Son bir haftanın gelişmelerine bakalım önce:
Bir, metal işçilerinin grevi “milli” güvenlik gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından türlü ayak oyunlarıyla ertelendi.
İki, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda “Genç Bilaller” başlıklı bir projeyle yeni bir gericileştirme kampanyası başlattı ve önümüzdeki yıldan itibaren imam-hatiplerde okuyan öğrenci sayısını bir milyonun üzerine taşıyacak kampanya da stratejik plan kapsamına alındı.
Üç, ancak sıkıyönetim/diktatörlük dönemlerinde eşine rastlanabilecek ve “İç Güvenlik Paketi” adı verilen, AKP Rejimi’nin güvence altına alınmasına, itiraz edecek her sesin, toplumsal muhalefetin her veçhesinin susturulmasına dönük tasarı Meclis gündemine getirildi.
Birinci saldırı talan ekonomisinin, ikincisi gericiliğin; üçüncüsü sultanlık heveslisi bir diktatörlüğün dışavurumu. Her hafta başka örneklerle saldırıyorlar. Fakat saldırının bu üçlü karakteri hiç değişmiyor. Birini geriletemediğimiz için, savunmayı zayıf tuttuğumuz için bir sonraki saldırıyı daha kolay yapıyorlar.
“Başkanlık” planları ise bu üçlü saldırının tüm ayaklarını içine alan, kendinde toplayan ve hatta güvence altına alan kuşatmanın genel adı.
Saray Rejimi
Daha önce de yazdık. Türkiye’de devlet aygıtları arasındaki ilişkiler ve devlet-toplum ilişkileri, siyasal-toplumsal sahadaki örgütlenmelerin tümü Saray merkezli olarak yeniden yapılandırılıyor.
Saray Rejimi ise gökten zembille inmedi, inmiyor. AKP, 12 Eylül darbesinin yarattığı imkanları sonuna kadar kullanıyor. Bunu yaparken Türk-İslam Sentezi’nin İslamcı dozu açıkça öne çıkan yeni bir sürümünü sahneye koyuyor. Yaşayan işçinin hak mücadelesini, grevini yasaklarken “milli”liğe; madende, inşaatta, sanayide işçilerin katledilmesini aklarken kadere, fıtrata, “din”e sığınıyor. AKP için “milli”, işçinin yaşarken hak mücadelesini önlemenin; “dini”, işçi katledilince ölümleri aklamanın aracı. Sınıfıyla, sınıfı için konuşmayı sürdürüyor.
Bu ideolojik-siyasal yapılanma kendisini güvence altına alacak hamlelerle, mevzi kazana kazana geldi ve şimdi ilerliyor. Son bir haftada gerçekleşen üçlü saldırının karakterine bakınca da değişmeyen gerçeği yeniden görüyoruz:
AKP iktidarı emeğe, halka ve haklara saldıran bir yağma ekonomisinin üzerinde yükseliyor, yağmacılığın garantisidir. AKP bu düzeni sürdürürken itirazsız, hak talep etmeyen “dindar” kuşaklar yetiştirmek istiyor; gericiliğin garantisidir. Bu manevi tedbirin öncesinde, hak taleplerini bitiren, hiyerarşik bir “hayırseverlik” kampanyasını genelleştirerek neoliberalizme abdest aldırıyor. AKP tüm bu tedbirleri alsa da kendisine dönük muhalif/direngen tutumu bitiremeyeceğini biliyor; bunun için de dikta yasalarını gündeme getiriyor; diktatörlüğün AKP için zorunlu seçenek olduğunun garantisidir.
Bir yanda yağma, bir yanda gericilik, diğer yanda diktatörlük düzenlemeleri. Hepsinin şemsiyesi ise sultan merkezli Saray Rejimi.
Somut Mücadele Gündemi
Ne yapmalı? Halkın somut mücadele gündemini somut saldırılar ve bu saldırılardan doğan somut ihtiyaçlar belirler. Görelim, ihtiyaçlar bellidir. Bugünkü saldırılar karşısında aşağıdan, yan yana inşa edilecek birleşik mücadelenin üç temel ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ekseni var; bu üçlü saldırı karşısında yapılması gereken şey, saldırılardan birini diğerinin önünde görmeden üçlü savunma hattı çekmek. Önce saldırıları geriletmek; AKP’nin durdurulabilir, saldırıların geriletilebilir olduğunu saldırı nereden yükleniyorsa oradan göstermek. Bu kazanım, AKP’nin cilalı kuvvetinin üstündeki yaldızları dökmenin öncelikli yoludur.
