Başlığa bakıp şaşırmayın; liberaller Kemalist değil. Fakat son zamanlarda daha sık karşımıza çıkan bir benzetmeye/analize dikkat çekmek istedim. Her şeyde Kemalizm’in izini görme; her siyasal dönüşümü Kemalizm’le ilişkilendirerek açıklama trajedisi; “bana her şey seni hatırlatıyor” tavrı.
Son aylarda kendilerini liberal olarak tanımlayan ya da kamuoyunda böyle çağrılan; özetle AKP’nin geride kalan yıllarda bir yeni rejim ve dikta inşa etme sürecine halkı ikna yoluyla ideolojik harç taşımış aydınlar arasında yayılan, ağız birliği etmişçesine AKP otoriterliğinde Kemalizm arayan ve bulan bir tavır göze çarpıyor. Birkaç örnek değil, birçok örnek. Geçiştirilecek gibi değil; çünkü nasıl bir otoriterlik tahlili yaptığımız, “yeni”yi nasıl kuracağımızın sınırlarını da belirliyor. Öyleyse bu tartışma özünde teorik bir tartışma değil; pratiğe, AKP karşısında inşa edilecek siyaset ve yeni cumhuriyet hattının belirlenmesine doğrudan etki edecek karakterde.
Bu artan eğilim, yani AKP’nin otoriterliğinde Kemalistleşme görmek ya da Kemalizm’e yeni sıfatlar ekleyerek AKP’yi çözümlemek politik açıdan nasıl bir işlev görüyor? Önce örneklendirmek, sonra da bu sorunun yanıtını tartışmak gerek.
İkinci cumhuriyetçi neoliberal hattın öncülerinden Mehmet Altan’ın saptaması şöyle: “AK Parti Kemalistleşiyor.” Başka bir yazısında bunu “dindar Kemalizm”, yine bir başka yazıdaysa “lümpen Kemalizm” olarak tanımlıyor. Anlayacağınız sıfatlarda kafası karışık, isimde netleşmiş. Her yol Kemalizm’e çıkıyor.
Birikim’den Ömer Laçiner, “AKP yolsuzluk suçlamasının tahribatını azaltmak için Atatürkçülüğe yanaşıyor” diyor. Yine aynı düşünce çevresinden Ahmet İnsel ise Radikal’deki köşesinde “İslamcı Kemalizm” ifadesini öne çıkarıyor. Radikal’den Cengiz Çandar da bu iddiayı sahiplenenlerden.
Son zamanlarda “liberal” muhalefet hattının sanal adresi olarak öne çıkan T24’te Hasan Cemal ise gidişatı “İslami Kemalizm” olarak tarif ediyor; bir söyleşisindeyse bu durumu Ahmet Türk’ün ağzından “Cübbeli Kemalizm” olarak aktarıyor. Murat Aksoy da bu saptamayı sürdürüyor: “AK Parti devletleşiyor, İslami Kemalizm”. Aynı tarifi Ergun Babahan da kullanıyor.
T24’ün editörü Doğan Akın ise cemaat gazetesi Bugün’e geçenlerde verdiği bir röportajda “Kemalizm iktidarda” diyor.
Ak Kemalizm diyenler de var, Yeşil Kemalizm de. Bu dikta sürecinin inşasına en büyük harcı taşıyanlardan Taraf’ın yazarları mesela. Mücahit Bilici durumu “Yeşil Kemalizm” olarak tarif ediyor; Hayko Bağdat ise “Kemalizm kodları yaşıyor” diyor.
Son zamanlarda cemaate yakın gazetelerde de bu benzetmenin öne çıkarıldığını görüyoruz. Şahin Alpay’ın, İhsan Yılmaz’ın ve Ahmet Turan Alkan’ın yazılarını örnek olarak verebiliriz.
Örnekler çoğaltılabilir. Birkaç saatlik bir arşiv çalışması yeterli. Fakat sistemleştirmek, analiz etmek için tatmin edici bir noktadayız.
