Kapitalizmin sürükleyici öğesi, artık, finans kapitaldir. Finansın aşırı genişlemesi balonlaşmaya yol açar; üretken (reel) sektörleri zorlar. Balon patlarsa önce finansal, ardından ekonomik bunalım… Bu olgular 2007 sonrasında ABD’de, AB’de açık-seçik gözlendi; incelendi.
Türkiye gibi çevre ekonomilerinin finansal sistemleri de büyük ölçüde uluslararası finans kapitalin hareketlerine, işleyişine bağlıdır. Bu hareketleri hangi etkenler, kimler belirler? Tek bir orkestra şefi yoktur; ama tepede bir yerlerde bir oydaşma gerçekleşmiştir: Siyasi istikrar ve neoliberalizmin ortak ilkelerine tam uyum…
Çevre ülkelerinde istikrarsızlık son bulmalıdır. Siyasi iktidarların ortak ilkeleri ihlal etmesi ise “dışlanma” ile sonuçlanır. Maliyeti? Çok güçlü değilseniz iktidar yitirilir. Örnekler artmaktadır.
Mart 2014: “Burnunuzu tıkayın; Türkiye’ye girin…”
Türkiye de finansal dalgalanmalardan iniş-çıkışlar içinde nasibini aldı. Geçmişe gitmeyelim; son dört yılı hızla gözden geçirelim.
FED’in parasal daralma sinyalleri üzerine 2013’ün ilk yarısında sermaye hareketlerinde başlayan daralma Türkiye’de 12 ay sürdü; Nisan 2014’te son buldu; canlanmaya dönüştü.
Nisan 2014’e dikkat ediniz: Türkiye’de Gezi/Haziran kalkışması ve Aralık 2013’te ortaya çıkan dramatik yolsuzluklar hukuk-dışı yöntemlerle bastırılmıştır; siyasi iktidarın yozlaşması da açık-seçik ortaya çıkmıştır.
Bu olaylar finans kapital tarafından nasıl değerlendirilmiştir? Bir ipucunu Standard Bank yönetiminde Tim Ash, 2014 yerel seçimlerinden üç gün önce müşterilerine hitap ederken veriyor: “Erdoğan seçimlerden başarıyla çıkarsa, burnunuz tıkayıp Türkiye’ye girme zamanıdır. Fiyatlar yeterince düştü…” . (Financial Times, 27 Mart 2014) İktidardaki yozlaşma değil, istikrar ve elbette yüksek kazanç ortamı öncelik taşır.
AKP yerel seçimleri kazandı; bankerleri izleyen rantiyeler “burunlarını tıkayıp” Türkiye’ye para akıttılar. Sekiz ayda 48 milyar dolar para girdikten sonra ivme tükendi.
Bir sonraki finansal dalgalanma bizi 2016’ya getiriyor. Bu yılın ilk beş ayında üç finansal dalga gerçekleşiyor. Birincisi Ocak-2016’da gözleniyor. Önceki yıldan sirayet eden olumsuz konjonktürün bitim tarihidir.
İkincisi Şubat-Nisan 2016’da gerçekleşmiştir. FED’in parasal daralmayı erteleme olasılığı artmış; finans kapital çevre ekonomilerine yeniden fon akıtmaya başlamıştır.
Üçüncüsü bugünlerde yaşanıyor: Mayıs 2016’nın ilk yarısında, “yükselen piyasa ekonomileri” üzerinde olumsuz algılamalar yaygınlaşmış; Türkiye kötümser haberlerin ön saflarına yerleşmiştir.
Son beş ayda gözlenen bu üç finansal dalgaya biraz yakından bakalım
Ocak 2016: Olumsuz bir konjonktürün son ayı
Verileri 12 ay öncesiyle karşılaştıralım. Tablo 1’de Ocak 2015 ve 2016’nın dış kaynak hareketleri var: Yabancı, yerli, kayıt dışı sermaye hareketleri ile (son sütunda) bunların toplamı yer alıyor.
Yukarıda değindim: AKP’nin 2014’teki yerel seçim zaferini kutsayan finans kapitalin coşkusu sekiz ayda tükendi. Sonraki olumsuz ortamın son ayı Ocak 2016’dır. On iki ay öncesiyle karşılaştıralım.
Görüldüğü gibi Ocak 2016’da yabancı sermaye girişleri bir öceki yıla göre %63; toplam sermaye ise %66 daralmıştır. Nadir görülen bir olumsuzluk daha var: 1,3 milyar dolarlık kayıt dışı para çıkışı… Yerli sermayenin olağan davranışı “net çıkış” doğrultusundadır. Ocak 2016’da ise tam tersi gözleniyor. Finansal ortam bozulduğu için şirket ve bankalar dış dünyadaki varlıklarını (0,8 milyar doları) Türkiye’ye çekmiştir.
Finansal yansıma, öncelikle döviz piyasalarında gözlenir. Döviz arzı daralmaktadır. 12 ay önce 4 milyar dolar artan rezervler Ocak 2016’da düşmüştür. Sonuç bir yılda dolar fiyatının %22,5; 1 dolar + 1 avro sepetinin ise %20 oranında yükselmesidir. Pahalılaşan döviz, finansal kırılganlıkları artırmaktadır.
