Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent Akbaş, Doğu Marmara bölgesi için erken uyarı ve acil müdahale sistemi geliştirilmesinin şart olduğunu belirtmiş.
Ne zaman?
Marmara depreminin 17. Yılında…
Akbaş, bunun için bir yazılı açıklama yapıp, beklenen Marmara depreminin yıkıcı ve olumsuz etkilerinin en aza indirilebilmesinin mümkün olduğunu, erken uyarı sistemlerinin bölge için vazgeçilmez olduğunu ifade ediyor.
İyi de, bu konudaki ilk uyarılar, geniş bilimsel tartışma zemininin de yaratıldığı o yıllarda çok yapılmış, çok sayıda bilim insanı tarafından kamuya açık platformlarda tartışılmış ama icraat noktasındaki siyasi irade ikna edilemediği için tartışıldığıyla kalmıştı.
Arşivlere dönüp bakanlar, olası bir İstanbul depremi tehlikesine kaç kez dikkat çekildiğini,
Olası bir İstanbul depreminin hangi alanı kapsayıp etkisinin ne olacağını,
Olası bir İstanbul depremine mevcut yapı stokunun nasıl bir tepki vereceğini,
Ve olası bir İstanbul depreminde can kaybının hangi düzeyde olabileceğini o kadar çok dinledik ve okuduk ki…
Şimdilerdeki uyarılar, sanki onların tekrarı gibi geliyor. Ama, yine de değerlendirmek gerek.
Sayın Akbaş da, Marmara depreminin üzerinden yıllar geçmesine rağmen çevre ve mekan güvenliği konusunda verimli çalışmaların yapılmadığını vurgulayıp, "Depremin bilimsel olarak engellenmesi mümkün değil ama zararlarının en aza indirgenmesi mümkün. Yapı mühendisliği, geoteknik deprem mühendisliği, ulaştırma, yapı malzemeleri, hidrolik, yapı mekaniği alanlarındaki son gelişmeler depremin olumsuz etkileriyle mücadeleye imkan tanıyor" demiş.
Yakın zamanda uluslararası iş birliğiyle kapsamlı çalışmaların içinde olacaklarını bildiren Akbaş, bu yakın zamanın hangi zaman aralığında olduğuna ilişkin işaret vermemiş. Ama, yine de söylediklerine bakmak gerek, çünkü değerlidir diye düşünüyorum.
Diyor ki;
"Doğu Marmara bölgesine erken uyarı ve acil müdahale sistemi geliştirilmesi kesinlikle şart. Bölgesel erken uyarı sistemi geliştirilmesi, mevcut sanayi tesislerinin iş devamlılığı sağlanması, olası bir depremin hasar verici dalgalarının hedef sanayi tesislerine ulaşmasından önce otomatik kapama sistemlerinin devreye girmesiyle hem can kaybı hem de ekonomik kayıp riskini azaltması açısından önemli.
Doğu Marmara'da kurulması gereken erken uyarı sistemi, olası deprem kaynağının yerleşim merkezlerine ve sanayi tesislerine yakın olması nedeniyle ancak saniyeler mertebesinde bir erken uyarı bilgisi sağlayabilir. Bu da, genel olarak otomatik kapama sistemlerinin çalışmasına imkan sağlayacaktır.
Ayrıca, erken uyarı ve acil müdahale sistemi başlı başına yeterli olamayacaktır. Yapı sağlığı izleme sistemleri geliştirilmesi de hayati önem arz etmektedir.’’
Ne söylenir ki?
Bu konuda yapılan yüzlerce uyarıya bir yenisi daha eklenmiş…
Bu son uyarı değerlendirmesinde, bölgenin ülke ekonomisine sağladığı katkı vurgusu da unutulmamış elbet.
Çünkü, 1999 Marmara depremiyle de tecrübe edildiği üzere İzmit Körfezi yakınlarında meydana gelecek felaketlerin belirlenebilmesi, izlenmesi ve önlemlerin alınması, toplumu her yönüyle etkileyecektir.
