Bir önceki yazımı, yüksek perdeden “Amerika IŞİD’i değil, Suriye’yi vurmaya geliyor” uyarıları arasında yazmış ve Amerika’nın Suriye’yi vurmayı kuşkusuz istese de, mevcut güç dengesinde henüz bunu yapma olasılığının düşük olduğunu savunmuştum. Saldırmak, “kılıftan” çok, güç işidir; büyük devletler, istedikleri zaman “kılıf” bulabiliyorlar. Önlerine sunulduğu da oluyor; Guta’yı, İsrail ve Türkiye’nin “kimyasal” çığlıklarını ve ABD’nin tüm dünyada alay konusu olma pahasına kendi kırmızı çizgilerini çiğneyişini hatırlıyoruz. Bir seferberlik ve hegemonya krizinin fotoğrafını çekme vaktidir.
Yeni Ortadoğu “seferinde” ABD’nin dengelere hassasiyeti dikkat çekici: Şimdiye dek hedeflerini IŞİD ve diğer İslamcı terör öbekleriyle sınırlı tutmakla kalmadı; saldırılardan Suriye ve İran’ı önceden haberdar ettiği ve ayrıca, başta Al Monitor ile diğer haber kanallarında ABD’nin Suriye’de rejime yönelik bir saldırıda bulunmayacağına ilişkin, İran’a doğrudan ve Suriye’ye dolaylı yollardan garanti verdiği duyuruldu. Elbette, siyasette, özellikle de Amerika söz konusu olduğunda, her aktör “sözle verilmiş garantinin” bir değeri olmadığını ve Amerika’nın niyetinin eninde sonunda kendisi için bir Ortadoğu yaratmak olduğunu, kimsenin söylemesine gerek kalmadan pekala biliyor. Buna rağmen, Suriye, İran ve Rusya’dan “Suriye’den habersiz yapılırsa” diye başlayan uyarıları dışında henüz, Guta döneminde olduğu kadar dahi sert bir açıklama görmedik; tersine, Suriye’nin “operasyonlardan şimdilik tatmin olduğu” kayıtlıdır. Bunun, Amerika içindeki ve dışındaki keskin Obama muhalifleri gözünde ikinci bir “kırmızı çizgi skandalı” olarak değerlendirildiğini vurgulamakta yarar var.
ABD’den ‘van minüt’
ABD’nin hedefinde şu an Suriye ordusu yok; ancak IŞİD’in dışında, “vurduğu” yerler var. Bir önceki yazım üzerinden iki hafta geçti. O tarihte AKP henüz “Van minüt, koalisyonda yokuz” diyordu ve Amerikan medyasında her gün bir başka “AKP IŞİD’i destekliyor” haberi okuyorduk; ardından New York’ta BM polisinin Erdoğan ile korumalarının arbedelerini izledik, bir cumhurbaşkanı için “skandal” budur. Erdoğan 11 yıldır iktidarda, ancak siyasetin en basit yasalarını öğrenememiş görünüyor; varlık nedeni olan Amerika’ya “van minüt” diyemez. Suriye macerasında defalarca denedi, son yıllarda her Amerika ziyaretinden söylemi 180 derece değişmiş döndü. Kendisi imam-hatipleriyle Türkiye’den bilimi kovmaya çalışsa da maddenin yasaları işlemeyi sürdürüyor, bu kez de öyle oldu. Joe Biden, Perşembe günü Harvard’daki konuşmasında, Erdoğan’ın kendisiyle görüşmesinde “Siz haklıydınız,” dediğini ifşa etmekle kalmadı, Suriye’de IŞİD’den ziyade Esad’a saldırmak istediği sır olmayan Sünni müttefiklerini hedef aldı.