İkinci finansal yansıma, faizler üzerindedir. 12 ay içinde kredi, borçlanma faizleri (ticari kredilerde %12,8 → % 16,2’ye; hazine ihalelerinde %8 → 10,8’e) belirgin boyutlarda yükselmiştir.
Peki, reel ekonomi? 2015’te finansal sistemin dışında iki olumlu gelişme gerçekleşmiştir.
Birincisi, enerji ithal faturasının üçte bir oranında düşmesidir. Bu, milli geliri (ister üretim, ister harcamalar yoluyla hesaplansın) yukarı çeken bir katkıdır.
İkincisi ise, tarım hasıladaki rekor (%7,6’lık) artıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, 2016’da tekrar etmesi beklenmeyen bu iki olumlu katkı, finansal bozulmaların reel ekonomiye yansımasını frenlemiştir. Büyüme hızı TÜİK’e göre %4, IMF’ye göre %3,8 olarak tahmin edilmiştir.
Şubat-Nisan 2016: Geçici bir coşku
Şubat 2016’da Türkiye’ye dönük sermaye hareketlerinde yeni bir “coşku” gerçekleşti. Yalnız, bu canlanma Nisan 2014’ün aksine Türkiye’ye özgü değildi. “Yükselen ekonomilere” dönük genel (ve üç ayda tükenecek) bir iyimserliğin Türkiye’ye de yansımasıydı; o kadar…
Sermaye hareketleriyle ilgili son bilgiler (Tablo 2) Şubat-Mart 2016 ile sınırlıdır. Bu hareketler 12 ay öncesinin (2015’in) olumsuz verileriyle karşılaştırılıyor. Canlanmanın Nisan’da da süregeldiği aşağıda gösterilecek.
Şubat-Mart 2016’da yabancı sermaye girişlerindeki artış çarpıcıdır: On iki ay öncesine göre 3,4 misli (%244)… Kayıt dışı para hareketleri net giriş göstermektedir ve yabancı sermayenin yarısına yaklaşmıştır. Yerli şirket, rantiye ve bankaların hareketleri de olağan doğrultuya (“net çıkış”a) yerleşmiştir.
Sonuçta, Şubat-Mart 2015’te 1 milyar doların altın inmiş olan toplam sermaye girişleri 12 ay sonra 18 misli artmış olacaktır.
Coşkunun Nisan’da süregeldiğini tablodan değil, döviz piyasalarından algılıyoruz. Bir önceki yılın sıkıntılı ortamında 12 milyar dolara yakın rezerv eriten Merkez Bankası, Şubat-Nisan 2016’da piyasalardaki döviz bolluğunun bir bölümünü (3,3, milyar doları) rezervlerine çekiyor. Buna rağmen üç ay içinde (Ocak-Nisan 2016’da) dolar %5,4; avro+dolar döviz sepeti ise %3,2 ucuzlayacaktır.
Bu olumlu gelişmeler Erdoğan’ın ısrarlarına rağmen kredi faizlerine fazla yansımamıştır. Yine de Nisan sonunda Türkiye’nin sermaye çevreleri abartılı bir iyimserliğe sürüklenmiştir.
Ne var ki, birden bire Türkiye bir “Mayıs sıkıntısı” ile karşı karşıya geleceklerdir.
Mayıs sıkıntısı: Kaynağı öncelikle Erdoğan…
Nisan ortalarında Avrupalı bankerler (örneğin UBS) uyarmaya başladı: Şubat 2016’da yükselen piyasalara dönük iyimserlik abartılı olmuştur ve “çıkma zamanı” yaklaşmaktadır. (Financial Times, 14 Nisan)
Çıkış başladıktan sonra, aynı gazetenin 10 Mayıs tarihli sayısı, yine bankerleri kaynak göstererek yükselen piyasalardaki risklere ülke örnekleri veriyor: “Sert piyasa koşullarının genellikle zayıf halkası olan Türkiye bile, kurları güvenceye almadan faizleri indirmeye kalkışmıştır. Brezilya ılımlı, Türkiye ciddi siyasi risklerle karşı karşıyadır.”
Evet, genel ortam bozulmaktadır; ama Türkiye’de biraz daha fazla… TCMB’yi “hizaya getirten”, başbakanını azleden, AB ile kapışan Erdoğan etkeni açıkça ima edilmektedir.
Peki Mayıs göstergeleri? Bu yazı kaleme alındığında (19 Mayıs) elimizdeki tek gösterge iki haftalık döviz kurlarıdır. On beş yükselen piyasa ekonomisinin 2-13 Mayıs dolar fiyatlarını karşılaştırdım. Mayıs sıkıntısı hepsinde var; dolar pahalılaşıyor; ama Türkiye %5,9’luk artışla ve açık farkla ilk sıradadır. Geride kalan 14 ülkenin ortalaması %2,1’dir.
On iki günde Türkiye aleyhinde oluşan fark çok büyüktür. Bankerler, yükselen piyasalardaki çalkantının çok ağır olmayacağını umuyorlar; ama, Erdoğan Türkiyesi şimdilik “özel bir durum” olarak öne çıkmaktadır.
Müdahale edemeyenler “hayırlısı” veya “ya sabır…” diyerek izlemektedir.