YHT hattı, Osmangazi Köprüsü, liman ve sanayi kuruluşlarının deprem gibi aşındırıcı etkilere karşı dikkatli incelenmesi gerekir.
Gelişen izleme sistemi teknolojileri sayesinde binaların deprem hareketi altındaki performansları ile yapısal bir hasara maruz kalıp kalmadığı belirlenebildiğine göre, uyarı sistemlerinin gereğini yapmak da artık kaçınılmazdır.
Uyarı var, ama…
Henüz, o depremin yarattığı travmanın kalıcı olarak giderilebildiğini söylemek mümkün değil.
Çünkü, nüfus ve ekonomik aktivite bakımından en ağırlıklı bölgede etkili olan bu deprem Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul, Bolu, Bursa ve Eskişehir’i kapsıyordu. Bununla birlikte yaşadığım kent Kocaeli’nin yanı sıra en ağır can ve mal kayıpları , Sakarya ve Yalova'da da yaşanmıştı.
Deprem nedeniyle 15 bin 466 insanımızın (resmi rakam) hayatını kaybettiği ve yine 23 bin 954 insanımızın da yaralandığı açıklanmıştı.
Oysa, bugün uyarılara ‘aman çok dikkat edelim’ diye nasihat veren resmi ağızlar, o gün gerçek ölü sayısını bile açıklamamıştı.
Çünkü, o dönem yürürlükte olan afet yasalarına göre, ölü sayısı 20 bini geçtiğinde, o bölgede katma değer yaratan kurumlardan 5 yıl boyunca vergi tahsil edilemiyordu.
Bu da, bütçede dev delikler açılmasına, ekonominin altüst olmasına götürürdü ülkeyi.
İşte, bu nedenle, gerçek ölü sayısı bilinçli olarak saklandı.
Deprem, Türkiye nüfusunun yüzde 23'lük bir bölümünü oluşturan bölgede etkili olmuştu. Can kaybı ve maddi hasarın ağır olduğu nüfusun, toplam nüfus içindeki payı ise yüzde 6 civarındaydı. Depremin etkilediği illerin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı yüzde 34.7, sanayi katma değeri içindeki payı ise yüzde 46.7 seviyesindeydi. Mesela,
Kocaeli, Sakarya ve Yalova toplam GSMH içinde yüzde 6.3, sanayi katma değeri içinde ise yüzde 13.1'lik paya sahiptir.
Bölge petrol arıtımı, petrokimya, tekstil hammaddeleri, metal ana sanayi ve motorlu kara taşıtları yapım, montaj ve onarımı ve lastik sanayinde önemli bir ağırlığa sahiptir.
İşte, gerçek ölü sayısını öğrenemeyişimizin temel nedeni budur…
Anımsıyorum;
O tarihte kriz merkezinde çalışan ve kriptolu mesajları Başbakanlık kriz merkezine ileten kişiler, depremin hasar yarattığı illerdeki ölü sayısının 30 bin civarında olduğunu söyleyip, yurt dışına 35 bin ceset torbası siparişi verilmesini önermişlerdi.
Veeeee, siparişi verilen 35 bin ceset torbası alındı…
Şimdi, bunca yıl sonra benzer yeni bir felaket yaşanırsa can ve mal kaybını minimuma düşürmek için herkes tarafından uyarı yapılıyor, ama 17 yıl önce itirdiğimiz insan sayısını halen bilmiyoruz.
Dönemin Başbakanlık Kriz Merkezi ve Afet Bölge Koordinatör Valiliği’ndeki gerçek kayıtlarına ulaşmak lazım.
Şeffaflıktan, samimiyetten söz eden siyasetçiler, acaba bu gerçeği ülke insanına açıklamayı düşünürler mi?
Düşünürlerse, ne zaman?