Vicdan (Siyasapati -2)

Günlük hayatımızda çok kullandığımız halde anlamı geniş veya belirsiz veya değişken olan sözcükler vardır.  Sözlük anlamları birçok alt başlık içerir, deyimlerle çeşitlenir, her niyetle kullanılabilir, yine de vazgeçilmezdirler. Bunlardan “vicdan” için söylenecek pek çok söz var. Her şeyden önce tüm alt anlamlarıyla vicdan sözcüğü, dibini bulmuş insanlık için belki son tutma halkasıdır. Ama insan olmamızın en dip noktasının ötesinde, toplumsal işlevler açısından tam olarak nasıl çalıştığı yeterince keşfedilmiş değildir.

Vicdan sözcüğü üzerine düşünenler hep şu sözcük setleri içinde devindirirler bunu: Toplumsal çıkar, empati, adalet duygusu, iç ses, duygusal zekâ… Bu terimler de “bilimsel” alanın içine, kenarına ve dışına düşen geniş bir alanda hüküm sürerler.

Bu yapıttan öncesi de var, ancak fazla eskiye gidemiyor. Vicdan’ın ne olduğu, ne olmadığı, bilimsel yöntemlerle ne kadar incelenebileceğiyle ilgili “külliyat” tahmin edeceğiniz gibi hemen tüm sosyal psikolojinin kökenlerine dayanıyor. Bir bilim dalı şu soruyla başlamış: “Ortalama eğitim ve gelir durumları görece gelişkin kitleler, neden vicdanları yerine Adolf Hitler’i dinlediler ve on yıl boyunca bir yıkım yarattılar?”

Sözünü ettiğim 1993 tarihli çalışmanın adı Vicdansızlar (Without Conscience). Yazarı Robert D. Hare (1); Amerikan psikolojisinin bugün en çok saygı duyulan isimlerinden biri. Gelişkin ve ciddi bir bilimsel katkı anlamına gelen bir eser için ne kadar geç değil mi? Aslında bu alanda çoğumuzun dünyadan haberdar olmadığımızın temel nedeni bu geç gelme durumu sanki. Literatürün ezici çoğunluktaki kısmı, Nürnberg mahkemelerinin sonrasında ve otuz yıllık bir zaman dilimi içinde ortaya çıkıyor. Zaten Nazi savaş suçları o kadar karmaşık bir hukuki süreç ki, son duruşma ilk duruşmadan tam 31 yıl sonra sonuçlanmış (1977)!

İlerki haftalarda bu yazının ikizini, İtaat’i yazmak istiyorum. Siyaset ve iktisadi gelişmeler aslında yaz veya pazar yazılarının konularına giren böyle çeşitlemelere izin vermiyor. Ülkede uzun sürecek bir kriz şekillenirken kızan okurlarım da var. Ama bir sorun niye?

Geçen şu iki yılda anlıyorum ki; aslında Haziran, Sol Hareket, iktidar olanakları falan denince İtaat ve Vicdan’dan başlanması daha iyi olacaktı. Dizinin son yazılarında bunu açacağım. Umarım böyle düşünen insan sayısını artırmaya bir katkım olabilir.

Elimizdeki bilimsel birikimin bazı temel kaynakları var:

-Nazi savaş suçları mahkeme heyetlerinin önemli üniversite kürsülerinden istedikleri araştırmalar;

- Adli tıpta suçlu profillerinin derinleştirilmesi ve nörolojik ölçümlerle desteklenmesi, bilimsel veritabanlarının oluşturulması;

- Evrimsel ve sosyal olarak gelişkin primat topluluklarının sosyal davranışlarının çok daha iyi gözlemlenmeye başlanması;

- Nörolojide beyin aktivitesinin haritasının çok daha iyi çıkarılmaya başlanması ve bu harita üzerinde farklı duyguların, toplumsal deneyimlerin, hastalıkların, travmaların, vs. etkilerinin çok daha iyi ölçülmeye, haritalanmaya başlanması, bunların beynin plastik yapısında değişikliklere yol açtığının keşfiyle nöropskiyatri diye bir alanın şekillenmesi…

