AKP iktidarı, siyasal, sosyal ve ekonomik sıkışmaları aşmanın tek yolu olarak, önce yaptıklarının tam tersini yapmayı seçiyor ve bu yolda yürümeye de devam ediyor.
Devlet yapılanmasını bütünüyle ele geçirmek için her şeyi mübah sayan AKP hükümetleri, alt kadrolarında yer alanların kimlerle ilişkide olduklarına bakmaksızın görevlendirilmesini öncelikli olarak gerçekleştirdi. Sonra da, ‘’bunlar paralelci’’ diyerek olumsuzlukların tümünü o kadroların üzerine yıkıp işin içinden sıyrılmaya çalıştı.
Sıyrılabildi mi?
Kısmen evet, en azından toplumun yarısını arınma operasyonuna ikna etti…
Yani, davulla zurnayla olmasa da allayıp pullayıp göreve getirdiği çok sayıda ismi, gece ve sabahın erken saatlerinde düzenlenen operasyonlarla derdest edip götürdü.
Son kurbanlardan biri gibi gösterilen TÜBİTAK eski Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak oldu. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, televizyon programında TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak'ın karşılıklı mutabakatla görevinden ayrıldığını duyurdu ama birkaç gün sonra balon patladı.
Yaşanan gerçeğin, mutabakatla alakası yoktu. Çünkü, Prof. Altunbaşak, bu sözlerin 3 gün sonrasında polis tarafından gözaltına alındı. Daha sonra ise serbest bırakılması uygun görüldü.
Çünkü, devreye, hükümet içinde olan ya da yakın duran güçler en üst noktadan girmiş ve Altunbaşak’ın serbest bırakılması sağlanmıştı.
Oysa, 2009-2011 yılları arasında TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin Rektörlük görevini de yürütmüş olan Altunbaşak, Ağustos 2011’den bu yana TÜBİTAK Başkanı olarak görev yapıyordu.
CV’si çok parlak bir isim olan Altunbaşak’a ‘’gel’’ denilmiş o da gelmişti. Şimdilerde ise ‘’git’’ denilmesine sıra gelmişti.
Getirdikleri gibi götürme kararı almışlardı bir kez. Gerisi nafile…
Peki, sorun neydi ?
AKP, bu kurumlara adeta bir çete örgütlenmesini monte etmiş ve devletin en önemli bilgilerini çete elemanlarına teslim etmiş. Sonra da, işin ucu kendisine dokununca hepsinin kellesini bir kalemde almanın yolunu bulmuştu.
‘’Kuruma sahte diplomalı personel işe alma’’ ya da ‘’görevi kötüye kullanma’’ iddiaları yeni ve yeterli mi dersiniz ?
HAYIRRRRRRRRR…
Ama, isimleri geçenlerin derdest edilmeleri çok yeni, çünkü kullanma süreleri doldu.
AKP, artık eskiden atadığı kadroların önemli bir bölümüyle yürümek istemiyor, dolayısıyla yolunu ayırıyor. Çünkü, YENİ TÜRKİYE projesinde eskinin düzenini altüst etmek için görevlendirilen kadroların kullanım süresi doldu. YENİ TÜRKİYE projesinde artık onlara ihtiyaç yok.
BAŞKANLIK sisteminin tehlikeye düşmemesi için eski refleksleriyle YENİ TÜRKİYE kurgusuna entegre olmaya çalışanlar, olur ya ‘’ayak bağı’’ kesilirse, proje suya düşer. O yüzden, mutabakata dayalı dinlendirilme süreçleri başlamıştır.
YENİ TÜRKİYE, önce kendi evlatlarını yiyen bir sistem olarak karşımıza çıkıyor.
Varsın, sonrasında da yoksun…
******
İşçilerimiz ve işsizlerimiz
İşçilerimiz ve işsizlerimiz için de ‘’varsın ve yoksun’’ ikilemi pek farklı değil.
Var olanlar, emeğiyle geçinip ailelerini ayakta tutmaya çalışan, bunun için de ne yapılması gerekiyorsa yapanlardır. Yani, emekçilerdir, emeklerinden başka satacak bir şeyi olmayanlardır.
