Son yazımızda, “eşitsiz gelişme” yanında “eşit gelişmenin" de dikkate alınması gerektiğini belirttik. Çünkü çok fazla ihmal edilmiştir.
Nedeni malum: 19.yüzyılın sonuna doğru kapitalizm serbest piyasa döneminden emperyalist, tekelci dönemine evrildi. Bu dönemle birlikte önce Kautsky sonra Lenin, devrimin merkezinin “doğuya” kaydığı gözleminde bulundular. Nedeni, kapitalist “eşitsiz gelişme” dinamiğinin ön plana çıkmasıyla doğrudan ilgilidir. Merkez doğuya doğru kayıyordu, çünkü, ekonomik yapılarla politik-ideolojik yapılar arasında dengesizlik, uyumsuzluk ortaya çıkıyordu. Devrimci enerjinin kaynağı da bu dengesizlik ve uyumsuzluktu. Burada sadece kapitalist gelişmenin eşitsizliğini değil, kapitalizmin yayıldığı alanlarının tarihsel geriliğini de anlamalıyız.
Eşit gelişme derken aslında ilk gelişme örneklerini kastederiz. İngiliz kapitalist gelişme modeli bu anlamda en “ideal” örnek olarak görülür. Bu ülkenin “ideal” niteliği, kapitalist gelişmesinin kapitalist ekonomik kategorileri, ilişkileri, ileri derecede billurlaştırmış olmasından kaynaklanıyor: Ücret, kar, faiz ve rant kategorileri ve onların içerdiği sınıf ilişkileri.
Ancak bu ülkenin “ideal” niteliği ekonomik alanla sınırlı kalmayıp politik-ekonomik alanı da kapsıyor. İngiltere ilk burjuva demokrasisi olarak, sınıf çatışmasını politik alana aktarma ve bu alanda dönüştürme yeteneği gösteren ilk ülkedir.
Bu örneğe yakın diğer “ideal” örnek ise ABD’dir. İki ülkede de, kapitalist piyasa ekonomisi ile burjuva demokrasisinin kurulması arasında eş zamanlılık söz konusudur. Ancak bu ülkenin burjuva devrimi de kapitalist ekonomi ile kolonyal devlet arasındaki uyumsuzluktan, sonrasında ise Kuzey-Güney ayrımından güç almıştır. Aslında ilk örnek İngiltere'den sonra hiç bir ülke tam anlamıyla eşit gelişme örneği olamamıştır.
Bir diğer “ideal” örnek ve model olarak Fransa da, ilk başta hiç de “eşit gelişme” örneği değildir. Öyle ki, bu ülkede kapitalist gelişme uzunca süre feodal bir devlet yapısıyla yan yanadır ve 1770’lerde başlayan politik devrim ekonomik zenginlik, politik temsiliyet ve devlet arasındaki uyumsuzluğu gidermiş, bir tür eşit gelişmeye yol açmıştır.
Dikkatlerden kaçmaması gereken durum, eşit gelişme örneklerinin arka planında da eşitsiz gelişme olduğu, ama, bu eşitsizliğin eşit gelişmeye dönüştürülebildiği gerçeğidir.
Gelişmede başarı eşitsiz gelişmenin eşit gelişmeye dönüştürülmesinde yatar. Bu dönüşümü kolaylaştıran ögeyse, sermaye birikiminin ileri bir seviyede olması yanında dışarıdan kaynak aktarımıdır. Diğer deyişle, “emperyalist tekel rantı” olmadan “içeride” eşit gelişme yaratmak zordur, hatta olanaksızdır.
Kapitalist merkezlerin kendi içlerinde eşit gelişebilmeleri, demek oluyor, diğerlerinin eşitsiz gelişmelerini de gerektiriyor. Bu eşitsizlik, dünya kapitalizminin eşitsiz gelişmesi demektir. Bu ölçekte eşit gelişme ise pek olanaklı görünmüyor.
Konuyu şimdi bu sistemik-diyalektik alandan yapılar alanına kaydıralım. Yapılar en kurumsallaşmış halleriyle ulusal alanlarda gelişmiş bulunuyor. Çünkü küresel ölçekte yapılar henüz gelişmemiştir. Eğer küresel ölçekte ekonomik ya da politik yapılardan bahsediyorsak, olsa olsa uluslararası örgütler ve hukuktan bahsediyoruz demektir. Ekonomik yapı ise bu ölçekte hakim tarz olarak kapitalist üretim tarzıdır ki, bu tarz bu ölçekte sistemik olup, yapısallaşma düzeyini ancak ulusal (ve kısmen bölgesel) ölçeklerde ortaya çıkabiliyor.
