunca siyasi sığınmacı olarak çeşitli ülkelerde dolaştı; 2007’de yargılanmak üzere Şili hükümeti tarafından Peru yetkililerine teslim edildi. Önce Peru hazinesinden 15 milyon doları zimmetine geçirme suçlamasını kabul etti; yedi buçuk yıl hapis cezası aldı. Bir rüşvet suçlamasını kabul ettikten sonra altı yıllık bir ceza daha kesinleşti. Son olarak, yukarıda değindiğim Barrios Altos ve La Cantuta cinayetlerinden ötürü de 25 yıla mahkum oldu.
Bir de Peru Ceza Yasası’nda da suç olan “yargısız infaz suçlaması” ile karşı karşıyadır. 1996’da Lima’daki Japonya Büyükelçiliği’ni işgal eden Tupamaros çetesi mensupları için Fujimori’nin “hepsi öldürülecek” direktifi verdiği; teslim olanların da öldürüldüğü iddiası Amerikalar İnsan Hakları Komisyonu’nda görüşülmektedir.
Alberto Fujimori’nin kızı Keiko babasının partisinin liderliğini devraldı; parlamentoya seçildi. 2011 ve 2016 Başkanlık seçimlerine adaylığını koydu ve ikisinde de ikinci turda elendi.
***
Fujimori’nin Başkanlık öyküsünü yazarken, John Markoff, James Petras, Jeremy Adelman, Carlos Aguiar de Mederos’un makalelerinden, Wikipedia ve Google’dan yararlandım. Ama şu sorunun yanıtını bulamadım: “Elli iki yaşına kadar siyasetle ilgilenmemiş bir ziraat mühendisi, yolsuzluklara, cinayet ve kıyımlara bulaşmış bir Başkana nasıl dönüşüyor?”
Dönüşüm, peşinen hedeflenmiş bir iktidar tutkusu ve ona bağlı kazanç hırsı ile mi başlıyor? Sonrasında, sınırsız görülen iktidar gücünün yozlaştırması mı söz konusudur? Son aşamada ise, hesap verme endişesi, ne pahasına olursa olsun iktidarı sürdürme zorunluluğuna mı yol açıyor?
Latin Amerika’yı, Peru’yu bilen meslektaşlarımız, uzmanlar yanıtlayabilirler. Belki de yanıtları sosyal bilimciler değil, Latin Amerikalı edebiyatçılar (Fujimori’ye bir roman kahramanı olarak bakarak) verebilir. İki büyük edebiyatçının (Marquez ve Asturias’ın) Başkan Babanın Sonbaharı (1991) ve Bay Başkan (1946) romanları, herhalde Kolombiya ve Guatemala siyaset tarihlerinin karanlık kahramanlarından esinlenmişti.
Fujimori’yi romanlaştıracak ideal yazar, bir başka edebiyatçı, Perulu Vargas Llosa mıdır? Mümkün görünmüyor; zira, Başkanlık seçiminde yenik düştüğü Fujimori’den nefret etmektedir; ona bir roman karakteri tarafsızlığı içinde bakamaz. O kadar ki, “babasını hapisten çıkartacak” endişesiyle Keiko Fujimori’nin başkanlık kampanyalarına muhalefetin ön saflarında yer almıştır.
Belki de ipuçları Latin Amerika dışındaki Üçüncü Dünya Başkanlarının veya Başkanlık tutkunlarının kimlik özelliklerinde aranmalıdır.
İlginç benzetmeler çıkabilir; ama zaman, mekân (coğrafyalar) farklıdır; genellemelerde dikkatli olmak gerekir.