BBC’nin 12 Kasım günü geçtiği habere göre Rus tankları, topları, hava savunma sistemi ve muharip kara güçleri sınırı geçerek Doğu Ukrayna’ya girdi. Haberi veren sıradan biri ya da bir gazeteci değil, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı General Philip Breedlove. General, Ukrayna’ya giren Rus askeri kuvvetleri için “belirdiler” terimini kullanıyor, çünkü girişleri görülmemiş, sadece mevcudiyetleri fark edilmiş. Araçların üzerinde hangi ülkeye ait olduklarını gösteren işaret yok. Breedlove, NATO ülkelerini uyarıyor: “Ukrayna ile Rusya arasındaki eski uluslararası sınırın artık kolayca geçilebilir olması, sınırın tamamen açık olması, bizleri son derece kaygılandırıyor.”
Rusya’nın bu örtülü hamlesinin, ABD’nin Avrupa kıtasına (Letonya) Soğuk Savaş’tan sonra ilk kez tank birlikleri, yanı sıra zırhlı araç ve asker sevkiyatı yapmasına bir karşı-hamle olduğunu söyleyebiliriz. Rusya’nın, ABD’nin batıdan çevreleme politikasını Kırım’ın kuzeyi merkez olmak üzere Ukrayna’nın mümkün olduğu kadar batısında karşılamaya çalıştığı anlaşılıyor.
Rusya, Baltık Denizi kıyısındaki stratejik Kaliningrad füze üssünün açılışını Medvedev’in katılımıyla yaparak (2011) silahlarını batıya yönelttikten sonra, yüzünü Asya’ya döndü ve Çin’le ortaklığını geliştirmeye başladı; doğu Akdeniz’e savaş gemileri gönderdi, bölgede İran’ı ve Suriye’yi de kapsayacak şekilde füze-radar sistemleri kurdu. Çin’le, özellikle Almanya’yı kaygılandıran kapsamlı bir doğalgaz anlaşması imzaladı. Rusların, Kazakistan ve Belarus’la kurdukları Avrasya Ekonomi Birliği’nin gelişmesini G-8 (Ukrayna krizi nedeniyle Rusya’nın ihraç edilmesinden sonra artık G-7) zirvelerinden daha önemli buldukları kesin.
Batı emperyalizmi Ukrayna’yı parçaladı ve kargaşaya sürükledi, ancak Rusya’nın doğuya, Çin’e doğru açılmasını, Karadeniz’de ve Suriye krizi sırasında Doğu Akdeniz’de bayrak göstermesini önleyemedi. Bu arada Putin’in G-20 Zirvesi’nin yapıldığı Avustralya’ya dört savaş gemisiyle gitmesi (Batı basınına göre “şaşkınlık yarattı”) ve geçen Pazar günü toplantıyı yarıda terk etmesi de bir tür rest çekme anlamı taşıyor. Diplomaside jestler önemlidir.
Ancak doğuya yönelmesi Rusya’nın kendi batısından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. II. Dünya Savaşı yaklaşırken Lev Troçki Rusya’nın stratejik durumuna ilişkin çözümlemeler yapmıştı (1939). Bu çözümlemelerde “etki alanı” terimini kullanması ilginçtir. Avrupa’da devrim ihtimali ortadan kalkmış, Naziler Almanya’ya hâkim olmuştu ve İspanyol İç Savaşı’nın kaybedileceği anlaşılmıştı. Yaklaşan paylaşım savaşı etki alanları üzerinden başlayacaktı. Sovyetler Birliği’nin etki alanlarını Polonya ve Baltık ülkeleri olarak saptar. 1917 sonrasındaki jeopolitik durumla ilgili örnek verirken, “Devrimci yayılma hatları Çarlığın yayılma hatlarıyla aynı idi; çünkü devrim coğrafi koşulları değiştirmez,” der ve Sovyet hükümetinin Brest-Litovsk Barış Antlaşması’yla (1918) kaybettiği bölgeleri geri alma çabasını, Kızıl Ordu’nun 1920’de Varşova’ya kadar gidişini anlatır (Leon Troçki, Marksizmi Savunurken, Kardelen Yayınları, 1992).
Aslında Rusya’da yaşanan karşı-devrim de coğrafi koşulları değiştirmedi. ABD ne kadar çevreleme yaparsa yapsın Rusya Baltık bölgesinden tamamen vazgeçemez; Ukrayna ve Kırım ise son savunma hatlarıdır.
Şimdiki halde üç çatışma alanının varlığından söz edilebilir: Doğu Çin Denizi, Ortadoğu ve Ukrayna. Birincisinde, Japonya, Güney Kore, Malezya, Filipinler, Kamboçya, hatta stratejik işbirliği anlaşmasıyla Hindistan’ı kullanan ABD, Çin’i çok geniş bir alanda çevrelemeye çalışıyor (krizin en uç noktası: Japonya ile Çin’in iç içe geçen “hava savunma alanları”, Senkaku-Dioyu adaları ve çevresindeki Çunksiao doğal gaz kaynakları). Ortadoğu’da ABD’nin Kürtlerden başka güvenebileceği müttefik kalmadı. Burada, ABD’ye kafa tutan İsrail ve/ya da Türkiye’nin macera arayışı savaşı başlatmadıkça vekâlet savaşları bu şekilde sürecek, bölge haritası yavaş yavaş değişecek gibi görünüyor. Fakat en kritik bölge, Baltık (Letonya-Kaliningrad); Ukrayna ve Kırım. I. Dünya Savaşı’nın Balkanlar’ı, II. Dünya Savaşı’nın Danzig Koridoru ve Südet Krizi gibi…