Yaşadığınız her neresiyse, orada kendinizin ve çevrenizdeki insanların yaşamını savunmak ve bunun gereklerini yapmak bir insanlık görevidir.
Kocaeli’nin pek çok yerinde, birinci derece tarım arazilerinin yapılaşmaya ve sanayileşmeye açılması dolayısıyla yıllardır yaşamlarını ve yaşam bölgelerini savunan köylü nüfus, bugünlerde yaşam savunularını farklı alanlara taşımak zorunda kalıyor.
Kandıra’da 18 köyü su altında bırakacak olan Sungurlu Barajı’nın yapımına bu biçimiyle karşı çıkıp yaşamı savunanlar, yeni bir alan daha açtı.
Akçaova ve Teksen Köyü, yarım asırdan fazla zamandır Sungurlu Barajı’nın gölgesinde, ev ve topraklarını kaybetme korkusuyla yaşayan halk belirsizliğin kucağına itilmiş durumda. İki köyün haricinde baraj altında ve baraj havzası içinde kalacak olan Akıncı, Avdan, Ağaçağıl, Çalyer, Deliveli, Nasuhlar, Şerefsungur, Karadivan, Hacışeyh, Tatarahmet, Çakmaklar, Selametli, Çalca, Kubuzcu, Gebeşler ve Yağcılar köyleri de boşaltılacak.
Sungurlu Barajı Yeşilçay İçme Suyu Projesi için İSKİ’nin koruma alanı bölgesi ilan edilen Akçaova ve Teksen köylerine 2005 yılında imar yasağı da geldi. O tarihten beri evlerine bir çivi bile çakamayan yöre halkı, şimdi de baraj yüzünden yurtlarından edilmek isteniyor.
Köyleri ve tarım arazileri sular altında kalacak olan köylüler, Baraj için kendilerine herhangi bir yer gösterilmeden yurtlarını terk etmek zorunda bırakıldıklarını ve tarım arazilerinin sular altında kalacağını savunuyor.
‘Sadece ben bilirim, ben ne diyorsam öyle olur’ diyen bir anlayışıyla karşı karşıya kalan halk, projenin altından bir rant ve birilerini zengin etme hikayesinin çıkacağı konusunda da oldukça kuşkulu.
Kısaca, yöre halkı bunu istemiyor, yaşamı ve yaşam alanlarını savunma konusunda kararlı…
************
Taşocağı da başa bela
Kocaeli’nin Gölcük ilçesi, ülkenin belleğine iki olayla kazınmıştır. Birincisi Donanma Komutanlığı, ikincisi de 17 Ağustos 1999’da yaşanan Marmara depremi.
Şimdilerde ise bu ilçenin beldesi olan Halıdere’de, halk yaşamı ve yaşam alanlarını savunmak için mücadele ediyor. Bu da, taş ocağı belası karşısındaki kararlılığının, belleklere yeni bir anımsama kriteri taşımak anlamına gelecek.
Taşocağı, Halıdere’nin Çakal Bağlar mevkiinde ve As Elmaslar Taşocağı firmasınca işletiliyor. Sözleşmesi de 2005-2015 arasını kapsıyordu. Ama, ne olduysa kapsama süresinin sona ermesine az bir zaman kala, sözleşme 2037 yılına kadar uzatıldı ve halk da buna karşı ayaklandı.
Halıdere, 1999 Marmara depremi öncesinde Gölcük ilçesinin en gözde yerlerinden biriyken, bugünlerde yaşam mücadelesi veriyor. Devlet arazisinde verilen taş ocağı izninin 100 dönümü bulması ve her geçen gün yapılan yeni kazı çalışmaları belde halkının yaşamını olumsuz etkiliyor. Taş ocağının bulunduğu yerin etrafından bulunan ıhlamur ve kestane ağaçları çamur içerisinde kaldı. Beldenin en önemli su kaynağı ise yapılan kazı sonrasında kurudu.
Halk, ocak etrafındaki arazilerine bölgenin çamur haline gelmesi dolayısıyla gidemiyor. Böylece, önemli geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılıktan vazgeçmek zorunda kalıyor. Beldenin en önemli geçim kaynağı olan arıcılık da, bitme noktasına geldi. Kazı çalışmalarında ortaya çıkan kirli su kanallarla denize akıtıldığı için çevre kirliliği sorunu da yaşanıyor.
Sorunun giderilmesi, yaşamı ve yaşam alanlarını savunmak için ilk adımı 10 yıl önce atan halk, mahkemelerden de bir sonuç alamadı.
O yüzden, bundan böyle bölgedeki yaşamı ve yaşam alanlarını savunmak adına atacakları her adım meşrudur.
***********
Depreme hazırlıklı olmak
Tam günüdür dedim ve aklıma gelenleri bir kez daha paylaşmak istedim.
Bildiğiniz üzere, yüzyılın felaketi olarak da tanımlanan Marmara depreminin merkez üssünden yazıyorum. Takvimler 1999 yılını gösterdiğinde yaşadığımız o felakette, bölge itibarıyla resmi olarak 16 bin 700 civarında insan yitirdik. Ama, o dönem hükümetinin yurt dışına 35 bin ceset torbası siparişi verdiğini anımsadığımızda, yitirdiklerimizin gerçek sayısının halktan gizlendiği vurgusunu yeniden yapmak gereği hissediyorum.
Yaşamımızı savunmak adına depreme ve sonuçlarına o gün hazır değildik. Bugün, deprem ve yaratacağı sonuçlar hakkında daha fazla bilgi sahibiyiz belki ama ne resmi kurumlar ne de yurttaşlar olarak yine hazır değiliz.
Yapı stokumuzun depreme dayanıklılığı tartışılır, kentin önemli bir bölümünde Marmara depreminde onarım görmüş olan yapıların bugün ayakta kalma olasılığı yok denecek kadar az. Geçici barınmayı sağlayacak alan ve olanaklar da çok kısıtlı.
Görünen o ki, "yaşam bizim, savunacağız" diyoruz ama yaşamımızı savunacak fiziki şartları oluşturmadık, oluşturamadık.
Yitirdiğimiz binlerce canı yeniden anarken, gelecek nesillere daha güvenilir kentler bırakmak görevini de en kısa sürede yerine getirmeliyiz.
Yoksa, yaşamı hiç kimse savunacak olanak bulamayacak.