Latin Amerika’nın sol iktidarlarında yaprak dökümü mü başladı?
Belirtiler o doğrultudadır. Güçlü yerel burjuvaziler, emperyalizmin desteğiyle etkili, adeta eşgüdümlü bir dizi karşı saldırı sürdürüyor.
Tek tek incelememiz, ders çıkarmamız gerekiyor.
Bugün bir başlangıç yapalım. Bu saldırıların önde gelen hedeflerinden Brezilya ve Arjantin’deki sol iktidarların bilançolarına kuşbakışı göz atalım. Türkiye ile de ilginç benzerlikler ve farklılıklar söz konusudur.
Yakın geçmişin bu üç ülkeyi kapsayan panoraması öğretici olabilir.
Krizlerin “yarattığı” iktidarlar
1998-2002 yıllarında çevre ekonomilerini sarsan kriz dalgasından Brezilya, Arjantin ve Türkiye fazlasıyla nasiplerini aldı. Bu nedenle 2002’ye gelindiğinde kişi başına milli gelir düzeyi, önceki yüzyılın son yıllarına göre üçünde de gerilemiştir.
Kısacası, Brezilya, Arjantin ve Türkiye için yeni yüzyıl, dört veya beş kayıp yıl, finansal krizler ve IMF programları ile başladı.
Krizler siyasete de yansıdı. Bu bakımdan da çarpıcı benzerlikler var: Krizler halk muhalefetlerine yol açtı. Bunalımların öncesinde ve içinde neoliberalizmi uygulayan partiler, seçimler sonunda iktidarlardan uzaklaştırıldı. Kazananları hatırlatalım:
Brezilya’da İşçi Partisi lideri Lula da Silva (kısaca “Lula”) Ekim 2002’de başkanlık seçimini kazandı. Türkiye’de Kasım 2002’de AKP iktidara geldi. Arjantin’de Mayıs 2003’te Peronist hareketin sol kanadından Nestor Kirchner seçimi kazandı.
Belki daha da çarpıcı bir benzerlik var: 2003’te iktidara gelenler, 2015 sonuna kadar iktidarda kaldı. Brezilya’da Lula 2010 seçimlerinde iktidarı yine İşçi Partisi’nden Dilma Rousseff’e devretti; 2014’te Rousseff tekrar Başkan seçildi. Türkiye’de AKP iktidarı kesintisiz sürdü. Arjantin’de ise Nestor Kirchner, sol Peronizm bayrağını 2007 ve 2011 seçimlerini kazanan karısı Cristina Fernandez’e devretti.
Böylece, her üç ülkede 2003-2015 arasında siyasi iktidarlarda süreklilik vardır. Her ülkenin iktisadî ve sosyal politikalarında da benzer bir süreklilik söz konusudur.
Neoliberalizme evet mi? Hayır mı?
Başkanlık seçimlerinden bir yıl önce Brezilya kriz içindeydi. Neoliberal Cardoso hükümeti IMF ile bir stand-by anlaşması imzalamıştı. İşçi Partisi’nin solculuğu ve ve Lula’nın seçimleri kazanma olasılığı, finansal paniğe, borsada sert düşüşlere yol açmaktaydı. Lula sermaye çevrelerinin baskıları karşısında, Haziran 2002'de “Brezilya Halkına Mektup” başlıklı bir belge yayımladı ve önceki hükümetin iktisat politikalarını sürdüreceğini vadetti. Cardoso hükümeti de giderayak IMF ile yeni bir stand-by imzaladı.
Lula bir ay sonra seçimleri kazandı. Sözünü tuttu. Üç yıl boyunca stand-by anlaşmasına harfiyen uydu. 2005 sonunda IMF’ye kalan borçlarını erkence ödeyip programa son verdi. Ancak, sonraki yıllarda hem Lula, hem yeni Başkan Rousseff, neoliberal makroekonomik politikaları ısrarla izledi. Bunlar, enflasyon hedeflemesi, merkez bankası bağımsızlığı, esnek döviz kurları, sıkı para ve maliye politikalarından oluşmaktaydı. Kritik konjonktürlerde sermaye hareketleri için geçici denetimlerin uygulanması tek istisna oldu.
Ancak neoliberal modelin, bir de bölüşüm reçeteleri vardır. Lula ve Rousseff buna itibar etmediler. Tam aksine, asgari ücretleri hızla yukarı çektiler; Brezilya’nın yoksullarını, işçi sınıfını gözeten aile yardımlarını genişlettiler; sonunda 13 milyon aileye ulaştırdılar. Ilımlı büyüme temposuna rağmen işsizlik oranının 2003-2014 arasında %12’den %5’e inmesi, birincil bölüşüm ilişkilerinde dengelerin emek lehine seyrettiğini göstermektedir.
Bütçe dengesini gözetme ilkesi, yükselen sosyal harcamaların, artan vergi tahsilatıyla finansmanını gerektiriyordu. Burjuvazinin vergi yükü bu nedenle yukarı çekildi.
***
Arjantin ise, önce dış borç ödemelerini askıya aldı; sonra borç yükünün üçte ikisini sildi; alacaklıların ezici çoğunluğuyla anlaştı. IMF borçlarını ödedi; stand-by anlaşmalarına son verdi. Neoliberal makro-ekonomik reçeteleri reddetti; örneğin merkez bankası bağımsızlığına son verdi.
Sermaye gruplarının ve büyük çiftçilerin vergi yükü genellikle yukarı çekilirken, selektif teşvik politikalarına da yer verildi. Aile yardımları ve sosyal devlet uygulamaları ise Brezilya’yı andıran doğrultuda genişletildi.