Özetleyelim ve sistemlileştirelim. AKP otoriterleşmesine bakıp Kemalizm ya da Kemalistleşme gören aydınların Birikim etrafında toplanan “özgürlükçü sol”, T24 ve Taraf etrafında toplanan İkinci Cumhuriyetçi liberalizm ve cemaat etrafındaki liberal-muhafazakar alt kümelerinde toplandıklarını söylemek mümkün. Yine bu aydınların ortak özelliği, ağırlıklı olarak 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nda “amasız, fakatsız” Evet’ten Yetmez ama Evet’e uzanan bir tercih yelpazesini “demokratikleşme” olarak sunmaları, dikta inşa sürecine “demokratikleşme” adı altında rıza üretme görevinde yer almaları.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Hikayenin liberallerin gözüyle açıklaması şöyle özetlenebilir:
Türkiye’de devlet çok güçlüydü, bu gücü bürokratik-askeri vesayeti elinde tutan merkez kullanıyordu. Bu merkezin geriletilmesini isteyen “çevre” güçleri demokratikleşmeye otomatik olarak katkı sunacaktı. Bu merkezden en çok “mağdur” olanlar ise İslamcılar’dı. O halde İslamcılar AKP eliyle hem bu bürokratik-askeri vesayet merkezini geriletecek, hem de Türkiye’yi liberal, özgürlükçü bir yeni düzene taşıyacaklardı.
Türkiye siyasetini buradan okuyan liberal akıl; AKP’ye ve İslamcı siyasete “askeri vesayet”i geriletiyor diyerek rıza üretti; kamuoyu ikna sürecini örgütledi. AKP bir yandan yeni, İslami, otoriter ve yağmacı bir rejim inşa etmek için önündeki engelleri Silivri Kamp Hukuku ile tasfiye ederken; liberaller tüm muhalefet alanına baskıyı arttıran bu diktalaşma sürecinin doruk noktasında, 12 Eylül 2010 referandumunda bu sürece ikna örgütleme görevinde tam olarak birleşti. Özetle 2008’de Silivri Kamp Hukuku ile istisnai düzen uygulamalarını olağanlaştırmaya başlayan AKP, bu süreci otoriterleşme değil de “darbelerle mücadele, demokratikleşme” olarak sunabildiyse bu, baskı rejiminin inşasında halka karşı sopa görevi görmüş kalemlerin alkış ve onaylarıyla gerçekleşti.
Sonra ne mi oldu? Çok uzatmaya gerek yok. AKP’nin liberallerle işi bitti. Bunu AKP İstanbul İl Başkanı bir konuşmasında özetle “artık tasfiye dönemi bitti, liberallere ihtiyacımız kalmadı; şimdi inşa dönemindeyiz” sözleriyle açıktan ifade etti. Yani önce şurada netleşelim: Liberallerin AKP’ye “muhalefet”e yönelmesi madalyonun bir yüzü; diğer yüzünde AKP’nin de liberal aydınlarla işini tamamlamış olması var. AKP giderek liberal aydınların görünürlüğünü kesti, sistemin kenarlarına itti. Bu mağduriyet hikayesi “liberal” aydınların bugün “otoriterleşme” eleştirisini medyadaki baskı üzerinden anlatmaya çalışmaları adına hayati. “Biz de baskı gördük” diyerek kervana en son katılanlar; şimdi AKP otoriterliğine karşı mücadelenin politik içeriğini belirlemek için en öne geçme telaşında.
O halde gelelim işlevine ve sonuçlarına; başta da sorduk. Liberaller her otoriterleşmede Kemalizm görerek ne anlatmak istiyor, bu benzetmeye nasıl bir işlev yüklüyor?
Genel özellikler bakımından şunu söylemek mümkün: Bugün Erdoğan’ın otoriterliğine bakıp her gördüğü otoriterliğe Kemalizm adını veren okumaya en azından Türkiye’de “liberal” adı veriliyor. Ahmet İnsel’in 2012 tarihli bir yazısından alıntı: “Kemalizm, Türkiye’de otoritarizmin yerli tarihsel kalıbıdır. Bu nedenle otoriter düşün ve hareketler karşısında ilk refleksimiz bunun Kemalizm’in farklı bir versiyonu olduğunu düşünmek oluyor.”
Gayet açık. AKP Kemalizm’e baktığında saltanatın, hilafetin kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, eğitimde dinselleşmenin geriletilmesi; özetle laiklik görürken; liberaller Kemalizm’e bakınca sadece otoriterleşme görüyor. Burası çatallanma noktası.
