Bir süredir İzmir’de üst geçitlerde, sokak panolarında İzmir Modeli ilanları yer alıyor. Evet, seçimlerin yaklaşmasıyla adayların reklamları da çoğaldı ama yine de hala İzmir Modeli ilk sırada. Daha önce yazmıştım, bence bu model özgün değil çünkü yine bence özgün bir model oluşturabilmek için ön şart başka kentlerin deneyimlerinden yararlanıp, sonra da aşmaktır. Gerek kişinin kendisini kentin bir parçası gibi algılayabilmesi, gerekse belediyeyi aşan devlet projelerine tepki gösterebilmesi için kararlara katılım mekanizmalarının açık olması gerekir. Üstelik bu ülkenin Fatsa deneyimi varken, Ovacık bir model olarak önümüzdeyken.(1)
Yine de bir şeyleri atlamama kaygısıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yayınladığı İzmir Modeli Çalışmaları kitaplarını okumak istedim. Satılmadıkları için de, doğal olarak, belediyenin halkla ilişkiler bölümüne gittim. Bu işle kendilerinin ilgilenmediğini söyleyip beni başka bir bölüme yönlendirdiler, orası da başka bir yere derken bir iki yere daha gidip sonuçta kitapları alabileceğim odaya ulaştım. İsteğimi ilettiğimde, ellerinde “sınırlı” sayıda kitap olduğunu, bu nedenle veremeyeceklerini, adresimi bırakırsam ve yeni baskısı yapılırsa bana ulaştıracaklarını söylediler. O sınırlı sayıda kitabı kime verecekleri hususuna, bu sınırlı sayıda insan içine girebilmek için nasıl bir özelliğe sahip olmam gerektiği sorusuna ise yanıt alamadım. Elbette vazgeçmedim, odadan çıkıp bir arkadaşımı aradım, o da bir şube müdürünü aradı ve yaklaşık on dakika sonra belediyeden ayrılırken kitaplar elimdeydi. Bunları şunun için anlatıyorum: Kitapların künyesine belediyeden temin edilebilir diye yazdım ama o kadar kolay olmadığını bilin ve siz siz olun, tanıdıksız belediyeye gitmeyin.
Neyse, İzmir Modeli Çalışmalarına dönecek olursak tam olarak “İzmir için demokratik belediyecilik modeli önerisi” olarak tanımlanıyor ve dört temel ilkesi olarak; yaşam kalitesi, katılımcılık, yenilikçilik ve sürdürebilirlik sıralanıyor. İlhan Tekeli’nin Sorularla İzmir Modeli kitabı bu ilkeleri ayrıntılı olarak açıklıyor. İzmir Modeli Çalışmaları’nda ise çoğu akademisyen, onlarca kişinin hazırladığı raporlar yer alıyor. Zaten bu raporlara dayanılarak İzmir modeli oluşturulmuş. Görüşlerine ister katılın, ister katılmayın ama bu raporlar bir belediyenin nasıl olması gerektiği konusunda çok ciddi çalışmalar, her belediye bunu yapmalı. Yani bu çalışmalar, belediyecilik yöntemi olarak çok önemli.
Elbette bundan da önemli olan ideoloji; belediyeye, daha doğrusu dünyaya nasıl baktığınız işin esasını oluşturur. Bunu bir kenara bırakıyorum. Bir diğer sorun da çalışmaların Kocaoğlu döneminin sonuna doğru yapılmış olması! Yani 2004’ten beri İzmir bir biçimde yönetilmiş, sonra bu dönem incelenerek teorik bütünsel bir çerçeveye oturtulmaya çalışılmış; yani biraz zorlama olmuş. İlhan Tekeli’nin diğer kitabı İzmir Belediyeciliğinde 2004-2018 Döneminin Öyküsü’nde bu durum daha belirgin hale geliyor. Ancak ne olursa olsun, ister İzmir hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak için ister genel anlamda belediyecilik konusunda bilgilenmek için olsun, bütün bu kitaplar el altında bulundurulmalı. Özellikle de yerel seçimler öncesi okunmasında yarar var. İzmir Körfezi ile ilgili sorunların tartışıldığı sempozyum bildirilerinden oluşan kitap da bu çerçevede değerlendirilmeli.
Genel olarak baktığımızda, bir belediyenin yaptıklarının nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin sanıldığı kadar açık olmadığını söyleyebilirim. Hani kentin bir kopyası olsa, onu kontrol grubu gibi kullanıp, onunla kıyaslanarak bir şeyler söylenebilir ama böyle bir şey olmadığına göre ne yapacağız? Örneğin, herhangi bir kent için 20 km metro hattı yeterli olur mu? Daha uzun ya da kısa olamaz mı? Bu soruların net yanıtı yok. Demek ki herkes kendi gereksinimlerine göre hatta o anki gereksinimlerine göre değerlendirir. Örneğin, bisiklet kullanan birisi için bisiklet yolları önemliyken başka birisi için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Veya bu istek belediye bütçesinin çok üzerinde olabilir, dahası vereceği zarar getirisinden fazla olabilir.
