Yaktılar, yıktılar, yiyorlar ama yapıyorlar

Türkiye’de, 3 Kasım 2002 seçimiyle 2023 sürecinin ilk vizesini alan ve bu vizeyi uzatmak için de olmayacak sosyal-siyasal entrikalar çeviren AKP iktidarı, ideolojisini oluşturan altyapının emrettiği gibi aydınlanma düşmanlığında sınır tanımayan yaklaşımlarıyla Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te YAKMAK eylemini gerçekleştirenlerin yanında durup alkış tutmuş, yakılan insanlarımızı ise hep karşıdan seyretmiştir.

Bu durum, ‘Sivas’ta yakanlar, AKP’yi kuranlar’ sloganına da özne olmuştur.

Yaktıkları, üzerinden 23 yıl geçtiği için toplumun balık hafızalarının önemli bölümünde silindi, yok olup gitti. Belki de, o hafızaların önemli bir bölümü, artık yakılanları anımsamak bile istemiyor, çünkü vicdanları rahatsız oluyor.

Ama, biz onları hep anacağız,

Unutmaya yüz tutan balık hafızalarını zorlayacağız,

Unutturmayacağız ki, bir daha yakamasınlar…

Sivas, Maraş ve Çorum’la yüzleşmeyen katliam mantığı ile Ortadoğu’da yaşanan katliamları gerçekleştiren ve son olarak Atatürk Hava Limanı’nda dil, din, ırk ve renk ayrımı gözetmeksizin insanların ölümüne yol açan saldırının özündeki mantık aynı.

Yakarken neler yaptıklarını, yakanları nasıl kutsadıklarını ve sonrasında da nasıl korumaya çalıştıklarını gördük.

Önce yakmak, ardından da YIKMAK…

Söz konusu ‘yıkmak’ olunca, ilk ateşi fitilleyen ‘’400 yıllık tarihe reklam arası’’ deyimi unutulamaz.

Yıkım yönünde mesajlar verilen ama kitle tepkisinden çekinildiği için yerine dönüşüm algısı yaratılmak istenen CUMHURİYET rejimine son demlerinin yaşatıldığını söylemekte sakınca yoktur.

Yıkarken izledikleri yöntemi de gördük…

4+4+4 ile yola çıktılar gerisi çorap söküğü gibi getirildi. Araya bir ‘hop dedik’ diyenler girecek oldu ki, o sesler gürültü arasında duyulmasın diye birbiri ardına bombalar patlatıldı, patlatmaya da devam ediyorlar.

Bunca yakıp yıkmaktan sonra YAPMAK ne anlama gelir, bir de buna bakmak gerekir…

Mesela, Marmaray…

Mesela, İstanbul Boğazı’na tüp geçit…

Mesela, İstanbul Boğazı’nın 3. Köprüsü olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü…

Mesela, İzmit Körfezi’nin iki yakasını birleştiren Osmangazi Köprüsü…

Ve gelecekte de yapılacaklar…

Şu Osmangazi Köprüsü’ne bir bakmak gereklidir.

İzmit ve Yalova arasını birbirine bağlayan, 2 bin 682 metre toplam uzunluğa sahip olan Osmangazi köprüsü, Türkiye’nin en uzun, dünyanın 4. en uzun köprüsüdür. Köprünün maliyeti yaklaşık 1.1 milyar dolardır. Köprü, otoban yolları dâhil Türkiye’nin 2016 yılında yaptığı en pahalı yatırımdır.

Deniz seviyesinden 64 metre yüksekte olan ve toplam uzunluğu 2 bin 682 metreyi bulan köprünün su üzerindeki uzunluğu 1500 metre, ayaklarının birbirine uzaklığı ise 500 metredir. Kullanılan tel halatların toplam uzunluğu  80 bin kilometreyi bulan ve direklerinin (deniz içi dahil) toplam yüksekliği de 236 metre olan köprü, 36 metre genişliğinde inşa edilmiştir. 

Köprü geçişi bilet fiyatları ise 35 Dolar +KDV’dir. Yani, ortalama 120TL olarak belirlenmiştir.

Peki, köprü neden kavisli inşa edildi dersiniz ?

Bunun sebebi, 113 göçmen kuş türüne konaklama imkânı sunduğu için "kuş oteli" olarak bilinen ve yılın her döneminde ilgi gören Hersek Lagünü’dür. Hersek Lagünü, Köprünün şeklini belirlerken, sulak alanın bu çalışmayla göçmen kuşlara gelecek yıllarda da ev sahipliği yapması sağlandı.

İstanbul-İzmir ulaşım süresini 9 saatten 3.5 saate indirecek Gebze Orhangazi-İzmir Otoyolu Projesi’nin en önemli bölümünü oluşturan köprünün maliyeti, Halkbank ve Vakıflar Bankası gibi devlet bankalarının da arasında yer aldığı 9 bankadan AKP'nin verdiği gelir garantisi karşılığı kredi olarak temin edildi.

Yani, müteahhidin (yüklenicinin) cebinden hiç para çıkmadı.

Yapıyorlar, ama bedelini de ekstra haliyle yine vatandaşa yüklüyorlar…

Kamusal bir hizmet sayılması gereken bu tip yatırımlar yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirildiği için en verimli dönemlerinde sermayenin cebine kaynak aktarmaya yarıyor.

Sonraki yıllardaki kullanım grafiği içinde hep onarımlar yer alıyor. Bu noktada çıkan maliyetlerin de muhatabı kamusal bütçe, yani ülke halkı.

Bu kadar bedel ödedikten sonra, en iyisine layık olmalıyız. Bu, ülke halkına ‘AKP’nin bir armağanı’ gibi sunulamaz. 

Yakan,

Yıkan,

Yiyen

Ama bu arada da yapma becerisi sergileyen bir anlayışı baş tacı yapan ülke halkı olarak ödeyeceğimiz bedelleri peşinen kabul etmiş oluyoruz. Eğer, bu günden ses çıkartmaz, bu tür bağımlılıklara itiraz etmezsek, yarın çıkartacak sesimiz kalmayacak.

Bu kadar aciz miyiz?

Ne dersiniz?

Sonuç olarak;

AKP hükümetlerinin hukuki ve ekonomik işlemler mercek altına alınıp devr-i sabık yaratıldığı zaman, ‘’Yakıyorlar, yıkıyorlar, yiyorlar ama yapıyorlar’’ mantığının nereden geldiği daha iyi anlaşılacaktır.