Yazımın başlığını okursa, sermaye sahipleri tedirgin olabilir. Düşünsenize şimdiye dek el koydukları, hatta kimilerinin kuşaklar boyu el koyduğu, tüm zenginlikler ellerinden gidecek. Dahası, belki de bundan sonra kendileri için özel yasa çıkmayacak, kendilerine özel ihale olmayacak. Onlar da herkes gibi yetenekleri ve bilgileri ölçüsünde çalışıp ve yine herkes kadar kazanacaklar! Kâbus gibi olsa gerek. Yirmi kez para batırıp, bunu devlete ödetip, yirmi birinci işte iyi bir yatırım yaptıklarında “deha” olarak adlandırılamayacaklar! Ne acı.
Peki, bu sözden komünizm propagandası çıkar mı? Çıkmaz, çünkü komünizm düşüncesinden çok önce, toplum sınıflara ayrılmaya başladığından beri zenginden alıp fakire verme düşüncesi hep var olmuştur; Robin Hood ile, Köroğlu ile, Spartacus ile, Börklüce ile…Evet, ben propaganda yapıyorum ama sadece bu başlık ile değil çünkü komünizm daha gelişmiş bir toplumsal ve ekonomik yapıya denk gelir; yazının başlığı ise ancak bir başlangıç olabilir, o kadar. Diğer yandan, bu kadarı bile korkutucu olsa gerek ki, olanaksızlığıyla ilgili teori geliştirmeyi de bırakmıyorlar. Örneğin “Robin Hood paradoksu” gibi. Buna göre zenginden alıp fakire verince, zenginler fakir, fakirler zengin olurmuş; yani bir şey değişmemiş olurmuş! İnanmayacaksınız ama bu söylemi ciddiye alanlar var! Yuh diyorum, ne diyeyim; sanki zengin-fakir sayısı eşitmiş gibi, sanki dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yarısına denk gelen 3,6 milyar insanla eşit değilmiş gibi.
Dediğim gibi, eşitlik düşüncesi sınıfların olduğu her yerde, hep var olmuştur ve Anadolu bu açıdan çok verimlidir. Örneğin, zalime karşı halkın yanında olan, zenginden alıp, fakire veren Köroğlu, tarihsel kaynaklarda sıradan bir Celali isyancısı olarak adı geçse de, sözlü kültürde halk kahramanı konumuna yükselmiştir.
Bu konudaki en yetkin kaynak olarak Pertev Naili Boratav’ın, ilk baskısı 1931 tarihli olan Köroğlu Destanı adlı incelemesi kabul edilir. Köroğlu’nun 16. yüzyıl sonlarında yaşadığı, hatta Osmanlı ordusuyla seferlere bile katıldığı söylense de, hakkındaki rivayetler farklıdır. Bugün için Köroğlu Destanı’nın tam metin olarak Paris, Özbek, İstanbul ve Tobol rivayetleri (versiyonları) bulunmakta ve anlatılanlar bütünüyle birbiriyle örtüşmemektedir. Üstelik buna kısa parçalar halinde, bütünlüğü olmayan on civarındaki diğer metin de eklenince farklılıklar artmaktadır. Arada şunu söyleyeyim, metinler isimlerini bulundukları yere göre almaktadır ve en kapsamlısı (150 sayfa civarında) Paris rivayetidir. Halk kendisi için savaşan, yaşamını tehlikeye atan kahramanlarına sahip çıktığı için, bütün iyi kabul ettiği özellikleri onlara yüklediği için, metinler arasında farklılıklar olması garip değildir. Destanlar, masallar, din, rivayetin yazıldığı zaman ve yer metne girmekte ve onu değiştirmektedir. Ayrıntılar değişir ama Köroğlu Destanı’nın özü değişmez: zulme ve eşitsizliğe başkaldıran Ruşen, babasından dolayı Köroğlu adını alıp, “deliler” diye adlandırılan yoldaşlarıyla dağa çıkar ve savaşır.
Zenginden alıp fakire verme düşüncesinin komünizm olarak algılandığını söylemiştim. Kitabın yazarı Pertev Naili Boratav da, biliyorsunuz Korkut Boratav’ın babasıdır, 1948 yılında komünist olduğu gerekçesiyle üniversiteden tasfiye edilmişti. Sonra Fransa’ya yerleşip akademik çalışmalarına orada devam etti ve Türkiye en önemli bilim insanlarından birini böyle yitirmiş oldu. Köroğlu Destanı bu açıdan da okunmalı. Ben bilimsel çalışmalara fen bilimleri açısından bakan ve hatta sosyal bilimlerin bile ne kadar bilim olduğunu zor kavrayan bir kişi olarak beşerî bilimler denilen “art and humanities”de nasıl bilimsel çalışma yapılır bunu bir kez daha gördüm Boratav’ın kitabında.
Köroğlu ile benzer bir biçimde Osmanlı iktidarına isyan eden Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal arasında zenginden alıp fakire verme konusunda bir paralellik bulunmaktadır. Köroğlu’ndan yaklaşık 150 yıl önce yıl önce yaşamalarına karşın Bedreddin ve Börklüce hakkında bilinenler daha fazladır. Bunun nedenini tartışmadan önce kısaca dönemi ve olayları anımsamakta yarar var:
1402 yılındaki Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid, Timur’a yenilince Osmanlı toprakları üzerinde karışıklık baş gösterir. Fetret devri olarak bilinen on yıllık süre içerisinde Bayezid’in oğulları arasında bir iktidar mücadelesi olur ve Bedreddin, şehzadelerden Musa Çelebi’nin kazaskeri, Börklüce Mustafa da onu kethüdasıdır. Sonunda 1413 yılında Çelebi Mehmet kardeşlerini tasfiye ederek iktidara gelir. 1416 yılında ise eşitlik ve ortak kullanım talepleriyle İzmir Karaburun köylüleri Börklüce Mustafa önderliğinde ayaklanır. Üstüne yollanan ilk iki orduyu bozguna uğratan Börklüce, üçüncü ordu karşısında tutunamaz yenilir ve çarmıha gerilerek öldürülür. Sonrasında, Manisa’da ayaklanan Torlak Kemal ve Trakya’da Şeyh Bedreddin’in de sonu aynı olur. İzmir Akdeniz Akademisi’nin 2016 yılında düzenlediği Uluslararası Börklüce Mustafa Sempozyumu kitabında, Börklüce ekseninde dönemi ayrıntılarıyla ele alan bildiriler yer alıyor.
