Yeni bir siyaset için olanaklar
Bir soru da kendimize soralım. Önümüze yabana atılmayacak önemli bir fırsat çıktı. Durumu ve kendimizi gözden geçirip yeni bir bütün yaratmak için parçaların derin tartışmasını neden başlatmıyoruz?
İnsan, zaman içinde kendini hayvanlardan farklılaştırmayı başaran varlıktır; duygu ve temel içgüdüler açısından onlardan çok uzaklaştığını düşünmek doğru olmayabilir, ama uç noktalara gidebildiysek eğer, nedeni, başta okuma yazma, anlama anlatma, geliştirdiğimiz öteki becerilerimize bağlı olarak bilim yapma yeteneğimizdir. Matematik, geometri, fizik derken, atomun ve evrenin birbirine çok benzediği düşünülen derinliklerine dalabiliyor, bilimin de kendi kendini çoğaltan durdurulamaz bir hareketin, enerjinin bilimi olduğunu, maddenin ancak böyle kavranabileceğini, kuşkulu bir iyimserlikle söyleyebiliyoruz.
İflah olmaz kaşifler, mucitler, maceraperestleriz bizler. Geçmişi merak ediyor, geleceği tahmin etmeye, dahası oluşturmaya, kurmaya çabalıyoruz. Karşılaştığımız zorluklar genellikle maddi koşullardır ama ötekilerden, öteki insanlardan kaynaklanan zorluklar daha belirleyicidir. Bütün bu olanlar toplamına çok farklı açılardan bakarak, hangi tarafta olduğumuzla sıkıca bağlı tarihler yaratıyor, bu tarihi henüz egemen olamadığımız, zaman denilen bilinmezin içine yerleştiriyoruz.
***
Zaman hızla akıp gidiyor, ama yine durduğumuz yere, beklentilerimize göre yavaş geçtiğini ya da hızlandığını söyleyebiliyoruz. Tüm dünyada kabul edilmiş ölçülerimiz olsa bile sıkıldığımız zamanları ya da hızla geçmesini hiç istemediğimiz mutlu zamanları birbirinden ayırabiliyoruz. Yılların hızla geçmesini istemiyoruz; çünkü yaşamın sona erdiği ana doğru ilerliyoruz; aynı zamanda sıkıcı günün hızla geçmesini, akşamın olmasını, sevdiğimizle buluşmayı iple çekiyoruz ama akşam bir türlü gelmiyor. Göreli diyoruz bu nedenle zamana. Göreli ya da değil ona bağımlıyız; aslında o yine bizim sabitlediğimiz ölçülere göre hiç şaşmıyor, bize hiç aldırmıyor. Tarih yavaş ilerliyor, insanın günceli ise acelecidir.
Zamanın alıkonulmuş hikayelerinden başka bir şey olmayan tarih, güncel olandan kendini ayırmayı çok iyi biliyor. Güncel olan bizimle sıkı sıkıya bağlıdır; bizim eylemimizin, geleceği anlamlı bir şekilde kurma çabamızın, statüko düşkünlüğümüzle, alışılmış olanın konforunu, kültürünü terk etmeye yanaşmayışımızla, gelişmeyi durdurma, geçmişin geçip gitmesini önleme hevesimizin kavgası çatışmasıdır güncel. Henüz tarih değildir ama tarih olmaya adaydır.
***
O nedenle de günceli anlatırken ya da kör bir vakanüvis gibi yazmaya, resmetmeye çabalarken, öznelliğimiz ağır basar. Kimi zaman devrimci olanın ne olduğu konusunda güncelden gelecek için olumlu bir şeyler çıkarmaya, oluşturmaya çalışan eylemciler arasındaki anlaşmazlıklar, statükocularla olan kavgayı yaya bırakır. Aradan yıllar geçip güncel olan, tarih ya da yakın tarih olduğunda olup bitenler bize çok gülünç, çocuksu ve ne yazık ki ağır bedellerin ödenmiş olduğunu hep unutmak istediğimiz, kuşkusuz unutamadığımız geçmiş olarak tarihin defterine yazılır.
Biliyoruz, zaman yolcusu ne geçmişe ne geleceğe gidebiliyor. Bilim kurgunun olağanüstü romanları, filmleri günümüzün gerçeklerini ciddiye almayan güzel, korkunç, romantik ya da aşırı “gerçekçi” hikayelerdir. Şimdilik uzak çok uzak gelecekleri, zamanları anlatan bu romanları unutun, günümüzün gerçeklerini anlatan, günümüzün içinde ama henüz yaşanmamış, yaşanması kaçınılmaz gerçekleri anlatan romanlar hikayeler de çarpıcıdır. Marquez’in Kırmızı Pazartesi’si gibi romanlardan söz ediyorum. Herkesin bildiği, beklediği, önlemek için hiçbir şey yapmadığı bir cinayeti anlatır bu ilginç roman. Ama sanki beklenen pek çok gelişmeye, çok duruma uygulanabilecek büyük bir metafordur Kırmızı Pazartesi. Buraya bir mim koyalım mı?