Onlara ‘işçi’ denir ve patronlar karşısında korunmalarını sağlayacak tek çatı da örgütlendikleri sendikalarıdır. Ama, bu örgütlenme pek de kolay olmamaktadır. Çünkü, ideolojik olarak parlamentoya görüşlerini hakim kılan patronlar grubu, işçilerin taleplerini yok sayan ya da dikkate almayan yasal düzenlemeleri istedikleri gibi çıkartır, yollarına devam ederler. Ne yazık ki, cumhuriyetin kazanımları bile bu gerçeği değiştirememiştir.
Şimdilerde, bu sıkıntılı durumun merkezine Hassas Boru ve TUVTÜRK işyerlerinde çalışan işçiler oturdu.
Hassas Boru’da çalıştıkları sırada Çelik-İş Sendikası’na üye olan 75 işçi, işten atıldı. Keza, ilimizdeki araç muayene istasyonlarında çalışan ve TÜMTİS’e üye oldukları için işten çıkarılan toplam 47 işçi işten çıkartıldı.
Bu işçiler ve aileleri, artık bir sonraki gün ne olacağını öngöremeden yaşamaya çalışıyor.
Yaşamın sıkışan noktasında kalanlar sadece sözünü ettiğim işçiler değil tabi ki. İlave olarak sayıları her geçen gün artan işsizler var.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) aylık verilerine göre işsizlik tavan yapıyor. TÜİK, Ocak ayı verilerini açıkladığında, bu konudaki göstergelerin, bir önceki aya göre 0.04 arttığını tespit ettik. Yani, Ocak ayındaki işsizlik oranı yüzde 11.3’tü.
Onların sayısal değeri de, 3 milyon 259 bin kişiye ulaşmıştı…
Bu verilere rağmen, ülkenin Maliye Bakanı istihdamdaki artışın olumlu olduğunu savunup, işsizlikteki artışı “mevsimsel” olarak nitelendirebiliyor. Devamında ise ‘’asıl olarak mevsimsel etkilerden arındırılmış verilere bakılması gerekir’’ diyerek de, işsizlik oranlarındaki artışın esas olarak gençlerden kaynaklı olduğuna vurgu yapıyor.
İşsizlerin çoğunun eğitimsiz olduğu gibi bir saplantının içinde olan Bakan bey, eğitimin yükseltilmesi gerektiğini savunurken, AKP dönemlerinde ‘’üç çocuk’’ politikasının nüfusu dolayısıyla da işsiz sayısını artırdığı gerçeğini perdelemeye çalışıyor.
İşçiler, her sabah ‘’ne zaman çıkartılacağız’’ diye düşünürken,
İşsizler, ‘’sayımız her geçen gün artıyor, umudum azalıyor’’ derken,
Çalışan, ‘’bu maaşla yaşanır mı’’ diye düşünmekten kendini alıkoyamazken,
Üniversite mezunları, ‘’iş bulabilecek miyim acaba’’ sendromundan kurtulamazken,
Ve bunların tamamı kentsel yaşamı derinden etkileyip işçileri ve işsizleri biat etmeye zorlarken, iktidarı sağlamlaştıracak adımları atmak zor olmaz.
AKP hükümetleri de, bu eksenli bir politikanın gereklerini yerine getirip kendine her fırsatta yeni alanlar açmaya çalışıyor.
Kentte TÜPRAŞ ve İGSAŞ gibi devleri özelleştirip, SEKA, SÜMERBANK, YARIMCA GÜBRE gibi devleri de tasfiye eden zihniyet, artık üretemediği ve artı değer yaratamadığı için genç nüfusu çalışır hale getirmekte elbette zorlanacaktır.
Hiç istemese bile, resmi istatistiklere yansıyan işsizlik rakamları elbette yükselecektir…
Bu makus talihi yenecek olan tek güç, işçilerin, yakın gelecekte işsiz kalacak olanların ve işsizlerin yan yana gelmesidir.
Bunu çok iyi bilen sermaye de, emekçi halkı veremi gösterip sıtmaya razı etmenin yollarını geliştiriyor.