Yağma/talan ekonomisini, gericiliği ve dikta yapılanmasını geriletme gündemi ile karşı karşıyayız. Acil, hayatın içinde yan yana gelişler, dayanışma ve mücadele birleşmelerinin nerede ve ne üzerinden kurulacağını tartışmak (eğer hala yapılıyorsa) abesle iştigaldir. Saldırılar bu kadar berrakken çıkış yolu ve somut ortaklaşma ihtiyacı, teorik tartışmalara hapsedilemez. Program bellidir, asgaridir; yan yana gelişlerin temel mevzilenmesi emekçinin yaşam hakkına saldıran; çocukların geleceğine ipotek koyan; demokratik hak ve özgürlüklerin kalan kırıntılarına göz diken “hayasızca akın”a karşı pratik, somut duruş olacak.
Evet; biz yeni bir cumhuriyet inşa edeceğiz. Bu cumhuriyet laik, halkçı, demokratik olacak.
Bunlar bizim çıkış programımızın üçlü ayağı. Buna karşın çıkışı örgütlemenin yolu; öncelikle üçlü saldırı karşısında birliği, birliktelikleri ve direnerek kazanım elde edilebileceğini her alanda göstermekten geçiyor.
Savunma Hattı
Tamam saldırı ağır, kabul ediyoruz saldıran kuvvetli; fakat yenilmez değil. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın, katıldığı Din Şurası’nda gericileşme saldırısında yeni aşamayı anlatmak için “artık defanstan ofansa geçme zamanı; sonuna kadar arkanızdayım” dediğini hatırlarsınız. Yıllara yayılan mevzi örgütlenmesi, şimdi tasfiyeyi inşa ile taçlandırmak; defanstan ofansa geçmek istiyor.
Bu üçlü saldırıyı nasıl durdururuz? Ofansa geçen bir takımı nasıl yeneriz?
O zaman biz de futboldan bir örnekle bitirelim. Biliyorsunuz, kuvvet bakımından denk olmayan iki takım karşı karşıya geldiğinde, “zayıf” görülen takım önce özgüven kazanmak; rakibini durdurabildiğini ve hatta yenebileceğini görmek ister. Maçı kazanmanın yolu, özgüven kazanmak ve takım gibi davranmaktan, takım olmaktan geçer. Bu yüzden “ilk yarı rakibi durdurup özgüven kazanmak; ikinci yarıda ise rakibin paniklemesiyle doğacak boşluklardan galibiyet golünü aramak” genel taktiktir. Her zaman tutmaz, ama ilk yarının gol yemeden kapatılması, savunmanın sağlam kurulması; savunmadan orta sahaya ve forvet hattına, bütün takıma, ama en çok da taraftarlara güven aşılar. “Olacak galiba” hissi, maçı döndüren duygudur.
Erdoğan ilan ediyor, “ofansa geçiyorlar”. Saldıran bir takıma karşı savunma hattını güçlü tutarsak; özgüven kazanırsak biliriz ki ofans yapan takım hata da yapar ve savunmasında gedikler, açıklar çoğalır. Güçlü savunma; rakibi yenmenin, rakibin savunmasında gedikler açmanın da ilk koşuludur.
Şimdi yağmaya, gericiliğe ve Cumhuriyet düşmanı diktatörlük heveslisi Saray Rejimi’ne karşı savunmayı güçlendirmenin zamanı. Bu netlikte olan; bu saptamada kafasında gram şüphe olmayan kim varsa, Gezi’nin dayanışma ruhuyla birbirine seslenecek: “Allahını seven defansa gelsin”. Yağma nerede saldırıyorsa orada; gericilik hangi okulda, hangi mahallede çocuklarımızın geleceğine ipotek koyuyorsa orada; dikta hangi yasayla saldırıyorsa ona karşı demokratik muhalefet ve dayanışma hareketini, birleşik savunmayı güçlendirmenin zamanı.
Somut öneri: yağma ekonomisini, işçinin hakkını gaspeden otoriterliği, okulları gericileştiren ideolojik saldırıyı, her türlü demokratik hak ve özgürlüğü hedefine oturtan İç Güvenlik Paketi’ni durdurarak başlayabiliriz. Birlikse buyurun birliğe; ittifaksa buyurun buradan başlayalım; sandıksa buradan da sandığa yansıtalım. Savunmayı güçlü tutalım; mevzilerimizi güçlendirelim. Eksik olan bu toplumsal muhalefet ve direnç hattıdır. Haziranca birleşme fikri, bu ihtiyacın ürünüdür.
Tam da bu nedenle 8 Şubat Kadıköy Mitingi’nde ve 13 Şubat okul boykotunda saldırılara karşı savunmayı güçlendirme imkanımız var; zaman az, el verelim, güç verelim. Başlayalım; bitiririz.
@denizyildirim79