İş bu kadar da değil. Eskiden belediyelerden beklentiler sınırlıyken kapitalizmin krizleriyle birlikte gün geçtikçe beklentiler arttı. Artık insanlar merkezi hükümetin yararlı işler yapmasından vazgeçti; zarar vermesin, gölge etmesin düşüncesine geldi. Bunun sonucu olarak yerel yönetimlerden beklentiler de arttı. Sağlık, eğitim, istihdam, tarımsal üretim, esnafa destek gibi hemen her konuda belediyelerden bir şeyler yapması, çözüm üretmesi isteniyor.
Hem beklentilerin artması, hem de bunların öznel olabilmesi aslında bir tek noktayı zorunlu kılıyor, bu da gerçek anlamıyla halkın belediye yönetimlerine katılımı. Hiç lafı uzatmayayım. Bunun adı büyüklüğüne göre semt, cadde veya sokak meclislerinin kurulması. Ancak bu şekilde insanlar kendi gereksinimlerinin bütün açısından rasyonel olup olmadığını anlayabilir ve ancak insanlar parçası oldukları bir süreci gerçek anlamıyla değerlendirebilirler. Fatsa, Ovacık deneyimlerinin sırrı, özünde budur.
Katılım konusu, İzmir modelinde İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) ile somutlanmaya çalışılmış. Bu kurulun da çoğunluğu iş insanlarından oluşuyor. Üstelik “Büyük kararlar ancak ciddi bir katılım modeliyle ulaşılacak mutabakatlarla, yani şehrin ortak aklının eseri olarak alınabilir.” diyen Ahmet Piriştina’nın kentinde.
Evet, katılımcılık yok ama hakkını yememek gerek, İzmir’de belediyenin tarımsal üretime katkısını görmezlikten gelemeyiz. Doğrudan üretimin dışında sözleşmeli üretim modelini, yani kooperatiflere alım garantisi vererek ve teknik olarak destekleyerek piyasa koşullarında ezilmelerinin önüne geçme modelini, Türkiye’de ilk uygulayan İzmir olmuştur. Böylece küçük toprak sahipleri korunmuş, kooperatifleşme teşvik edilmiş ve İzmir’e sağlıklı ürünler sunulmuştur. Bunun dışında, kentsel dönüşümle yeni yerlerine geçen ve ağırlıklı olarak midyecilikle geçinenlere midye yıkama tesisleri yapılmasını, “İzmir’e metro kadar operada gerek.” diyerek kültür mekanlarının çoğaltılmasını (Ayrıntılar İzmir Müzeleri kitabında bulunabilir. Adı böyle ama kitapta sadece müzeler değil, kültürel arka plan bütünüyle var.) unutmamak gerekir. Zaten eğer bir şehir bu ülkede nefes alınabilecek yerlerdense bunda illaki yerel yönetimlerin de payı vardır.
Tabi bunları söylerken şehri saran AVM’leri, hem şehrin dokusunu bozan hem tehlike yaratan gökdelenleri, yani rantçılığı, çalışanlara karşı patron tavrını ve diğerlerini unutmuyorum. İzban grevinde AKP ile ortak hareket etmesinin üzerinden ise zaten çok zaman geçmedi.
Evet, söz uzuyor; söylenecek şey çok. Örnek bir kooperatif olarak başlayıp, sonunda Doğuş Holding’e devredilen Tansaşların, körfezin yıllarca kötü kokmasında rolü olan ve siyasi iktidara yakın birilerine ait Ragıp Paşa Dalyanı’nın öyküleri de anlatılmayı hak ediyor. Belki başka bir yazıda. Şimdi limandan balık, Güzelbahçe Pazarları’ndan Ege otları alıp yeni bir yazıya hazırlanma zamanı: İzmir’de kitap yazıları böyle yazılıyor.
1. https://ilerihaber.org/yazar/bir-izmir-okumasi-91497.html
-İzmir Modeli Çalışmaları. 2018 (6 cilt)
1.Ortak Kavramlar
2.Yönetim Stratejileri
3.Yerel Kalkınma, Çevre ve Altyapı
4.Fiziki Planlama
5.Kamu Alanı ve Yer Oluşturabilme
6.Aziz Kocaoğlu ile Söyleşiler.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, satılmıyor, Belediye’den temin edilebilir.
-İzmir Belediyeciliğinde 2004-2018 Döneminin Öyküsü. İlhan Tekeli, 2018.
Sorularla İzmir Modeli. İlhan Tekeli, 2018.
İzmir Müzeleri, 2018.
Akdeniz’in Kıyısında İzmir Körfezi, 2018
İzmir Akdeniz Akademisi Yayınları, satılmıyor, Akademiden temin edilebilir.
-Güzelbahçe’nin Pazarları. Güzelbahçe Belediyesi. Satılmıyor, Belediyeden istenebilir.