Fetret devrindeki mücadelelerin elbette bir ekonomik temeli vardı; yoksa buna basit bir taht kavgası olarak bakmanın yanlış olduğu kanısındayım. Werner’e göre Osmanlı’nın ilk dönemlerinde iki ekonomik düşüncenin çatışması vardır: Yağma yoluyla artığa el koyma anlamına gelen Gazi ideolojisi ve feodal ilişkileri geliştirip, artığa vergiler yoluyla el koyma anlamına gelen diğer ideoloji1. Çelebi Mehmet ikinciden, yani feodalizmden yanayken, Musa Çelebi daha geri bir üretim ve devlet yönetim biçimi olan Gazi ideolojisinden yanaydı. Bu açıdan bakıldığında ilk dönemde Musa Çelebi’nin yanında yer alan Bedreddin ve Börklüce “geriyi” temsil ediyordu. Zaten Halil İnalcık da, “Reâyâ, hiç kuşkusuz, Orta Çağ Avrupa’sının serflerinden daha şanslı bir durumdaydı. Aradaki başlıca fark, Osmanlı köylüsünün merkezi bir devletin ve merkezi bir hukuk sisteminin koruması altında yaşamasıydı”2 derken bunu anlatıyordu. Ama daha şanslıydı o kadar, yoksa bu tımarlı sipahilerin vergiler yoluyla da olsa köylü üzerinde baskısı olmadığı anlamına gelmiyordu. Zaten bu baskı Börklüce isyanının temel nedeni olmuştur ve hızla eşitlikçi ve kolektivist talepler öne çıkmıştır. Aslına bakılırsa ne Bedreddin’in Varidat ne de Börklüce’nin Tasvîru’l-Kulûb kitabında, ki her ikisinin de açıklamalı yeni baskıları kitapçılarda var, böyle bir talepleri yoktur. Her ikisi de sufî kimliklere sahipken, farklı din ve etnik gruplardan insanın katılmasıyla, hareketleri eşitlikçi, kolektivist bir yöne evrilmiştir.
Peki, Börklüce ve/veya Bedreddin hareketi başarıya ulaşsaydı ne olurdu? Tarihe böyle bakılmaz ama 1400’lü yılların üretici güçlerinin gelişim düzeyi düşünülürse, bence eşitlikçi bir düzen oluşturmanın koşulları yoktu. Yine bence, Börklüce en fazla yeni bir sultan olurdu. Kimi hareketler, bu yüzden kaybedince büyür, toplumsal kültüre katkılarıyla; kaybettiği için Börklüce’yi, Bedreddin’i bugün saygıyla anıyoruz. Zaten ikisi de ölümlerinin hemen ardından efsaneleşmişlerdir. Diğer yandan anakronik (şaşzaman3) hareketlerin başarı şansı olmaz. Tıpkı Heron’un milattan sonra ilk yüzyıl içinde yaptığı buhar makinasının, uygulamaya geçebilmesi için 700 yıl beklemesi gerektiği gibi. Sonuçta, Ümit Hassan’ın dediği gibi4 “Bedreddin hareketinin ezilmesi, Osmanlı’da devletleşme sürecinin önemli bir kilometre taşıdır.”
Soruya dönecek olursak, Börklüce hakkında bildiklerimizin, yüz elli yıl kadar sonra yaşayan Köroğlu’ndan daha fazla olmasının nedeni, bana kalırsa, Börklüce’nin örgütlü olmasındandı. Biliyorsunuz, Köroğlu’nun kırk kadar yoldaşı (delisi) varken, bu sayı Börklüce’de on binlere ulaşıyordu. Üstelik Bedreddin ve Torlak Kemal isyanlarına katılanları saymazsak.
Son bir söz de İzmir Akdeniz Akademisi için söylemeliyim. Akademi bence, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin en önemli parçalarından birisi. Düzenlediği toplantılar, yayınladığı kitap ve dergilerle İzmir’e özellikle Akdeniz perspektifinden bakarak, kent kültürüne önemli bir katkıda bulunuyor. Umarım, bir engelle karşılaşmazlar. Yoksa işleri zor çünkü ortalıkta bugün ne Köroğlu var ne de Börklüce!
1Werner E. Büyük Bir Devletin Doğuşu. Çev: Öner Y. Alan Yay., 1986
2İnalcık H. Osmanlı İdari ve Ekonomik Tarihi. İsam Yay., 2017.
3Sanırım bu sözcüğü Doğu Perinçek önermişti.
4Hassan Ü. Osmanlı. İletişim Yay., 2009,
KÜNYELER
-Köroğlu Destanı. Pertev Naili Boratav. Daha önce Evkaf Matbaası, Adam ve Kırmızı yayınlarından basılmıştı. Kitapçılarda BilgeSu Yay. baskısı var, etiket fiyatı 30 TL.
-Uluslararası Börklüce Mustafa Sempozyumu. İzmir Akdeniz Akademisi Yay. 2017. Satılmıyor, Akademi’de belki bulunabilir ama sitelerinde pdf şekli var.