‘En büyük problem’
Biden’ın açıklaması netti: “Bölgedeki müttefiklerimiz, Suriye’deki en büyük problemimizdi,” dedi ve Suudiler ile Emirlikler’in ve Hürriyet kendi haberinde sansürlese de, bir de Türkler’in Esad’la savaşacak her cihatçıya yüz milyonlarca dolar para ve on binlerce ton silah akıttılarını söyledi. Ertesi gün, Biden’ın bıraktığı yerden, zamanında “van minüt” için “harcanan” moderatör David Ignatius Washington Post’ta devam etti; bugünkü IŞİD’i, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün “var ettiğini” yazdı. Washington Post’un, Ignatius’un kalemi aracılığıyla bu işte Amerika’nın payı olduğunu da açıkça kabul etmeyi seçmesinin de ayrıca önem taşıdığını söylemek gerekiyor.
Ölçüsüz İslam
Amerika, geç de olsa, Esad’ı indirmenin kolay olmadığını anladı. Hem, Erdoğan ile Davutoğlu’ndan farklı olarak, indiremeye gücü yetmediği sürece bunda açıkça ısrar etmenin siyasal faturasının büyük olduğunu biliyor, hem de geleceklerini Esad’ın inişine ya da kalışına bağlayan Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin, fevri çıkışlarını dizginlemek ve onlara “sonuç alabilecek şekilde” iş gördürebilmek zorunda. Amerika’ya göre, Katar Müslüman Kardeşler’e, Suudi Arabistan da IŞİD’e ve Sisi’ye verdiği destekte fazla ileri gitti. Suudi Arabistan’ın Mursi’nin indirilişinde oynadığı rol, hâlâ Amerika ile ilişkilerinde en sorunlu başlıklardan birini oluşturuyor. AKP ise ölçüsüzlükte hiçbirini aratmıyor. Katar dahi kovmak zorunda kaldığında Müslüman Kardeşler’e kucak açıyor, Amerika’nın kabullenmeyi uygun gördüğü Sisi’ye darbeci diye bağırmaya devam ediyor. Bu “müttefik” ülkelerin kendi aralarındaki kavgaları cabası.
Esad mı, terör mü
Aynı durum, ABD’nin diğer müttefikleri, devlet olmayan aktörler için de geçerli; ÖSO ve Suriye’ye karşı harekete geçirebildiği bazı Kürt partileri koalisyonları, çeteler olarak Suriye halkına büyük acılar çektirmelerine karşın, hiçbir zaman birlik içinde, ciddi bir güç oluşturamadı. Cenevre’de ABD’nin Suriye muhalefeti diyerek çıkardığı toplamı kimse ciddiye almadı. Sonuçta, bugün ABD Cenevre doktrininde Rusya’nın argümanına yaklaşmış görünüyor. Cenevre’de ABD’nin argümanının “Tartışma konusu Esad’ın inmesidir” ve Rusya’nınkinin “Hayır, tartışma konusu Suriye’deki teröre karşı uluslararası bir koalisyon kurulmasıdır” olduğunu da unutmamak ve unutturmamak gerekiyor.
‘Viable güç’
Bugün kurulan uluslararası koalisyon o koalisyon mu? Elbette hayır; bunu Rusya da biliyor. Ama gerçek şu ki, bütün “artniyetleri” bir yana, Amerika’nın “koalisyonu” henüz topal; İngiltere ve Fransa “sadece Irak’ta varız” diyor. ABD şu an Suriye ordusunu vurmayı göze alamadığından, Ortadoğu savaşını zamana yayıyor. Sünni müttefiklerini “hizaya getirecek”, bir ölçüde laisizasyon aşılayacak ve başarabilirse, Suriye Kürtleri’ni de yanına çekerek “hamiliğini” AKP’ye verecek. Gene başarabilirse, her tutmaya çalıştığı yerden elinde kalan müttefikler ile çetelerden “viable”, yani yaşayabilir bir askeri güç ve “muhalefet” doğuracak.
Elbette, Rusya, İran ve Suriye’nin oturup bunu bekleme niyetleri yok. Suriye Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar, geçtiğimiz hafta içinde, Rusya ve İran’ın da IŞİD karşıtı koalisyona katılabileceğini belirtti. Birincisinin Suriye’ye askeri destek verdiğini, ikincisininse “sahada” olduğunu biliyoruz.