19. yüzyıl Rus devrimcilerinden Pyotr Tkaçev’in, yeni düşünceleri (ya da yeni düzeni) benimseme yeteneğinden yoksun olmaları nedeniyle, devrimden sonra, 25 yaşın üstündeki herkesin öldürülmesi gerektiğini savunduğu söylenir.
Marx’ın işçi sınıfı devrimciliği anlamındaki komünizm düşüncesini 25 yaşında benimsediğini, Lenin’in ilk önemli Marksist eserlerinden biri olan Halkın Dostları’nı 24 yaşında yazdığını, Fidel Castro’nun Marksizmi 23 yaşında benimsediğini, Hugo Chavez’in Venezüella Halk Kurtuluş Ordusu’nu 23 yaşında kurduğunu ve Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın, THKO, THKP-C ve TKP-ML’yi kurduklarında 22-24 yaşlarında olduklarını göz önünde bulundurursak, çok boş bir düşünce değil gibi!
Amerikan yeni solu, 1960’lı yıllarda, başka pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da daha ılımlı bir tutum benimsemiş: “30 yaşın üstündeki hiç kimseye güvenmeyin!”
Tkaçev’i hatırlamama, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) üyelerinin çıkardığı Yeni Yazılar dergisinin Kasım-Aralık 2015 tarihli 10. sayısı neden oldu. Özellikle de, gençliğin 1 Kasım seçimleri sonrasındaki mücadele hedef ve araçlarının tartışıldığı ilk yazı...
Söz konusu imzasız, yani Yayın Kurulu’nu bağlayan yazıda iddialı saptamalara yer verilmiş. Örneğin:
“Türkiye solunun bütün kesimleri Haziran Direnişi’nde iflas etmiştir. Bu nedenle, Türkiye solu yeniden kurulmak zorundadır. Kuruluş görevi yine gençliğin omuzlarındadır.”
Yakın geçmişteki “yan yana geliş modelleri”nin başarısızlıkla sonuçlandığı ve gençliğin bu başarısızlığın nedenlerini birlikte tartışması gerektiği vurgularını da içeren yazıda, 25 yaşın (herhalde epeyce) üstündekiler hakkında şu değerlendirmeye yer veriliyor:
“Gençlik, bu tartışmaları yaparken, gölgeden başka herhangi bir ihsan eylemeyen ‘abi’ler geri çekilmelidir. ‘Abi’lerin gölgesinde geçen herhangi bir tartışma bugüne kadar gençlik mücadelesini ilerletmemiş, tersine gençlik ‘abi’ tahakkümünden kurtulduğu oranda atılımlara imza atmıştır.”
Bu söylenenlerin aşırı genellemeci ve dolayısıyla da kaçınılmaz olarak eksikli ve en azından kısmen yanlış olduğu ileri sürülebilir elbette.
Dahası, FKF’li kardeşlerimizin görece sık kullandığı bazı sloganlara (haklı olarak) benzer eleştirilerin yöneltilebileceğini düşünüyorum (örneğin, “Gençlik hiç aldanmadı”).
Ne var ki, “meselenin özü”nün yeterince açık olduğu ve bu sadelikle/netlikle dile getirilmeyi hak ettiği kanısındayım.
Her şeyin en iyisini ve en doğrusunu bilen “abi”lerin ellerini kollarını bağlayan yok. Gençleri de ikna edebilecek olan hedefler tarif edebilseler, somut kazanımlara ulaşmanın yollarını açsalar, ortada bir tartışma kalmaz. Geçmişte yapamadıklarını önümüzdeki dönemde yapmalarının önünde de bir engel bulunmuyor. Ayrıca, gençlerin yaptıklarını “eleştirmeye”, onları “uyarmaya” devam etmelerinin önüne hiç kimse geçemez.
Ama Türkiye’de sol siyasetin bazı ciddi tıkanıklıklar yaşamakta olduğu da, bugüne kadarki hazır reçetelerimizin bu tıkanıklıkları aşmamızı sağlayamadığı da açık.
12 Eylül’ün en karanlık günlerinden çıkış döneminde, en azından bazı sol örgütlerde, genç kadrolar, “abi”lerin dediklerini yapmanın ötesine geçen görevler üstlenmek zorunda kalmıştı. Ve bu sol örgütler, “abi”lerin mutlak ağırlık sahibi olduğu örgütlere göre daha hızlı ilerlemeler kaydedebilmişti.
Bugün de, gençlerin siyasal ve teorik yaratıcılıklarına daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Yeni Yazılar dergisinde, sadece “abilere isyan” yok, bu arada... Örneğin, “muhalif” olmanın ve “direnmenin” yanına “kuruculuk” ve “yöneticilik” öğelerinin eklenmesi gereği üzerine tartışılıyor. Örneğin, ülke ölçeğindeki merkezî mücadele başlıkları ile yerel ölçekli mücadeleler arasındaki bağların ne şekilde kurulması gerektiği sorgulanıyor. Örneğin, üniversiteli gençliğin üniversiteler dışında siyasal mücadeleye hangi alanlarda ve ne şekilde katkıda bulunabileceği ele alınıyor. Kısacası, Türkiye devriminin yolu aranıyor.
Genç arkadaşlarımız, böyle yaparak, daha ciddi eleştirileri de hak etmiş oluyor elbette.
Ama unutmasınlar: “Abi”lerin taktiklerinden biri de, sessizlikle boğmaya çalışmaktır!