TİK ekonomik açıdan Osmanlı’dan net bir kopuşu gösteriyordu. Bu açıdan bakıldığında ilerici bir hareketti. Diğer yandan kalkınma biçimi olarak kapitalizmin seçildiğini de görmek gerekir. Belki de iki yıl önce 1921’de Sovyetlerde NEP (Yeni Ekonomik Politika; kontrollü olarak özel mülkiyete izin verilmesi) dönemine girilmesi de etkili olmuş olabilir, bilemiyorum. Burada kritik nokta sanayileşmenin gerçek anlamı olan ‘üretim aracı üretmek’ hedefinin TİK’de olmamasıdır.
Kitaplarda konuya göre bir ayrım veya dizin olmadığından ve belki de günce tarzında yazıldığından aynı konudaki sözleri bir arada görebilmek olanaksız, kitapların tümünü not alarak okumanız gerekiyor.
Kentin değerlerine sahip çıkılması, kent hakkının bir parçasıdır; kentin değerlerini başkalarının tekeline bırakmamak gerekir.
Birkaç versiyonu olan bu öyküde Marcel Proust ve James Joyce Mayıs 1922’de bir partide karşılaşıp tanışırlar. O kadar az konuşurlar ki karşılıklı sorularına “hayır” dışında yanıt vermezler. Bu “hayır”lar arasında birbirlerinin kitaplarını okuyup okumadıkları da vardır. İkisi de olağanüstü belleğe sahip bu iki kitap kurdunun anlamlı bir sohbeti, edebiyat dünyasına etkileyecek, yolunu değiştirecek noktalara gidebilirdi. Yazık olmuş.
Evet, anılar güzeldir; insana anımsatır, öğretir, düşündürür… Bence herkes tarihe tanıklık ettiğini
düşündüğü anda anılarını yazmaya başlamalı.
Romanın içerisinde o kadar çok malzeme, o kadar çok öykü var ki, pek çok yazar sadece burada anlatılanları ayrı ayrı kitaplaştırarak tüm edebiyat yaşamını geçirebilir. Zaten pek çok yapıta da esin kaynağı olmuştur Sefiller.
Dikkatinizi çekmiştir, sergilerin arkasında büyük sermaye grupları var. Sabancı, Borusan, Folkart gibi. Son anda gelen bile Aydın Doğan Vakfı. Hatta kimisi aracı da değil, doğrudan kendi koleksiyonundan parçaları sergiliyor; Arkas gibi. Garip bir duygu, ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yandan seviniyorum aslında; insanlığa ait mirası koruyorlar diye. Birgün nasıl olsa tümünün kamuya aktarılacağından hiç kuşkum yok; o güne dek iyi saklanmaları gerekiyor. Herkesin yaşamda yapabileceği önemli bir iş vardır.
Binlerce yıldır insanlar bilmediklerinden korkup tapınmaya başlıyor. Sonra ortaya çıkan dinci gericiliği, toplumun egemen gücü bir biçimde kullanıyor. Sonuç, sömürü ve baskı.
Pekünlü Davası bir kırılma anıydı; sonrasında yaşananlar ve tasfiyelerle bugünlere geldik. Biliyorum ki ileride Pekünlü Dosyası’nın yeniden açılmasıyla bu topraklar hak ettiği üniversiteye kavuşacaktır.
Şaka gibi ama ne yazık ki gerçek. Yaptıkları basit bir hata değil, yapılması gerekenin tam tersini yapan bir YÖK var karşımızda.