Bir sosyalisti, eski TİP Genel Başkanı Behice Boran’ı ölümünün 27.yılında anmak onun kararlılığını ve mücadelesini dünden bugüne, bugünden yarına taşımayı amaçlamalıdır.
Çeyrek asrı aşkın bir süredir, her yıl Behice Boran’ı anmak konusundaki ısrar ancak bununla açıklanabilir.
Behice Boran’ın anısına Zincirlikuyu’da kurulan bu kürsü, 1980’lerin sonunda halen süren 12 Eylül karanlığını parçalamak konusunda öncülük eden komünist ısrarın; 1990’ların başında sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadelenin, tarihin bittiği yalanına karşı örgütlü itirazın; 1990’ların ortasında yeniden alevlenen kontrgerilla cinayetlerine karşın sonuçlarının ne olduğunu önemsemeksizin halklarımızın kardeşliği mücadelesi geleneğinin, 2000’lerin başında coğrafyamızı kan gölüne çeviren emperyalist saldırganlığa karşı barış mücadelesinin, 2000’lerin ortasında sosyalizm mücadelesini yeni bir sermaye rejiminin kenar süsü haline getirme kampanyasına karşı bağımsız sosyalist hat vurgusunun kürsüsü olarak görülmelidir.
Peki ya bugün?
Doğrudur, bugün bu coğrafyada büyük bir karanlık üzerimize doğru gelmektedir.
Ancak bugün 1960’lardan belki de 1920’lerden bu yana ilk defa eşitlik ve özgürlük mücadelesinin toplumun tüm gözeneklerine nüfuz etmesinin olanaklarının uç verdiğini, sosyalizmin yeni bir toplumsallaşma hamlesi gerçekleştirmesinin somut bir olanak olduğunu da saptamalıyız.
Doğrudur, insanlığın tarihsel tüm birikim ve kazanımlarını cisimleşmiş reddiyesi olan IŞİD adlı katil sürüsü emperyalizmin tarumar ettiği bir coğrafyada insani kalmış ne varsa tarumar ettikten sonra Kobane’yi kuşattı.
2014 Kobanesi tıpkı 1943 Stalingrad’ı gibi insanlığın tüm kazanımlarına, Nazım’ın dediği gibi “umuda düşman bir barbarlığın” kuşatması altındadır.
Ve ne mutlu ki bu karanlığın karşısında ancak laik-demokratik güçlerle omuz omuza veririz diyerek, tüm yoksunluklara karşı direnen halklarımız umudu diri tutmaktadır.
Doğrudur, AKP hükümeti açık ya da örtülü her türlü yöntemle coğrafyamızdaki gericiliğin insanlığa karşı işlediği suçların temize çekilmesi niteliğindeki katil sürülerine her türlü desteği vermekte, geleneksel kontrgerilla aparatlarını kullanmak başta olmak üzere her türlü yola başvurmakta ve bu kanlı siyasete tarihin bu anında engel olunamamaktadır.
Ama ikirciksiz bir biçimde memleketin batısında da Kobane’de direnenlerin sahiplenilmesinin işaret ettiği tarihsel bloklaşmayı da umudun örgütlenmesinde yeni bir olanak olduğunu görmemek mümkün müdür?
Bugün, Taksim Gezisi’nde fışkıran direnişin orta ve uzun vadede toplumsal etkilerinin ne olacağını kestirmek güç. Böylesi kitle hareketlerinin toplumsal etkilerinin derin olduğunu ve etkilerini esas olarak uzun vadede gösterdiğini tarihten biliyoruz.
Behice Boran’ın anısına konuşurken tam da bu noktada durmalı ve üç noktayı özellikle vurgulamalıyız:
İlk olarak, karşımızdaki sınıfsal/toplumsal gerçekliği bir bilim insanı titizliği ve acımasızlığı ile anlamaya, çözümlemeye çalışmalıyız. İçinde bulunduğumuz sosyalliğin, mensubu olduğumuz örgütlülüğün bekasını yahut mevcut gereksinimlerini bu aşamada tümü ile aklımızdan çıkarmalı ve “nesnelliği” tanımlarken bilimsel bir acımasızlığı yöntem bilmeliyiz.
İkincisi, tıpkı Boran gibi toplumu anlamak ve tarihselliği anlamak için toplumdaki “dikey” ve “yatay” bölümlenmelerin yani özgürlükler ile ilgili talepler ile sınıfsal taleplerin birbirlerinin karşısında konmaksızın, aslında birbirlerini besleyecek, birbirlerinin ayrılmaz parçaları olarak ele almalıyız.
Bir bilim insanı titizliği ile gitmekte ve gelmek olanı anladığımız “o müthiş bahtiyarlık” sonrası özgürlükler mücadelesi ile emeğin mücadelesini birbirlerini besleyen kardeşler, emeği ile geçinen yurttaşların hakları olmaksızın, sosyal haklar olmaksızın özgürlükten bahis edilemeyeceğini toplumsal formasyonun bütününde inkar edilemeyecek bir “gerçeklik” haline getirmeliyiz.
Ötesi, her düzeyde yurttaş olmaktan kaynaklanan tüm hak ve özgürlükleri ellerinden alınan emeği ile geçinen tüm yurttaşların “yeni bir yurttaşlık bilinci” ile harekete geçmesini eşitlik ve özgürlük mücadelesinin güçlenmesi için görevlerimizin en üst sırasına yazmalıyız.
Bezirganlığını yapanların takipçisi olmaktan vazgeçtiği laikliğin ancak aşağıdan, bir yurttaş hareketi ile kazanılabilir bir başlık, sınıf mücadelesinin somut bir gereksinimi olarak kabul etmek zorunluluğundayız.
2014 Ekimi’nde Boran’ın anısına, nesnellik ve tarihselliğin tarifinde bilimsel bir titizliği, toplumdaki “dikey” ve yatay” bölümlenmelerin birbirinin karşına konulamayacağı vurgusu kadar, belki de bunlardan çok daha fazla en zor dönemlerde bile kaybedilmeyen o devrimci kararlılığı vurgulanmalıdır.
Boran, ne 1940’larda Tek Parti iktidarının sevk ettiği faşist saldırganlığın, ne 1950’lerde Menderes Hükümeti anti-komünizminin operasyonlarının, ne 12 Mart ne de 12 Eylül cuntalarının karşısında umutsuzluğa kapılmadı, diz çökmedi.
Boran, umudu diri tutmanın örgütlü bir uğraş olduğunu bildi ve öyle davrandı.
2014 Ekiminde Boran’ın anısına üzerimize doğru gelen karanlığa karşı her düzeyde, her hal ve şartta örgütlenilmesi, örgütlü olunması çağrısıdır.
Boran’ın dediği gibi:
“Kurtuluş mücadele ile sağlanır, boyun eğerek değil.”
“Hep birlikte mücadele edeceğiz hep birlikte kazanacağız”
Gezi Direnişinin hareketimize kazandırdığı gibi:
“Bu daha başlangıç mücadeleye devam”
12.10.2014
Zincirlikuyu, İstanbul