Ulus-ötesi yapıların gelişimi uluslararası politikada “küresel sivil toplum” ve “küresel devlet” kavramlarıyla ele alınmaktadır. Ancak bu ölçekte yapıların gelişimi için biraz daha beklemek gerekiyor.
Yukarıda ilk ideal örnekler olarak bahsettiğimiz İngiltere, ABD ve Fransa’da kapitalist ekonomik gelişkinlikle uyumlu bir burjuva demokrasisinin bulunması, ekonomik yapıyla politik yapının uyumu anlamında eşit gelişmeyi açıklar. Bu uyumun bir diğer nedeni de bu iki alanın birbirinden “yeterli oranda” ayrılmasıdır. Hem karşılıklı uyum ve gelişkinlik hem de iki alanın sınırlarının netleşmiş olması, eşit gelişmenin gelişmiş bir iş bölümü anlamına geldiğini de gösterir. Daha da fazlası vardır. Politik alan da kendi içinde benzer bir uyumlu farklılaşmaya gider ve “politik” ve “bürokratik” olarak uyumlu biçimde farklılaşır.
Özetle, eşit gelişmede ekonomik, politik ve bürokratik alanlar uyumlu gelişmenin yanında, birbirlerinden yine uyumlu biçimde de ayrılırlar. Somut olarak, kapitalist kapitalist birikimle ilgilenirken, politikacı politikayla, bürokrat da bürokratik işlerle uğraşır. Bir alanın bunalımı diğer alan yayılmaz, bir alanın görevini de bir başka alan üstlenmez.
Sosyalistlerin eşitsiz gelişmeye olan özel ve bazen de aşırı ilgilerinin nedeni başta yazdığımızı üzere, devrimci politikadır. Devrimci enerjiyi eşitsiz gelişme üretir. Yukarıda saydığımız üç ideal eşit gelişme örneğinde ülkelerin kendi burjuva devrimlerini tamamlamalarıyla birlikte sosyalist devrim tehlikesini büyük ölçüde atlattıklarını, kendi sosyalist muhalefetlerini de ehlileştirdiklerini biliyoruz.
Bu ülkelerde ciddi protesto eylemleri olmuş, hatta sistemi sarsacak duruma bile gelmiştir. Ancak en son 1970’lerin ortasında, var olan devrimci enerjilerini tümüyle bitirmişlerdir. Bu ülkelerde "hareket" olur, "protesto" olur, ama sosyalist devrim olacağa benzemez.
Şu tezimizi hemen yazalım. Eşit gelişme aşamasına gelindi mi, sosyalizme devrimci geçişin dinamikleri de zayıflamaya başlar. Sosyalist devrim mutlaka eşitsiz gelişmeden beslenir ve bu nedenle ve bir kural olarak devrimin merkezi politik-ideolojik olarak ileri ama ekonomik olarak geri olan ülke ve bölgelere doğru kayar. Elbette basit bir geri ekonomi-ileri politika-ideoloji zıtlığı zorunlu koşul olmakla birlikte yeterli olamaz.
Böyle bir zıtlık, otoriter, baskıcı bir devlet aracılığıyla “ileri” olan politika-ideoloji alanın baskılanmasıyla edilgen hale getirilebilir. Ama bu devletli ve devletçi çözümün kendisi de bir başka eşitsiz gelişme nedeni olur. Politik olanı baskılayıp ekonomik olana ağırlık vermek “bölüşüm” sorununu sadece ekonomik değil politik bölüşüm sorunu olarak da geliştirir.
Zenginliğin bölüşümü sorununa iktidarın bölüşümü sorunu da eklenmiş olur.
İşte ideal eşitsiz gelişme durumu budur ve Türkiye ve çevresinin durumunu da çok benziyor. Kautsky ile Lenin'in bahsettiği merkezi kayma sistemik ve yapısal nedenlerle uzun zamandır bizim coğrafyamıza doğrudur. Ancak, sosyalist solun bu kaymanın sunduğu olanaklarla ilgili bilinci ve bu olanakları politik-ideolojik olarak kullanma yeteneği hakkında henüz olumlu düşüncelere sahip değiliz.
“Sistem-yapı-özne ve sosyalist politika” yazılarımızı şimdilik burada bitiriyoruz.