Yeni ve içinde olduğumuz bir hareket bu. Ama pek de bilince çıkarmış olduğumuz söylenemez bu “içinde” olma halini. Üzerine düşününce akla yatkın geliyor. Yine de bu hareket nereye gidiyor, ne işimize yarar, gerçek bir dönüşümün öznesi olabilir mi, “kendiliğindenliğin” ötesine nasıl geçer vb. pek bilinmiyor.
Ağ üzerindeyiz çoğumuz artık. Ağ içindeyiz. Bağlantı ve iletişim içerisindeyiz. Toplumun farklı kesimleri ve katmanları (sınıfları be kardeşim!) için farklı “bağlılık oranları” söz konusu olsa da, her kesim ağda. En alttaki hariç değil.
Bu elbette bir farklılık yaratıyor. Ama nasıl ve hangi yönde? Neye yarar ya da yarayacak? Neyi, nasıl değiştiriyor/değiştirecek?
Her köşesinden, her sorusundan, her sorun alanından yakalayıp kurcalamaya müsait.
Paul Mason da öyle yapıyor. Kurcalıyor ve umut çıkarıyor. “Kapitalizm Sonrası”nı ararken farklı sorun alanlarını kurcalayıp yokluyor; “kısa ve uzun dalgalar” ile “gerçek veriler” üzerinden geleceğe dönük “projeksiyon”, hatta gerektiğinde “spekülasyon” yapmaktan kaçınmıyor. En alttakilerin ve onların kademe kademe birazcık üzerinde yer alabilen diğer alttakilerin ve giderek aşağılara doğru çekilen ortadakilerin hoşnutsuzluklarının kökten bir çözümü için, bu ağ ne gibi fırsatlar sunuyor? Sorguluyor.
Hoşnutsuzluğu sorgulamanın ise pek bir gereği yok herhalde. Hoşnutsuzlar çünkü geçinemiyorlar. Dışarıda kalmayalım: hoşnutsuzuz ve geçinemiyoruz. Gelecek belirsizlik ve güvencesizliklerle dolu. Uzak da değil, yakın gelecek. İnsan evladı potansiyellerini gerçekleştirmekten bir hayli uzak. Potansiyel çok da, gerçekleşme oranı pek düşük. Çevre, doğa, iklim bitmekte. Kent, rant ve trafik her geçen gün daha da bunaltmakta. Dine, dogmaya, otoriteye dayalı karanlık yayılmakta. Eğitime, sağlığa para yetiştirme endişesi büyük. Tüm temel hizmetler niteliksiz. Üstelik paralı ve giderek daha da pahalanıyor. Böyle bir ortamda insan insanın kurdu haliyle. Elle tutulur, gözler görülür “topyekûn bir kurtuluş” imkânı gözükmediği müddetçe, kim, kimi, nasıl kazıklayacak, ona bakıyor. Sayalım mı daha? Malumun (hoşnutsuzluğun) ilamında durmak gerekir bir noktada.
Ağ var, hoşnutsuzlar var, ağda hoşnutsuzlar var… bu durumda hoşnutsuzlar ağda neler yapabilir, ona bakmak lazım meselenin özünde. Un, yağ, şeker vb. helva meselesi işte!
Ağdayız, bağlıyız ve hoşnutsuzuz. Kendi (dar) çevremize, kendi gettomuza, kendi (siyasi görünümlü) aşiretimize kapanıp kalmadan, ağın ve hoşnutsuzluğun genişliğinde, ortaklaşmacı, dayanışmacı, eşitlikçi/özgürlükçü çıkışlar için neler yapabiliriz?