Çünkü AKP bir rejim inşa ediyor. Bu rejim bir yandan dinselleşmenin etki alanını genişletirken, diğer yandan monarşist-sultancı eğilim ve programlar etrafında siyaseti ve toplumu yeniden düzenlemenin yollarını arıyor ve bunu “restorasyon” olarak tarif ediyor.
Şunda tekrar uzlaşalım: AKP Kemalizm’in otoriterliğiyle değil; laiklik, cumhuriyet, aydınlanma, saltanat ve hilafetin kaldırılması gibi demokratik devrimci hamleleriyle hesaplaşıyor. Geride kalan yıllarda “darbelerle mücadele” söylemi üzerinden inşa ettiği bu hesaplaşmayı; şimdi “Kürt sorununa çözüm” oyalaması üzerinden örtmeye ve bu hesaplaşmanın gerici karakterine ilerici/demokratik bir görünüm vermeye çabalıyor.
Evet, AKP Kemalizm’in eleştirisidir; ancak bu eleştiri gerici bir eleştiri. Ontolojik olarak cumhuriyet öncesine, sultancı, piyasacı ve dinci karakterde bir düzenin restore edilmesine özlemini ifade etmiş bir siyasal hareketi Kemalist olarak adlandırmaksa bir karikatürden öteye geçemiyor. Abdülhamit Rejimi’ne her anlamda özenen bir siyasal hattı Kemalizm’le açıklayan bunca kalem; elinde olsa Abdülhamit’e de Kemalist diyecek.
İyi ama, liberaller bunun farkında değil mi? Elbette farkındalar; fakat yeni devreye sokulan bu söylemin başka işlevler yüklendiği açık, birkaç alt mesaj daha var, bakalım.
1) Liberaller AKP Rejimi’nin otoriterleşmesini “Kemalistleşme” olarak açıklayarak, bu dikta sürecinin inşasına taşıdıkları harcı boyayla örtmek istiyor öncelikle. Bu tavrı kendisini haklılaştırma, çöken otoriterleşme ve demokratikleşme ufkuna yeniden can verme tavrı olarak görebiliriz; tavır hatanın kendilerinde olmadığını, hatanın AKP’nin “değişimci, özgürlükçü” gündeminden sapmasında aranması gerektiğini söylemeye çalışıyor. Özetle “biz değişmedik, tutarlıyız; hep Kemalizm’e, yani her tür otoriterliğe karşı durduk; değişen AKP’dir” diyorlar. Bunu söyleyerek bir yandan kendi siyasal pozisyonlarının haklılığını, Türkiye siyasetine ve otoriterliğin tarihsel gücüne dair saptamalarının doğruluğunu anlatmak; diğer yandan da AKP’nin 2007-2011 sürecinde inşa ettiği otoriter Kamp Hukuku dönemini “demokratikleşme”, 2011 sonrasını ise yeniden Kemalistleşme olarak sunmak istedikleri açık. Birçoğu “Gezi” olmasa, ya da Ahmet Şık ile Nedim Şener tutuklanmasa binlerce insanın özel yetkili/olağanüstü mahkemeler eliyle KCK, Ergenekon vb. davalarda tutuklu yargılanması düzenine “demokrasi” demeyi sürdürecekti. AKP’ye “sonradan Kemalistleşti” demek; o halde AKP’nin bu pratiklerini görünmezleştirmeye ve aklamaya da yarıyor.
“AKP ilk üç gün iyiydi, samimi taleplerle biz de oradaydık, sonradan bozuldu” tavrı bu. Yanlış. “Askeri vesayet”in geriletilmesine otomatik olarak “demokratikleşme” anlamı yükleyen, İslamcı siyasete “devrimci, reformist” sıfatlarıyla kan veren bu okuma “biz kaybetmedik, yanılmadık” deme telaşında. Yani sorun liberal tarih ve siyaset okumasında değil, aksine, haklı çıktıklarını düşünüyorlar. Şunu da anlatmak istedikleri ise açık: “Biz demiştik işte, Türkiye’de devlet, vesayet çok güçlü, vesayetçi merkez değişimci, reformist AK Parti’yi de ele geçirdi, bu da bizim asıl kiminle mücadele etmemiz gerektiğini gösteriyor, doğruluyor.” Yani AKP Kemalistleşti demek; liberaller için hem “AKP başta iyiydi, sonradan bozuldu” hem de “biz yanılmadık, vesayet çok güçlü” demenin yoludur.
