Milli Şef İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Ortanın Solu” olduğunu ilan ettiği tarihsel anı düşünün.
Saraçhane mitingi, Kavel direnişi gibi eşiklerden geçen Türkiye İşçi Sınıfı bu kez siyaset sahnesinin en üst temsil organında, parlamentoda temsil olanağı kazanmıştır.
Türkiye İşçi Partisi, on beş milletvekili ile meclise girdikten, aşağıdan yükselen hareketin aracı kullanmaksızın parlamento kürsüsünden de sözünü söylemeye başlamasından hemen sonra Cumhuriyet Halk Partisi bizzat Genel Başkanı tarafından ortanın soluna yerleştirilmiş, diğer bir ifade ile sosyal demokrasi denmeden sosyal demokrat ilan edilmiştir.
İsmet İnönü -1908’den bu yana “devleti kurtarmak” vazifesini adım adım ifa etmiş bir siyasi anlayışın 1960’lar Türkiyesi’ndeki en prestijli temsilcisi- kurduğu devletin bekası gereği, Devleti kuran siyasi hareketin pozisyonunda bir tadilatı ima ederek “solcu” olmuştur.
Devlet partisi, kurucu ideolojisini ancak solun öncülük ettiği toplumsal hareketler ile mesafesini açmadan güncel bağlamda yeniden üretebileceğini (devlet deneyimi sayesinde kuşkusuz) hızlıca görmüştür.
Diğer bir söyleyişle, Cumhuriyet Halk Partisi devletle, devletin (zor yahut ideolojik) tüm aygıtları ile mesafesini yeniden tayin edeceğini ima etmiş, tüm siyasal yatırımını bu yönde yaparak “sosyal demokratlaşmıştır”.
Devlet ile mesafenin yeniden tayininin adıdır ortanın solu….
1970’lerin Karaoğlan’ı Bülent Ecevit’i düşünün…
Ecevit, 1960’larda işçi sınıfının sözünü siyaset sahnesinde söylemesinden ve Türkiye Sosyalist Hareketi’nin toplam etkisinin siyasette tayin edici bir hal almasından hemen sonra, 12 Mart Cuntası’nın artık iler tutar tarafının kalmadığı açıkça görüldüğünde “Karaoğlan” olmuştur.
CHP’nin tek şansı yükselen toplumsal politik harekete hitap etmek, kitlelerin taleplerini sahipleniyormuş gibi gözükmek ve sosyalist hareketin büyük öbeklerinin “oyuna” talip olmak olduğu için kontrgerillanın üzerine gidilir, “ak günler” yazılır dağa taşa…
Havanın döndüğü artık belli olduğunda ise “kimseye diyet borcu” bulunmadığını belirten, bütünü ile sıkıyönetimden (Genel Kurmay’dan) medet umarak solun üzerine gidilmesine rıza gösteren de Karaoğlandır.
1999’da Öcalan’ın yakalanmasından sonra MHP ile koalisyon yapan, 19 Aralık operasyonu ile kendisi için alanları doldurmuş insanların çocuklarını “hayata döndüren” de aynı Ecevittir.
Bugün meselemiz, sadece kendi sorumluluğumuzu taşımak değildir kuşkusuz.
Bugün, meselemiz AKP'nin tarumar ettiği Türkiye toplumunda eksikliği duyulan sorumluluk odağının inşasıdır.
Türkiye halklarının bu cendereden çıkışının sorumluluğunu taşımak bugün devrimcilerin omuzlarındadır. Aksi, sermaye devleti ile mesafesini yarın nasıl tanımlayacağını bilemediğimiz siyasi kadroların iç dengelerini gözleyip durmak anlamına gelecektir.
Türkiye Sosyalist Hareketinin bağımsız bir hat olarak varlığını koruması bu nedenle önemlidir.
Hareketimizin bağımsız hattı açık ve görünür olmadır, doğru ...
Ancak bugün sadece kendimizi kurmak yahut hiç bir şeyi beğenmemek, siyaseti yine bir çift kuru lafa sıkıştırma günü değildir.
Tam da toplumsal mücadelelerin arındırıcı ırmağı içinde yeniden ve yeniden kuracak bir özgüvenle hareket edilecek gündür. Herhangi bir işbirliğinin "iltihak" değil "ittifak" olmasının en önemli güvencelerinden biri de budur.
Tamam ne Atina'da ne de Kobane'de olanı beğenmeyelim ama en azından elma kurdu gibi siyasi ufkumuzu sınırladığımız Misak-ı Milli sınırları içinde bari nasıl olmayacağını değil nasıl olacağını konuşalım....
Umudu örgütleyelim, umuda örgütlenen yurttaşlarla yeniden ve yeniden örgütlenelim...