Ağın karşısında ya da karşı kutbunda, onu etkisizleştirmeye, manipüle etmeye, esas olarak da onun mevcut sistem için tehditler barından özelliklerini ve potansiyellerini ezmeye/hiçleştirmeye dönük bir otorite/hiyerarşi var kuşkusuz. Onu tümüyle karşımıza alıp deşifre ederek işe başlayabiliriz belki. Söz konusu hiyerarşik yapının siyasi ve toplumsal-ekonomik kanatlarını, ayrı ayrı. Büyük sermayeye de ulaşırız mutlaka. Yüzde 1’e. Yüzde 1’in dönemle ve dönemin gerekleriyle tümüyle uyumsuz çıkarlarını ortaya koymalıyız bir güzel. Ağa sansürcü yaklaşımlarını. Çevresel yıkıma dönük hiçbir köklü çözüm üretmeyen, küçük ve pazarlama odaklı oyalamalarını. Yüzde 1’in has evlatlarını da unutmamalı. Sermaye iktidarına/çıkarlarına bağlı despotik otoritenin dayatmalarını…
Bir yandan da sermaye iktidarına/çıkarlarına bağlı “kurumlar”ın ağ huzurunda çatırdamasını da hedeflemeli, bunun için olanakları zorlamalı. Hemen her kurumdan çıkabilecek ve ağ bağlantılı dünyada gerçekleri ifşa edebilecek “whistleblower” (“vicdanlı ihbarcı” ya da “halkçı ihbarcı” diyelim dilerseniz, diğer muhbirlerden ayrılsın!) kardeşlerimizin açıklamalarını çoğaltmalı, onlara yüklenmeliyiz. Lermontov’dan miras, “Çağımızın Bir Kahramanı” her biri. Ağ-hiyerarşi karşıtlığında, hiyerarşiye karşı en büyük tehditlerden biri. (Sonuncu şövalyemiz, Cambridge Analytica’dan çıkan Christopher Wylie kardeşimiz).
Peki, manipüle etmeye, ezmeye/hiçleştirmeye çalıştıkları diğer potansiyel tehditler neler? Paul Mason’ın yazdıklarını özetlemeye çalışalım bunun için:
- Evet, işbu hiyerarşik düzenin, bugünkü sistemin taşıyamayacağı, kabul edemeyeceği, onunla uzlaşmaz bir karşıtlık içerisinde olan şeyler var bir yandan da. Bilgi en başta. Bilginin hızla, kolayca, eşitçe yayılabilmesi ağ çağında. Ağın oluşturduğu yeni durum sayesinde, metalaşmaya karşı durabilen, değişim değerinden sıyrılabilen, karşılıksız edinilebilen güçlü ve elastik yapısı bilginin.
- Ağ bazlı işbirliği/dayanışma/paylaşma, karşılıksız çalışma ve maddi bir karşılık beklemeden ortaya herkese açık, faydalı işler çıkarabilmek var sonra. Wikipedia mesela. Ağın sınır tanımaz ölçeğinde, en büyük ve yaygın işlerden biri. Daha ulusal, yerel işler yapanlar da var elbette. Solcu oldukları için burs hakları elinden alınan öğrencilerden KHK’li öğretmenlere ağın olanaklarından yararlanarak her tür dayanışma ağı geliştirilebiliyor. Çoğaltmalı.
- Tüm insanların, hoşnutsuzların bu süreçlere eşit ve şeffaf bir biçimde dahil olma, katılma/paylaşma gücü var bir de. Biz internetle birbirine bağlanan, fikir alışverişinde bulunan, icabında dayanışan, bir dayanışma ağı örgütleyebilen hoşnutsuz emekçiler öncekilerden farklıyız. Diğer ayrımları (kafa-kol, mavi yaka-beyaz yaka, hizmet-sanayi vb.) aşabiliyoruz bir şekilde. Ağda başkayız. Eş-ortağız. Yeni bir diğer durum bu da. ( O halde parantez içinde bir de uyarı yanında: Bunaldığımızda, sıkıldığımızda, sadece eğlenceye yüklenip “yararı”nı unuttuğumuzda, sosyal medyada çok vakit kaybettiğimizi düşünüp bocaladığımızda vb. vb. ağı küçümserken [ki bunu da bizzat ağın içinde yapıyoruz genelde] dikkatli olmakta fayda var. Tüm insanların ağ bağlantılı ve dahi hoşnutsuz olmasında, yeni katılımcı mekanizmalara açık olmasında büyük potansiyeller var! Gezi ve çağımızın diğer eylemleri de gösterdi, ağ ve sokak arasında artık ayrılmaz bir bağ var. )
- Herkesin daha fazla boş zamandan faydalanmasını sağlayabilecek, hatta tümüyle boş zamana yol açabilecek bir bolluk durumu var bugün aslında. Teknolojik altyapısı ve ağ bağlantılı olanakları hazır durumda. Ve “hiyerarşik yapı” ile onulmaz bir çelişki içerisinde. Bolluk var ama yüzde 1 ile yüzde 99 arasında bölüşümü mesele. Bolluk içindeki yokluğun/yoksulluğun fotoğrafını büyütmeli, asmalıyız ağın dört bir yerine. İsrafın önüne geçen, bolluğu eşitçe paylaşabilen, temel hizmetleri parasız ve nitelikli verebilen, geçim derdini ve gelecek endişesini tarihe gömen kapitalizm sonrası bir düzenin bilinci ve özlemiyle.
