Ağırlıklı olarak sağlık nedenlerinden ötürü birkaç haftalık bir aranın ardından yeniden ‘portal’a döndüğümde, kafamda başka bir yazı konusu vardı. Ancak öğlenden sonra Halk TV’nin haberlerini izlerken, kabinedeki bir sayın bakanın şöyle bir söylemiyle karşılaştım: “…İmam Hatip Liseleri, bir halk hareketidir…” Aynı haberde sayın dışişleri bakanımızın da şöyle bir müjdesine(!) yer verilmişti: “…İmam Hatip Liselerini çoğaltacağız…”
Çoğaltılacağı müjdesini aldığımız İmam Hatip Liseleri’nin Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasının neresine yerleştirilebileceği sorusunun yanıtını aramayı bir başka yazıya bırakarak, şu ‘halk hareketi’ nitelendirmesini büyüteç altına almaya karar verdim. Çünkü bu nitelendirme, Kültür ve Turizm Bakanımız sayın Nabi Avcı tarafından yapılmıştı ve sayın Avcı, bundan önceki hükümetlerde Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuştu. Bu sıfatıyla da ülkemizde ortaöğretimin imamhatipleştirilmesine katkıları yadsınamazdı.
İşin ilginç yanı, sayın bakanın aynı zamanda ‘Profesör’ unvanına sahip bir akademisyen olmasıydı. Kendisiyle Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’ndeki hocalık yıllarımda tanışmıştım. O sıralarda Prof. Dr. Nabi Avcı, doktora programında öğrencileri ile 20. yüzyıl edebiyatının en büyüklerinden olan, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Elias Canetti’nin ünlü “Körleşme” romanı üzerinde çalışmaktaydı. Almanca adı “Die Blendung” olan bu roman, alanında son derece parlak bir bilim adamının dünya gerçekleri karşısında ne kadar körleşebileceğini konu alıyordu.
Bu roman üzerine Anadolu Üniversitesi’nde sayın Nabi Avcı ile çok zevkli bir sohbet yapmış olduğumuzu da anımsıyorum.
Bugün, aynı kişinin ağzından “…İmam Hatip Liseleri, bir halk hareketidir…” cümlesini duyunca, bir zamanlar “İki Çarpı İki, Beş de Edebilir” başlığıyla kaleme aldığım bir yazıyı anımsayınca, o yazıdan bazı alıntılar yapmaktan kendimi alamadım.
Bertolt Brecht, 1937 yılında yazdığı ‘Aklın Direnme Gücü’ başlıklı yazısının bir yerinde şöyle der: “Aklın körelmişliği, uygun araçlar kullanılarak geniş kapsamlı bir biçimde örgütlendirilebilir. Belli koşullar altında insan, nasıl iki çarpı ikinin dört ettiğini öğrenmişse beş ettiğini de öğrenebilir.”
O yıllarda Brecht, bu satırları faşizme getirdiği eleştiri bağlamında, faşizmin kitlelere nasıl yayıldığını anlatmak amacıyla yazmıştı. Ancak bu satırlarda dile getirilen gerçek, belli bir tarihsel dönemle ya da olguyla sınırlı olmanın çok ötesindedir; söylenenlerin özünde, uygun araçlar kullanıldığında ve ortamın koşulları iyi değerlendirildiğinde, kitlelerin en büyük yanlışlara bile kolaylıkla inandırılabileceği saptaması yatmaktadır.
Bugün Türkiye’de sorulmakta olan – demokrasinin neden gerektiği gibi işlemediği, insan haklarının neden bir bilince dönüşmediği, sokaktaki adam’ın hakkını korumaya neden muktedirlerin yanaşmadığı, ‘iktidar’ ve ‘muhalefet’ kavramlarının nasıl bunca yozlaşabildiği gibi – pek çok sorunun gerçek yanıtını da Brecht’ten yaptığımız alıntıda bulabilmek mümkündür. Bunun için Osmanlı’nın yüzyılları ve Atatürk sonrasının onyılları boyunca özellikle Anadolu halkının hangi amaçlar için ne kapsamda örgütlendirilmiş olduğuna – hele eğitim alanında – dikkatlice bakmak yeterlidir.
Üçüncü binyılın eşiğini aşmakta olduğumuz, başka iklimlerde insanların pek yakında başka gezegenlerde de yaşayabilecekleri olasılığının bilim aracılığıyla bir ütopyadan artık bir gerçeğe dönüşmek üzere olduğu şu dönemde ülkemizde tamamen siyasi nedenlerle din temeline dayandırılacak bir eğitimden söz etmek, iktidar sahiplerinin örgütlü körleştirme denilen araçtan hiçbir zaman vazgeçemediklerinin en çarpıcı kanıtıdır!