***
Ama kimi zaman da beklenmedik şeyler olumlu ya da olumsuz gelişmeyi akamete uğratabilir, sonlandırabilir, engelleri çoğaltabilir, beklenenin önünde aşılması güç sıkıntılar birikebilir. Bir söz, yanlış anlaşılmış birkaç kelime, uzatılmış, amacından sapmış bir cümle ya da daha sıklıkla zamansız ortaya atılmış sert bir eleştirinin, toplumsal gururun, fırsatı değerlendirmekten kendini alamayan psikolojinin duvarında amacının tersine dönüşmesi gibi. Türkiye’de sol hareketin tarihinde benzer durumlar ne kadar çoktur. Küçük yanlış anlamalar, anlaşılmalar bir yana, Türkiye solu geçmişte büyük bir parçalanmayı MDD / SD tartışmasıyla yaşadı. Bedeli ağır oldu; şimdi artık sol hareketin tarihinin, içinde iyi şeyler bulmak için çabaladığımız talihsiz bir parçasıdır.
Şimdi daha başka düzeylerde yine benzer sıkıntılar yaşanıyor. Belirgin özelliği siyasetin içinde olmanın zorlukları bir yana geçmiş tarihimizin kısa sürse de, -neden kısa sürdüğü de yukarıda anlatılan hikâyeye bağlıdır- etkin siyasi bir başarı hikayesi olarak TİP deneyinin hakkınca özümsenmemiş olmasının payı var. Yine de şimdi gelinen noktada kimi sıkıntılar çok büyütülse de küçük sayılabilecek, örneğin parti içi anlaşmazlıkları günün görevinin karşısına konulması gibi, kimi anlaşmazlıklar dışında, sol bir bütün olarak, ülke tarihinde önemli bir dönüm noktası olabilecek bir dönemeçtedir. Hem geleceğin kapılarını açabilecek bir olgunlukla ilerliyor, hem de verimli diyalogların kapısını kapatmıyor. Siyasal parti ve hareketler, kitle örgütleri, sendikalar, bir bütünün parçaları olarak en önemli engelin aşılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu önemli engel aşıldıktan sonrası için umut büyüktür. Sol hareketin bütünü, parçalarla ilişkisinde biriktirdiği deneyimi iyi değerlendirebilecek olgunluktadır. Eğer bütün, parçaların aritmetik toplamı olarak anlaşılmaz, hep birlikte oluşturabilirse, öncelik sonralık tartışmaları içinde kaybolmadan, hep birlikte tüm deneyimi, birikimi değerlendirerek, oluşturulacak bütüne egemen olmak gibi çıkmaz yollara sapılmazsa, bu kez büyük bir imkân solun önünde duruyor. Bu büyük ve ciddi fırsatı değerlendiremezsek, tıpkı Kırmızı Pazartesi’de olduğu gibi kendi suskun kasabamızda, kendi cinayetimizin faili ve kurbanı olacağız demektir.
***
Zamanda geçmişe dönmek mümkün değildir. Gelecek ise verili koşullarla bizi bekliyor; onu yani tarihi, bu koşulları aşarak, değiştirerek yapmak solun her zaman sorumluluğu ve görevi olmuştur. Solun tarihini değerlendirdiklerini söyleyenler hep Sovyetlerin yıkılışının hikayesini anlatıyorlar, Özellikle sosyalist dünyayı ekonomik politik açıdan köşeye sıkıştırmayı amaçlamış soğuk savaş döneminden ve Sovyetlerin dağılmasından sonra devrimler çağının kapandığını söyleyenler psikolojik bir üstünlük sağladılar, bu üstünlüğün tadını çıkardılar. İdeolojik merkez olarak Batı özellikle de Fransa bu saldırının ideolojik merkezi oldu. Batıda ve bizim ülkemizde kimi zaman rafine, kimi zaman kaba antikomünizm hâlâ pirim yapıyor.
Bu masalın sonu gelmedi mi?
***
Tarih yalnızca yenilgilerin tarihi değildir; belki de geçici üstünlüklerin, zoraki rahatlamaların, mücadelenin maddi temellerini görmezden gelen ideolojik konformizmin sonu gelmiştir.
Muhafazakarlığın bitmez tükenmez masalını okuyanlar, teslimiyetçi liberalizme boyun eğenler, koşulları alt ederek, değiştirerek, büyük bir karmaşanın içinde değişim rüzgarını estiren devrimcilerin, 1789 Fransa’sında, 1917 Rusya’sında ve daha pek çok yerde, farklı zamanlarda devrim yapanların tarih yaptığını, tarihin donup kalmayacağını neden bir türlü kavrayamıyorlar?
Bir soru da kendimize soralım. Önümüze yabana atılmayacak önemli bir fırsat çıktı. Durumu ve kendimizi gözden geçirip yeni bir bütün yaratmak için parçaların derin tartışmasını neden başlatmıyoruz?
Zamanı gelmedi mi daha?