Bu soru ile ilk kez bundan on beş yıl kadar önce, değerli Mimarlık Tarihçisi Prof. Dr. Bülent Özer’in “Kültür ve Uygarlık” başlıklı yazısında karşılaşmıştım. Son yıllarda yaşadığımız iklimde kültür yerine, çok yaygın biçimde olmak üzere, hemen her alanda kültürsüzlük ürettiğimizi göz önünde tutarak, konuya bu kez de bugün açısından bakmanın uygun olacağını düşündüm.
Bunun için, önce kültür kavramını çıkış noktası yapmak gerek. Bu bağlamda uzunca süredir benimsediğim bir tanımı bir kez daha alıntılamak istiyorum. Amerikalı kültür tarihçisi Will Durant, “İnsanlığın Kültür Tarihi” başlıklı dev eserinin ilk cildinin hemen başında, kültür için şöyle bir tanım verir : “Kültür, yaratıcı eylemi elverişli kılan toplumsal düzendir.” Bu kısa tanım, aslında anlam açısından kültür dediğimiz neredeyse uçsuz bucaksız alana pek çok sınır taşları getirebilecek kadar geniş. Bu tanım üzerinde düşündüğümüzde her şeyden önce kültür ile bilgi birikimi’nin aynı şeyler olmadığını anlayabiliyoruz. Buna göre, örneğin yirmi yüzyıllık bir bilgi birikimine sahip olmamız, tek başına biraz yukarıdaki anlamda kültürlü sayılmamız için yeterli değildir; çünkü bunun için bir bilgi birikiminin, yukarıdaki tanımda dile getirildiği gibi, insanoğlunun yaratıcı eylemlerde bulunmasını olanaklı kılan bir toplumsal düzene dönüştürülmüş olması gerekir. Zira insan, yaratıcı eylemlerini hangi alanda olursa olsun, ancak bu eylemler için sağlam zemin oluşturacak toplumsal düzenler içerisinde ve o düzenler aracılığı ile gerçekleştirebilir. Sözünü ettiğimiz toplumsal düzen’in yeterince kurulamadığı yerlerde ve zamanlarda ise, yamalı bohça içeriklerinden neredeyse farksız bilgi birikimleri ancak bir kaosa ve, daha da kötüsü, kültür-olmayan’ın kültür diye adlandırılmasına yol açabilir.
Kültür ya da kültürsüzlük üretme bağlamında temel önem taşıyan ikinci kavram ise uygarlık kavramıdır, ve uygarlık, belli bir zamandaki bilgi birikiminin o zamanın – veya çağın – ihtiyaçlarını karşılayabilecek ölçüde güncelleştirilmesidir. Örneğin aslında zengin bir bilgi birikimi ve belli bir toplumsal düzen çerçevesinde etkin kılınmasına çalışılan bir eğitim veya sağlık sistemi, zamanının bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilecek düzeyden yoksun ise, başka deyişle bu bağlamda zamanının gerisinde kalmışsa, ortaya bir kültür üretimi değil, fakat ancak bir kültürsüzlük hali üretimi çıkacakve bu halin kültür diye nitelendirilmesi durumu daha da vahim kılacaktır. Çünkü böyle bir düzmece kültür, içinde egemen kılınmak istendiği toplumu ileriye taşımak yerine, gittikçe daha çağdışı bir çizgiye taşıyacaktır.
Tıpkı günümüzde ve ülkemizde, bu çağda egemen kılınması gereken bir adalet ilkesinden yoksun bir düzmece hukuk kültürünün ülkeyi sürüklediği karanlıklar gibi!