Bu iki ülkenin Latin Amerika’da ABD hegemonyasını zayıflatan dış politika uygulamalarına burada girmeyelim. Ancak, Arjantin’in uyguladığı dış borç operasyonunun finans kapitale meydan okuduğu açıktır. Rövanş, on iki yıl sonra alınacaktır.
***
Türkiye’nin izlediği güzergâhı da kısaca hatırlatalım: AKP, Ecevit hükümetinin IMF ile imzaladığı stand-by anlaşmalarını devraldı, sürdürdü, 2008 ortasına kadar yeniledi. Sonra da neoliberal makroekonomik reçeteyi ödünsüz izledi.
Emek/sermaye ilişkilerinde mümkün mertebe, eğitim-sağlık hizmetlerinin ticarileşmesinde geniş ölçüde yapısal uyum reçeteleri uygulandı. Birincil bölüşüm göstergeleri ana hatlarıyla emek aleyhine seyretti. İşsizlik, on beş yıl öncesine göre bir üst eşiğe yerleşti. Sosyal harcamalardaki ılımlı artışların finansmanı ise, vergi yükü regresif (eşitsizliği artıran) doğrultuda genişletilerek sağlandı.
Kim başarılı? Ne bakımdan?
Böylece 2003-2014 döneminde, bu üç ülkede ekonomik/sosyal politikalarda üç farklı bileşke izlenmiş oluyor. Neoliberalizmi makroekonomik ve bölüşüm boyutlarına ayıralım. Ülkeler arasındaki farklılaşmayı buna göre özetleyelim: Neoliberalizmi kısmen (sadece makroekonomik alanda) kabul eden Brezilya’dır. Neoliberalizmi tümüyle reddeden Arjantin’dir. Neoliberalizmi tümüyle kabul eden Türkiye’dir.
İzlenen güzergâh farklı olunca, iktisadî değişkenler ve sonuçlar da ayrışacaktı. Ayrıntılı bir değerlendirme yapamayız. Üç gösterge (yatırım, tasarruf oranları ve ortalama büyüme hızları) ile yetinelim ve tabloya göz at alım.
Sonuçları, on üç yıllık dönemin tümü (2003-2014); uluslararası kriz öncesi (2003-2007) ve sonrası (2008-2014) için ayrı ayrı gözden geçiriyoruz.
On iki yılın tümüne ve iki alt döneme baktığımızda yatırım oranları bakımından üç ülkenin de %19-21’lik bir eşik içinde sıkışıp kaldıklarını; dönemler ve ülkeler bakımından önemli farklar olmadığını görüyoruz. Asya’nın dinamik ekonomilerinde %30 üzerinde seyreden sermaye birikim oranlarının çok gerisinde kalınmaktadır.
Bu olgu, on iki yıllık büyüme ortalamalarının da (dinamik Asya coğrafyasıyla karşılaştırıldığında) “orta halli” kalmasına katkı yapıyor.
Yine de büyüme tempolarında bazı farklar var. Bir kere, Brezilya bu üçlünün en durgun ekonomisidir. Buna karşılık Arjantin on iki yıl boyunca ve alt dönemlerde en hızlı büyüyen ülke olmaktadır. 1998-2002 kriz yıllarından en sert etkilenen ülke Arjantin’di. 2003-2007’de %9’a yaklaşan büyüme temposuna bu olgu katkı yapmış olabilir. Ne var ki, bu dürtünün ortadan kalktığı 2008 ve sonrasında da bu ülkenin büyüme ortalaması Türkiye’nin -üzerinde seyretmiştir.
Yurt içi tasarrufların yatırımları karşılayamaması, ekonominin dış (yani cari işlem) açığı ile telafi edilir. Bu göstergelere baktığımızda, Türkiye ile diğer iki ülke arasında önemli ve zamanla (2008-2014 döneminde) daha da açılan bir fark ortaya çıkmaktadır. 2003-2007 yıllarında Latin Amerika ikilisinde tasarruf oranları, yatırımları aşmaktadır ve bu nedenle bu ülkeler dış fazla vererek büyüyebilmişlerdir. Arjantin’in cari açık vererek yüzde 9’a yaklaşan bir büyüme temposu gerçekleştirmesi çarpıcıdır. Türkiye’de ise milli gelirin yüzde 4,5’i oranında tasarruf açığı (dış kaynak gereksinimi) vardır.
2008-2014 yıllarına bakalım. Arjantin’in yatırım-tasarruf dengesi sürmektedir. Türkiye’de durum vahimdir; zira yatırım oranı değişmemiş; büyüme hızı buna rağmen gerilemiş; ekonominin tasarruf (cari işlem) açığı milli gelirin yüzde 6,2’sine ulaşmış; dolayısıyla dış bağımlılık yoğunlaşmıştır. Brezilya’da da benzer bir bozulma vardır; ama %3 oranındaki açık, ılımlı, sürdürülebilir boyuttadır.
***
Üç büyük çevre ekonomisinin göstergeleri ortaya koymaktadır ki, on iki yıllık bir zaman dilimi içinde büyüme ve dış bağımlılık ölçütleri bakımından en başarılı ülke, neoliberalizmden en uzak duran Arjantin’dir.
Arjantin burjuvazisi ve emperyalizm ise, bu nedenle Kirchner’ler dönemine son vermeyi kararlaştırmış ve 2015 sonunda başarılı olmuştur.
Şimdi de Brezilya burjuvazisi, yine emperyalizmle işbirliği içinde İşçi Partisi’nin “yarı-neoliberal” modelini temelli tasfiye etmenin tertipleri içindedir.
Bunları ileride tartışmamız gerekiyor ki burjuvazilerin ve emperyalizmin, iktidarları değiştirmekte nasıl etkili olduklarına ve Türkiye’nin böyle bir durumla niçin karşılaşmadığına ışık tutalım.