Kısa bir yazı olacak. Net bir çerçeve çizmeyi ve iki saptamada bulunmayı amaçlıyorum. İçeriğe ve ayrıntılarına ilişkin daha sonra çok yazar ve tartışırız.
1) Geçtiğimiz Salı günü Çağlayan Adliyesi’nde dört dörtlük bir devlet terörü ve yargısız infaz vakası yaşanmıştır. Savcı ve onu rehin alan iki genç, polis tarafından katledilmiştir.
“Operasyon başarılı mıydı, değil miydi? Savcının kurtarılamadığı ve herkesin öldüğü bir operasyona başarılı denir mi?” diye tartışmanın hiç gereği yok. Evet, operasyon başarılıdır; çünkü bence bu sonuç hedeflenerek yürütülmüştür. 9 metrekarelik bir odaya önce bombayla müdahale edip sonra 100 kurşun sıkmanın başka bir açıklaması yok.
AKP devleti, krizi can kaybı olmadan çözmeyi ve rehin alınan savcıyı kurtarmayı -becerememiştir değil- istememiştir. Herkesin ölmesi işlerine gelmiştir. Bu yönde bir karar alındığını ve uygulandığını düşünüyorum.
Bunun adı katliamdır ve olayın esası budur.
2) DHKP-C eylemine bazı sosyalistler tarafından methiyeler düzülmesi son derece yanlıştır ve vahim boyuttaki bir apolitizmin göstergesidir.
Bu eylem nerelerde, ne amaçla planlandı, bu konuda somut bilgi sahibi olmadığım için aşırı yorumlar yapmak ve spekülatif şeyler yazmak istemiyorum. Ama şu konuda çok net olmak ve lafı hiç dolandırmadan ortaya koymak gerekir: Bu, yanlış bir eylem çizgisidir. Devrime, devrimci mücadeleye, emekçi davasına hizmet eden, onu güçlendiren değil, tam tersine onu zayıflatan, emekçi kitleler nezdinde güç kaybedilmesine yol açan bir eylem tarzıdır. Bu tür eylemler faşizmi geriletmez, tam tersine faşizmin tabanını genişletir ve zeminini hazırlar. Bunu net olarak tespit etmezsek, özellikle genç arkadaşlarımızı yanlış yönlendirmiş ve savunmasız bırakmış oluruz.
Böyle yazdığım için, bana “revizyonist, korkak, devrim kaçkını, tuzu kuru vb” diyebilirsiniz; ne derseniz deyin… Geçmişte bu tür yüzlerce eylemi yaşamış ve sonuçlarını görmüş bir kişi olarak bu saptamayı net biçimde yapma sorumluluğu taşıyorum. Aynı sorumluluğu, hiç -eylemcilerin nasıl gözü kara oldukları, ölüme nasıl güle oynaya gittikleri türünden- hamasete kaçmadan, deneyimli her sosyalist göstermelidir. Sorumlu olalım, politik tutum alalım ve yanlış-doğru eylem çizgileri arasındaki sınırları bulanıklaştırmayalım. Ne 60’larda ne de 70’lerde yaşıyoruz. Bu ülkenin sosyalistleri doğru eylem tarzının ne olduğuna ilişkin engin bir deneyime sahipler. Bu birikimi genç devrimcilere aktarmak zorundayız. Aktaralım ki aynı hatalar yapılmasın; ille yapılacaksa artık daha rafine hatalar yapılsın.
Devrimci cesaretin kaynağı emekçi kitlelerin mücadelesidir, bireysel ruh halleri değil. Kuramsal konuşmayalım, pratikten gidelim. Bizim çizgimiz Haziran Ayaklanmasının çizgisidir. Mümkün olan en geniş kesimleri kapsamayı, güç biriktirmeyi, haklı zeminde kalmayı gözeten kitle çizgisi. Haziran çizgisi ile DHKP-C eyleminin çizgisi birbirine terstir.
Göreceksiniz bu halk önünde sonunda o Kaçak Saray’ı (Adliyedeki oda da neymiş) basacak ve diktatör heveslisini (savcı da kimmiş) tepeleyecek. Emekçi halkımızın fedakâr ve gözü kara gençlerini, kitle hareketinin öncü gençlerini asıl bu büyük eylemde göreceğiz. Devrimci şiddet nasılmış, bireysel ve amaçsız şiddet ile arasındaki fark neymiş, o zaman göreceğiz. Haziran’da kendiliğinden olanını gördük, örgütlü olanını da göreceğiz.