Erdoğan-AKP'nin yeni seçim kampanyası için bir gözlemde bulunuluyor: Bu partinin yeni bir zafer için yeni bir hikayeye gereksinimi olduğu, ama bu hikayeye sahip olmadığı ve zorlandığı. Bir de bu partinin ve liderinin pek çok projesini zaten yapmış olduğu ve yeni proje sunmakta da zorlandığı. Rakip partilere de böyle yaklaşılıyor. Yeni hikayeleri, projeleri var mı?
Türkiye planı, planlamayı çok sevmedi, benimsemedi. Ama hep projeci oldu. Esas nedeni sola uzak durmak ve hep sağ tarafından yönetilmektir. Diğer nedeni de, Demokrat Parti'den itibaren sağ hükümetlerin ekonomik alt yapıya aşırı önem vermeleri oldu. Elbette, gelişmenin fiziki alt yapısı kurulmalıdır. Bunun için, örneğin ulaşım, sulama, elektrik projeleri gerekir. Sonra telekomünikasyon projeleri de yapıldı ve gerekliydi. Hepsine tamam. Ama, tüm bunların bile bütünsel bir plana oturmayan projelerden ibaret olduğunu kabul etmek gerek. Örneğin demiryolu yatırımları ihmal edilerek karayoluna aşırı bir kaynak aktarılmıştır. Karayoluna yapılan aşırı yatırımla elbette kamyonla yük, otomobille otobüsle yolcu taşınacaktı. Üstelik petrol bile yoktur.
Ekonomik gelişme elbette piyasanın ve kapitalistlerin insafına bırakıldı. Onlar da gitti tüm kaynakları tüketim sanayisine yatırdı. Ağır sanayisi gelişmemiş bir ülke, geliştiği yerlerde ise, "fason" üretim yapan bir ekonomi. Gerisi ithalata bağımlılıktır. Türkiye yetmiş yıldır otomobil de üretiyor. Ama, fason yerli üretim bile tüm ayrıcalıklarına rağmen piyasanın birinci sırasında bir paya sahip değildir artık. Piyasa bu gün Alman, Fransız ve Japon otomobilleriyle doludur.
Türkiye planı, planlamayı hiç sevmedi. Her hükümet projeleriyle, projeciliğiyle övündü. Barajcılar, köprücüler, duble yolcular, hava alancılar, şimdi de kanal İstanbulcular. Haa, son dönemde ulusal savunma sanayine de yatırım yapılıyor. Ancak, yine yabancı prototipler, parçalar, motorlar, tasarımlar... Bir de, maliyeti ne kadar, niteliği ne, diğer ülkelere de satabilecek misin?
Kentlerimiz planlı mı? Aslına bakılırsa çoğu planlıdır. Ama planlı biçimde kentsel katliam da yapılmıştır. Çünkü planla birlikte neyi planladığınız da önemlidir. Planlı biçimde yaşanamayacak kentler de yaratabilirsiniz. Bu gün İstanbul ve Ankara'nın plansız parçaları neredeyse yok denecek azdır. Bir kent katili olan Melih Gökçek örneğin, her şeyi planlı yapmış, ya da planına uydurmuştur. En kötü ihtimalle, yapacağını yapıp, yaptığının planını sonra hazırlamıştır. Demek oluyor, plan yapmak da yeterli değil.
Peki kırsal alanlar, köyler? Son tahıl ve et ithalatına bakılırsa, bizim kırsal alanlar, köylü ekonomisi, son günlerini yaşıyor. Bu hükümet önce meraları yedi ve hayvanlara bir şey bırakmadı. Tahıl üretiminin düşmesiyle, hayvanlar daha da aç kaldı. Piyasa ekonomisine göre, ithalat daha ucuzsa, yerli üretim verimsiz demektir. Mantıksal olarak, üretimi zaten bırakmanız lazım. Ama, yerli nüfusa ne olacak, bir de, ithalat için döviziniz var mı?
