Yandaş yazarlara, Aydınlık gazetesine ve bazı solculara göre, 10 Ekim Ankara Katliamı’nın asıl sorumluları, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin üst düzey yöneticileri değil, Tayyip Erdoğan’ı ve/veya Türkiye’yi etkisizleştirmek isteyen “küresel güçler” (ya da ABD).
Eğer gerçekten böyle olsaydı, Tayyip Erdoğan, sesini kesip bir süre ortalarda görünmemeyi tercih etmek yerine, bir komployla karşı karşıya olduğunu savunarak ortalığı ayağa kaldırmaz mıydı? Olayda ihmali bulunan devlet görevlilerini suçlayarak görevden alınmalarını istemez miydi?
Suruç Katliamı için de benzer iddialar ileri sürülmüştü... Devletin tüm “güvenlik” kurumları Tayyip Erdoğan ile AKP’li yöneticilerin emrinde, yargı kurumları büyük ölçüde onların denetimi altında... Suruç Katliamının gerçek sorumlularını bulmak, var olduğu iddia edilen “uluslararası komplo”yu açığa çıkarmak için herhangi bir girişimde bulunuldu mu? Ankara Katliamı konusunda durumun farklı olacağını düşünen var mı?
Tayyip Erdoğan’ı ve/veya Türkiye’yi hedef alan düşman dış güçler varken, ülkede canlı bomba adayları dolaşırken, Suruç Katliamı gerçekleşmişken, güvenlik güçlerinin, benzer saldırıları gerçekten engellemek istiyor olsalar, 10 Ekim Ankara mitinginde canlı bombaların patlatılma olasılığını hesaba katmaları ve buna göre önlem almaları gerekmez miydi?
Asıl sorumluların dış güçler olduğuna gerçekten inanıyor olsalar, yandaş yazarların da, içişleri bakanının, valinin, emniyet müdürlerinin ve güvenlik güçlerinin ihmallerini (ve bunlardan bazılarının dış güçlerin talimatları doğrultusunda hareket etmiş olma ihtimallerini) sorgulamaları gerekmez mi?
Pek doğal olarak, toplumun giderek büyüyen bir kesimi tarafından, inandırıcılıktan yoksun bulunuyorlar.
Zaten, bugünkü iktidarın ve yandaşlarının asıl amacı, ikna etmek değil, yıldırmak.
“Bunlar seçimlerle falan gitmez, ne yapsak kurtulamayız” düşüncesinin güç kazanmasını istiyorlar. Sokağa çıkmaktan korkulmasını istiyorlar. “Lanet olsun her şeye” denmesini istiyorlar.
Başarabilirler mi?
Hiç kolay olmadığı, Erdoğan ailesinin Bilal’i İtalya’ya gönderme kararından anlaşılabiliyor...
Ne var ki, kendileri açısından kötü olan ihtimalleri hesaba katarak önlem almaları, başarısızlığa uğrayacaklarının garantisi değil elbette.
Soru şu: Kaçak Saray iktidarının sonunu getirecek, yolsuzlukların ve katliamların hesaplarının sorulmasını ve suçlularının cezalandırılmasını sağlayacak bir halk mücadelesi örgütlenebilir mi?
Evet, Türkiye’de olup bitenlerde dış güçlerin parmakları da var... Evet, Türkiye’de darbe olasılığı da var... Evet, Kaçak Saray yıkılsa, Türkiye’nin gündemindeki temel sorunlar çözülmüş olmaz... Ve dolayısıyla, evet, Kaçak Sarayın yıkılmasından “daha fazlasını” hedeflemeliyiz...
Ama tam da “daha fazlasını” elde edebilmek için, halkı, Kaçak Sarayın yıkılması mücadelesinin öznesi hâline getirebilmemiz gerekiyor.
Halkın kullanacağı oyları küçümsemeden... Oyları koruma çabasını aşağılamadan... İnsanları sokağa çağırırken, güvenliklerini sağlayacak önlemleri almayı ihmal etmeden... Sokağa çıkmayı tek gerçek eylem biçimi saymadan... Farklı (ve bazen daha etkili olabilecek) eylem biçimlerini geliştirmeye çalışarak... Halkın yaratıcı enerjisini açığa çıkarmayı gözeterek...
Mücadele yoluyla somut kazanımlar elde eden bir halk, “daha fazlası” için mücadeleye de daha açık olur.
“İşte bunlar hep emperyalizmin oyunları, oyuna gelmeyin” denerek hiçbir şey yapmamaya ikna edilen bir halkın “çok daha fazlası” için mücadeleye kazanılması ise pek kolay olmasa gerek...