- Yaşlanan nüfus var bir yandan da. Yepyeni bir durum daha. Daha önce ortalama yaşam süresi (beklentisi) hiç bu kadar ileriye gitmemişti. İyi bir gösterge. Ve emeklilik hakları, yani yaşlıların geçim derdinden görece uzak durabildikleri sosyal hakları, hiç bu kadar törpülenmemişti. Feci bir gösterge. Ve sistem kâr ve daha fazla kâr güdüsüyle hareket ettiği için daha da fazla törpülemek zorunda ve nüfus da her geçen yıl daha da fazla yaşlanma eğiliminde. Mevcut sistemde çözülemeyecek ve giderek büyüyen bir çelişki daha. Ya da ağ bağlantılı hoşnutsuzların kapitalizmi yıkıp aşan eşitlikçi/özgürlükçü talepleriyle rahatlıkla çözülebilecek bir mesele daha.
- Son olarak ekolojik tehdit diyelim dilerseniz. İklim/çevre/doğa bitmekte ve bu “hiyerarşik yapı”yı pek ilgilendirmemekte. Ağ bağlantılı hoşnutsuzlar için ise temel bir diğer mesele.
Paul Mason’ın yazdıklarının ya da yazılanlardan zihnimde kalanların/kırılanların özeti böyle. (Yerel örnekler de bize ait tabii). Çizilen çerçeve akla yatkın gerçekten de. Zihni açan kitaplardan zaten, bir dolu soru işaretiyle birlikte… Ne olursa olsun, “kapitalizm sonrası”nı, yeni bir sistem ihtiyacını ve zaruretini açığa çıkarıyor tüm çıplaklığı ile. Ağ sayesinde, ağda birbirine bağlanıp ortak hareket etme potansiyeli taşıyan hoşnutsuz emekçi kitleler sayesinde, hiyerarşiyi alt edebilecek yeni bir sistemi...
Tarihiyle birlikte ve bütünsel olarak bakıldığında; ilerlemeyi sağlayan sistem, bu ilerlemeyi (daha doğrusu ilerlemenin sonuçlarını) taşıyamayan bir sistem haline dönüşünce, yeni bir sistem ihtiyacı hasıl oluyor. Ya da bu zaten (üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki dolayısıyla) “nesnel olarak” var ama ilerlemenin artık taşınamayan, sürdürülemeyen diğer unsurlarıyla daha belirgin hale geliyor. Zamanla bu yeni sistem ihtiyacı, bir zorunluluk haline; sistemi bu zorunluluğa doğru ittiren dinamikler de tümüyle “sürdürülemez” hale dönüşüyor. Kökten değişim, yani devrim kaçınılmazlaşıyor. Bu kadar basit aslında. Ama gerçek hayatta bu basitlikte gerçekleşmiyor hiçbir şey; yıllar, on yıllar, bazen yüz yıllar alıyor. Ah tarih!
“Ah tarih” dediğimiz şeyi, “ağın yeni tarihi” ile hızla aşabilir miyiz peki, işte bir diğer mesele!
Ağda her şey çok hızlı olduğu, çok hızla dönüştüğü için ümitli bir mesele…