Sosyalist solda, hangi toplum kesimlerine öncelik verilmesi gerektiği sıkça tartışılır. Bu kapsamda, işçi sınıfının farklı bölmeleri (geleneksel sanayi işçileri, genç işçiler, hizmet sektörü işçileri, kamu emekçileri, sağlık emekçileri, eğitim emekçileri, inşaat işçileri vb. vb.); kadınlar, gençler, üniversite öğrencileri, liseliler, Aleviler, Kürtler, LGBT’ler vb. üzerinde durulur. “Şu kesimde örgütlenmeye öncelik verilmelidir”, “falanca kesimde örgütlenmek ihmal edilmemelidir”, “filanca kesim örgütlenme açısından önemli bir potansiyel barındırmaktadır” türü değerlendirmeler yapılır...
Bunun bir adım ilerisi, belirli kesimlere yönelik olarak yerel ve/veya merkezi kongre, konferans, çalıştay, kurultay vb. isimli etkinliklerin düzenlenmesi olur. Bunlara iki işlev birden yüklenir: Örgütlenme ve daha fazla örgütlenmenin yolunu açma.
Örneğin, hizmet sektörü işçileri için ülke ölçeğinde bir kongre düzenlenecekse, yerel toplantılar yapılır, bu toplantılarda belirli kararlar alınır ve merkezi bir kongre için delegeler seçilir, ardından merkezi kongreye katılan delegeler yeni kararlar alır. Özellikle yerel toplantılara mümkün olduğunca çok sayıda hizmet sektörü işçisinin katılması için çaba harcanır. Böylece, “örgütlenme” faaliyeti gerçekleştirilmiş olur. Merkezi kongrede alınacak olan kararların da, yerel toplantılara katılmış olan hizmet sektörü işçilerinin mücadelesini süreklileştirmesi ve yeni işçilerin mücadeleye katılımını özendirmesi umulur.
Ama genellikle de, merkezi kongrenin düzenlenmesinin hemen ardından, çalışmalar sönümlenme aşamasına girer!
Kanımca, bugüne kadarki çoğu örnekte, bunun temel nedeni, yola somut kazanımların elde edilmesine yönelik gerçekçi ve inandırıcı hedeflerle (ya da bunları ortaya çıkarma amacıyla) çıkılmaması oldu.
Hizmet sektörü işçileri örneğiyle devam edeyim. Sosyalistlerin, bu sektörde çalışan bazı işçilere ulaşıp, “arkadaşlar, pek çok ortak sorununuz var, bu sorunların çözümü doğrultusunda birlikte bir şeyler yapmalıyız, şu gün şu saatte şurada toplanacağız, siz de gelin, bunları birlikte konuşalım” demesi o kadar da zor olmaz. Ulaşılan işçilerin tümü ya da çoğunluğu olmasa bile en azından bazıları, arkadaşlık ya da akrabalık ilişkilerinin de yardımıyla, o gün o saatte orada toplanabilir. En iyi olasılıkla, toplantıda söz alıp, bazı somut sorunlarından söz ederler. Bu bile başlı başına önemlidir tabii ki. Sonra, birtakım genel geçer “karar önerileri” getirilir gündeme. Toplantıya katılan hizmet sektörü işçilerinin çoğu, karar önerileri kendilerine önceden ulaştırılmış olsa bile, doğal olarak, farklı görüşler ileri sürmekte zorlanır. Merkezi kongre için yapılan delege seçimleri de, gerçek bir seçime pek fazla benzemez. Ne de olsa, toplantıya “dışarıdan” katılanların çoğu, yalnızca, kendilerini toplantıya çağıranları tanımaktadır. Bu tür toplantılara dayalı merkezi kongreler de, yine pek doğal olarak, çok fazla ön açıcı olmaz...
Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) kurulma aşamasında olan meclisleri için de bu türden risklerin varlığından söz edilebilir.
Burada da, sadece biçimsel açıdan bakıldığında, yukarıdakine benzer bir süreç öngörülüyor. Yerel meclisler kurulacak, bu meclisler kendi kurul ve sözcülerinin yanı sıra Türkiye delegelerini seçecek ve söz konusu delegeler Türkiye Meclisini oluşturacak.
Eğer bu süreçte asıl olarak ilke tartışmaları yürütülür ve hem tek tek yerel meclislerin hem de hareketin bütününün önüne somut kazanımların elde edilmesine yönelik inandırıcı hedefler koyulamazsa, bu hedefler doğrultusunda ne ölçüde yol alınabildiğinin muhasebesi düzenli aralıklarla yapılmazsa, bir süre sonra elde sadece az sayıda faal yerel meclis ve zaman zaman basın açıklamaları yapan bir Türkiye Meclisi kalabilir.
BHH’nin önünde bir de somut sınav var: Haziran ayında yapılması gereken, ama Nisan ayına çekilebileceği düşünülen 2015 genel seçimleri...
Bu konudaki çalışmalar bugünden başlatılmaz, seçim politikalarını belirleme işi bile önümüzdeki yılın ilk aylarına bırakılırsa, seçimlerde varlık göstermek hiç kolay olmayacaktır.
Kuşkusuz, seçimler her şey demek değil.
Ne var ki, sosyalist solun bundan önceki seçimlerde aldığı sonuçlarla BHH’nin (ya da bileşenlerinin) 2015 genel seçimlerinde alacağı sonuçlar arasında anlamlı hiçbir fark olmazsa, bu harekete dönük beklentiler kaçınılmaz olarak şu ya da bu ölçüde zayıflayacaktır.
Hareketi seçim sınavından tümüyle uzak tutmak gerektiğini düşünenler de olabilir. Açıkçası, böylesi bir yaklaşımın, siyasal iddiasızlığı daha baştan kabullenmek anlamına geleceğini ve böyle algılanacağını düşünüyorum.
Bir ihtimal daha var: Kürt sorunuyla ve/veya Suriye ve Irak’la ilgili gelişmeler, AKP’yi tümüyle gayrimeşru bir çizgiye itebilir ve seçimleri boykot etmek gerekebilir. Ama herhalde, tüm sermayeyi bu ihtimale yüklemektense, ülke siyasetinde ağırlık kazanılacağı iddiasıyla uyumlu seçim politikaları üretmeye çalışmak çok daha doğru olacaktır.