Soldan bakınca yukarıdaki kaynaklara ciddi eleştiriler yöneltmek mümkün. Adli tıp, sosyoloji, nöroloji ve zooloji bağlantılı bütün bu aktivite, davranış bozukluğu ve suçla kapitalist düzen arasındaki doğrudan bağlantıyı yadsıma üzerine kurulu çünkü. Öbür türlüsü, düpedüz ödenek yoksunluğu…

Ama bilimin; yani fizik, zooloji, nöroloji vs.’nin vaka incelemeleri ve istatistiklerin çok geliştiği, biriktiği son otuz-kırk yılda ortaya çıkan bilginin düzeltilmesi gereken yanlarının olabileceğini düşünmekle, bu külli ve taze bilgi birikimini büsbütün değersiz ilan etmek arasında çok ciddi bir fark bulunmakta! Sosyalistlerin konuya ilgisiz kalmayan az bir kısmının bile çoğunlukla ikincisini yapmayı alışkanlık haline getirdiğini görüyoruz. Ancak nihayet 2000’lerden itibaren artık bunun düpedüz bilim kaçkınlığı anlamına gelmeye (anca) başlayabildiğini görmekteyiz.

Hayvan topluluklarının “olağan” toplumsal yaşamlarını sürdürürken ihtiyaç duydukları liderler, olağanüstü durumlarda yetersiz kalabilir. Örneğin koca sürünün bir yangından kaçarken uçurumdan yuvarlanmasına neden olabilir. Liderlik yeteneğinin olağanüstü durumlarda da çalışması için “Alfa Tipi” bireylerin liderlik etmesi gerekiyor. Hem kendini sürünün üyelerinin yerine koyabilen, her bireyin ne yapıp ne yapamayacağını, nasıl bir yönlendirmeden anlayacağını okuyabilen, yani “empati” gösterebilen, hem de sürünün görmediğini, vadinin ötesinde neler olduğunu iyi kestirebilen bir liderlik yeteneğidir sürünün hayatını kurtaran.

Oysa olağan dönemlerde liderliğin “ele geçirilmesi” için kullanılan yöntemler, empatiyi gereksiz bir vicdani yük olarak gören, yani zekayı ve hızlı karar almayı kısıtlayıcı unsur sayan liderler üretir. Bu liderlerse doğru karar vermek için gereken ön yeterlilikten bariz bir biçimde yoksundur. Vicdan-empati-duygusal zekâ terimlerinin günümüz psikolojisinde yakın kullanılmasının nedeni bunların beynin belli bölümlerinin körelmesi veya kasten köreltilmesi sonucu eşzamanlı olarak sönen özellikler olduğunun keşfidir.

Bir diğer keşif, ilgili beyin fonksiyonlarını kalıcı olarak “söndürmüş” azılı suçluların büyük bir kısmında, genetik bir kötü mirasa ek olarak, çoğunlukla 12-16 yaş döneminde yaşanan travmatik deneyimler bulunmasıdır.(*)

Daha 1970’lerde yeni geliştirdikleri yöntemlerle beynin duygu merkezlerinin haritasını çıkarma çalışmaları esnasında ilgili üniversite kürsüleri, ABD Adalet Bakanlığından bu yöntemle azılı suçlu koğuşlarındakilerin beyin dalgalarının grafiklerini istemiş. Gelen malzeme bilim adamlarını kızdırmış. Çünkü ellerindeki, ortalama ölçümlerle müthiş bir farklılaşma gösteriyormuş. “Gönderdiğiniz ölçümler ya hatalıdır, ya da insanlara değil, başka tür canlılara ait olmalı” demişler! Gerçekten de genç yaşta duyguların bastırılması, “gaddar yetiştirme” denilen mekanizma, beyinde kalıcı fizyolojik değişikliklere yol açmaktadır. Bunun keşif tarihi kabaca 1965-78 dönemi sayılabilir. Nihayet ancak geçen yıl yayınlanan bir kitap, azılı katil tanımına uyabilecek  3500 mahkumun beyin yapılarını ve kesin farklılıklarını ortaya serebildi. (Kent Kiehl, Mind Research Network, "The Psychopath Whisperer")