2) Geride kalan süreç Türkiye’de liberal tarih, siyaset, otoriterleşme ve demokratikleşme tahlillerinin bütün dayanaklarıyla çöktüğünü; liberal aydınların meşruiyet alanının bu sürece kattıkları harcın açığa çıkmasıyla birlikte giderek daraldığını gösteriyor. İtibarsızlaştıkları açıktır. Kuşkusuz bu önemli bir gelişme. Buna karşın liberal aydınların asıl hegemonik güçlerini, her dönem Türkiye’deki otoriterlik tartışmalarında dili, içeriği belirleme çabalarından ve bu içerik üzerinden düzeniçi bir “demokratikleşme” programını önümüze koymalarından aldıkları da unutulmamalıdır. Bu açıdan AKP otoriterliğiyle ilgili anaakım tartışma mecra ve kanallarında sistematik olarak devreye sokulan “AK-Kemalizm” tezinin liberal aydınlara bu otoriterlik karşısında yeniden kendi “demokratikleşme” tahayyüllerinin çöküşünü tamir ve düzeniçi bir dikta eleştirisi içine halk muhalefetini çitleme işlevi yüklediği ortada. Bu açıdan önümüzde hem diktayla mücadele, hem de diktaya düzeniçi-liberal muhalefet hattı dayatan tarzlarla da mücadele gündemi var.
3) Diğer taraftan “Kemalistleşme” analizi, AKP’nin inşa ettiği yeni rejimi ve onun etrafında örülen dinsel dikta eğilimini önemsizleştirmeye de yarıyor; zira temel sorun alanı olarak bizi eski rejimin otoriterliğiyle mücadeleye çağırıyor. Bu açıdan AKP’ye muhalif gibi görünmekle birlikte, AKP’den çok eski rejimin otoriterliğine muhalefet hattı talep ettiği, anakronik kaldığı açık. Yanlış siyaset okumasından doğru çözüm çıkmıyor.
“Yetmez Ama Evet tavrını artık tartışmayalım, artık geride bırakalım” mantığı da bu açıdan sorunlu. Yetmez Ama Evet 2010’da açığa çıkıp sonra yok olan bir kampanya sloganı değil; Türkiye siyasetine, tarihine dair yanlış bir okumanın özet sloganıydı; dirilir; bir hayalettir, Türkiye siyasetine dair bir okuma biçimidir ve bugün kendisini AKP otoriterliği karşısındaki muhalefetin tahlil ve saptamalarını bu temelde yeniden yapılandırma gündemiyle sistemli biçimde, düzeniçi muhalefet güçlerinin ve sermayesinin de desteğiyle yeniden öne çıkarıyorsa önemsenmelidir. 3-5 yıl önce AKP’nin ne kadar demokrat olduğuna bizi ikna etmek isteyenler; bugün AKP’nin ne kadar Kemalist olduğuna bizi inandırmak istiyor. AKP’ye rıza üreten kadrolar, şimdi AKP karşısındaki otoriterliğin eleştirisinde hegemonyayı yeniden örgütleme görevini bu “Kemalizm” benzetmesi üzerinden kurmaya çalışıyor.
O halde belirtelim: Bugün AKP’ye “Kemalist” demenin anlamı, AKP’ye düzeniçi bir muhalefet hattına bizi çağırmaktan ve çözülen liberalizme Atlantikçi-piyasacı zeminde can vermekten öteye geçmiyor. Çöken bir siyaset, tarih, otoriterleşme ve demokratikleşme analizine yeniden can verme stratejisi karşısında bize düşen, AKP otoriterliğini sınıfsızlaştıran ve dinci saldırıyı önemsizleştiren bu liberal ve neredeyse monarşist tavırlarla ideolojik düzeyde de mücadele etmektir.
Kurmak istediğimiz yeni cumhuriyetin ufkunu, nasıl bir otoriterleşme tahlili yaptığımız da belirleyecek. Liberallere “AKP’ye muhalefet etmeyin” ya da “bu muhalefeti düzeniçi sınırlarda örgütlemeyin” demek elbette anlamsızdır; bunu da söylemediğimiz ortada; burada önerdiğimiz asıl mücadele AKP Rejimi’ne karşı mücadelenin içeriğini belirleme mücadelesidir. “Biz”e, Haziranca siyasete çağrıdır.