On altı yıllık Erdoğan-AKP dönemi yoğun bir yatırım dönemi oldu. Projeleri yan yana ve peş peşe koyarak tüm ülkeyi inşaat yatırımlarıyla doldurdular. Bir kısmı anlamlı, bir kısmı gereksiz, bir kısmı saçma sapandır. O yatırım kararlarını nasıl alıp nasıl ve kimlere niye yaptırıyorlardı ancak kendileri bilir. En olmayacak yerlere yapılan köprüler, konut yığınları, HES'ler, camiler... Sadece yerleri değil, öncelikleri, gerekli sermaye kaynakları, çoğu tartışmalıdır. Mekana yaptıkları plansız müdahaleleriyle, kentlerin iklimini bozdular, kavrulan ya da donan, sel felaketi yaşanan yerlere dönüştürdüler. Yol yaptılar üstelik borçla yaptılar, hem de insanlar otomobillerin, otobüslerin içinde saatlerce ömür geçirmek durumunda kaldı. Büyük kentlerde küçük bir çocuk saatlerce yolculuk yaparak okuluna gidip evine dönmektedir. Ne yolu ne köprüsü yapıyorsun da, ne işe yarıyor? Kentleri köprülü kavşaklarla doldurdular, kent merkezine artık ulaşmak mümkün değildir. Köprülerin altında insanlar artık boğulmamak için özel çaba sarf ediyor. AVM'ler hem kent merkezlerini, hem de dükkanları bitirmiştir.
Yeni projeler, yeni hikayeler? Türkiye'nin ikisine de gereksinimi bulunmuyor. Projeciliğe değil, planlamaya, hikayeye değil, ciddi, sistemli ve planlı bir ekonomik kalkınmaya, bununla birlikte, ciddi ve köklü bir toplumsal, demokratik dönüşüme gereksinim duyuyor. Toplumsal içeri olan bir ekonomiye ve gelişmiş bir demokrasiye.
Nasıl mı olacak? Solcular, sosyalistler iktidara gelmeden olmayacak. Onlar politik yaşamımızı, akademiyi, bürokrasiyi, orduyu, tüm kamusal karar alma mekanizmalarını en dürüst ve en yetenekli insanlarla dolduracaklar. Yoksa, ülkede olsa olsa yeni projeler, yeni hikayeler iş yapabilir. Ama ne eşitlikçi ve üretken bir ekonomimiz olur, ne de tüm yurttaşların dahil olacağı, yaratıcı ve toplumsal bir demokrasimiz!
Türkiye'nin "sosyalist devrime" gereksinimi var deyip kolaycılığa kapılmıyoruz. Demek istediğimiz, nihayetinde zorunlu olarak sosyalizme gidecek bir yolun açılması ve bunun için gerekli olan ekonomik ve politik ortamın şimdiden yaratılmasının zorunlu olduğudur.
Nasıl Olacak? Önce sosyalistler bir parti halinde politika yapacaklar, sonra da tüm sol Kürt hareketini bu partinin içine alabilme yeteneğini gösterecekler.
Yoksa, yine projeler, yine hikayeler, belki arada bir sol restorasyon,..
Ama hep aynı gerilik, aynı rezillik!
Kıraathaneler, millet bahçeleri, Kanal İstanbul...
Daha zeki olanlara da başka projeler: Otomobilin beynini yapalım ve endüstri 4.0'ı kaçırmayalım. (Zeka kıtsa, yapayını yapalım, fena düşünce değil). Bir de her yıl on bin öğrenci yurt dışına... (Geçmişte sıkça olduğu gibi, gönderilenler gittikleri kafayla geri gelsinler diye herhalde).
Bizimse yeni projelerimiz değil, planlarımız olmalı. Yeni hikayelerimiz değil, sosyalist mücadele ve dönüşüm stratejimiz olmalı.
Kısaca, sosyalist politikamız olmalı!