İşin konumuzla ilgili kısmı, bu kalıcı değişikliklerin sadece “vicdan”, “empati”, “adalet” duygularını tahrip etmesi değildir. Geçen hafta bahsettiğim gibi bu merkezle yakın bağlantılı alan ne yazık ki hafızadır. Beyin, milyonlarca, hatta milyarlarca girdinin hangilerinin seçileceği ve hangi bağlantılar kurularak tasnif edileceği ve saklanacağına “duygu merkezi” amigdala aracılığıyla karar vermektedir.

Duygu merkezinin form değiştirdiği her durumda beyin, “vicdansız” bireyin çıkar, liderliğini sürdürme, konforunu sağlama, isteklerini gerçekleme kodlarını kullanarak belleği yeniden formatlar. Yani kişi, güncel ihtiyaçlarının yeniden formatladığı hafızasını samimi bir biçimde “gerçek” hafızası saymaktadır. İşte kolektif topluluklarda liderlerin kişisel hafızalarına, bu hafızalarına dayalı kişisel kararlarına, olağanüstü durum yönetimlerine güvenilmemesi gerektiğinin bilimsel gerekçesi, taze sayılabilecek bu bilimsel bulgudur.

Peki “iyi liderlik” için neden duygularından arınmak gereksin? Yine aynı nörolojik ölçümler sonucu beynin duygusal merkezlerindek körelmenin analitik-matematik yetenekleri artırdığı kesin bir sonuç. Ama günümüzde kurulların iletişimi bu kadar kolayken, kolektif akıl, her aşamada ortak iş yapabiliyorken, neden lider yüksek bir zihin yeteneğine ihtiyaç duysun? Lider, yüksek bir zihin kapasitesine sahip olduğu ölçüde fiktif bir hafızaya, yanlış neden-sonuç kavrayışına, gerçeklikten uzaklaşmış, öznel olarak bükülmüş anı tasniflerine mahkumdur. O zaman, ya “yetenekli bir lider” çok riskli bir biçimde güçlü bir kolektif denetime tabi tutulmalıdır, veya sembolik bir lider, iyi çalışan kolektif bir öncülükle desteklenerek “güçlü liderlik”ten uzak durulmalıdır.

Örneğin RTE’nin teknik olarak yetenekli bir “tek adam” olmasıyla, onun peşinden gidenlerin, nişancılar tarafından öldürülen çocuklara veya panzerler tarafından sürüklenen infaz edilmiş gence “oh ,iyi olmuş” çekmesi arasındaki bağlantı buradadır.

Örneğin Fenerbahçe’nin pahalı bilet alabilen bir taraftar zeminine dayalı istikrarlı klüp gelirleri, ayrıcalıklı altyapı ve prestiji bir tarafta, kazandığı kupaların sayısı, oynadığı futbolun Avrupa kriterlerindeki düzeyi bir tarafta… Bu çelişkinin taraftar ve üyelerin kitlesel bir histeriyle “bağımlı” olduğunu düşündükleri tek adam düzeninde yattığını düşünmek hiç zorlama olmaz.

İrili ufaklı sol çevreler, bu kapsamda da ele alınması gereken “yetenekli liderlik” olgusu yüzünden Türkiye Solu’nu çocukluk, en fazla ergenlik döneminde kalmaya mahkum ediyor olabilirler.

@ErgunCagl

(1) Vicdansızlar / Antisosyal Kişilik Bozukluğu – Robert Hare 2006 HYB Yayıncılık

*Özet vaka ve teorizasyon aktarlamaları için: Empatinin Yitimi – Arno Gruen 1997; Türkçesi 2006 Çitlenbik Yayınları