Evet, çok şeyi unutuyoruz. Doğaldır belki de; belki kötü anıları bellekten silmek kişi için bir rahatlamayı hatta yaşama daha güzel bakmayı getirebilir ama bu hiç de gerçekçi değildir çünkü dünya bu duygulardan bağımsız akıp gitmektedir insanın dışında. Kişiye sadece her yeni kötülük karşısında şaşırıp kalmayı bırakarak; sanki bu durumla ilk kez karşılaşılıyormuş gibi. Öyle ki, Demirel’den “akil insan”, Özal’dan “tonton dede” diye söz edildiğini duydukça resmen sinirleniyorum. Sanki Hulusi Kentmen’den konuşuluyormuş gibi.
Bunun ne zararı var diyebilirsiniz ama bence çok var. Her kötülüğü yeni olarak değerlendirmek, olayların arkasındaki gerçek gücü gizlediği gibi, direnmeyi de zorlaştıracaktır. Bu konuda benim aldığım önlemlerden bir tanesi de kimi zaman günümüzden başlayıp geçmişe doğru okumaktır:
AKP ne zaman iktidarını sağlamlaştırmıştır diye düşündüğümde aklıma 2010 Anayasa değişikliği oylaması geliyor öncelikle. Değişiklikle birlikte yüksek yargı organları bütünüyle AKP-FETÖ ortaklığının eline geçmişti. Oylamada sol bir görünüm altında “yetmez ama evetçiler” diye adlandırılan bir grup ortaya çıkmış ve AKP’ye açıkça destek olmakla kalmamış, yapılacak değişikliklerin “demokrasiyi genişleteceği ve askeri vesayeti azaltacağı” algısının oluşmasını sağlamışlardı. Kısacası, AKP’nin anti demokratik uygulamalarına meşruiyet kazandırmışlardı. İşte bu grubun önemli isimlerinden Orhan Gazi Ertekin ile Faruk Özsu’nun Türkleşmek İslamlaşmak Memurlaşmak kitabını okurken “yetmez ama evet” metnini yayınlayan 250 kişinin isimlerine ulaşmaya çalıştım. İnternette bulamadım. Dahası, listenin kaybedildiğine dair bilgilere bile rastladım. Sanırım unutturulmaya çalışılıyor. Elinde olanlar korusunlar derim.
Türkleşmek İslamlaşmak Memurlaşmak’ta AKP’nin “geleneksel iktidara muhalefet eden bir iktidar” algısını nasıl yarattığı, dinci grupların devlet kurumlarına yerleşmek için verdikleri mücadele konusunda önemli değerlendirmeler var bu arada. Ayrıca “yetmez ama evetçiler”in de, en azından benim düşündüğüm gibi, homojen bir grup olmadığını da öğrendim.
Ama ne olursa olsun, türban, AKP’nin kapatılması, cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 oy gerekmesi gibi sorunlarda iktidardan yana tavır almalarını, “laikçi” gibi ırkçı-dinci jargonu kullanmalarını, Ergenekon davasıyla Kürt sorununa kısmi de olsa çözüm getirileceğini düşünmelerini anımsayıp belleğimi tazelemiş oldum. Zaten yapmak istediğim de buydu.
Biraz daha geriye gidersek 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı ile başlayan ve 1993 yılında Cumhurbaşkanı iken ölümüne dek geçen yıllar Türkiye’nin Turgut Özal’lı yılarıydı. Gazeteci Orhan Tokatlı Kırmızı Plakalar adlı kitabında bu dönemi anlatır. Şimdi bu kitaptan bazı bilgiler aktaracağım yorumsuz olarak. Bakalım neleri anımsatacak:
-Özal döneminde resmi dairelerde dini törenler, laiklik karşıtı uygulamalara başlanmıştı. Hatta başlangıcı daha önceye, Özal’ın DPT Müsteşarı olduğu 1966 yılına dek götürülebilir.
-Turgut Özal’ın çıkarttığı ilk kararname petrol ihracatçısı kardeşi Korkut Özal içindi.
-Lüks araba ithalini serbest bırakınca Özal’ın kızına Jaguar araba “hediye” edilmişti ve buna karşı çıkan Maliye Bakanı Vural Arıkan azledilmişti.
-Devlet Bakanı Kurtcebe Alptemoçin’in kötü giden tekstil fabrikasında işleri bakan olduktan sonra düzelmişti. Koç Holding buradan mal almaya başlamıştı.
-Özal Bakanlar Kurulu toplantısında “Özel sektörü kollayacaksınız. Yarın buralarda işiniz bittiğinde özel sektörde yeriniz olmalı” demişti.
-Turgut Özal kardeşleri Yusuf Bozkurt ve Korkut Özal ile akrabası Hüsnü Doğan’ı Bakan, eşi Semra Özal’ı partisinin İstanbul il başkanı yapmıştı.
-“Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz” sözü Turgut Özal’a aittir.
-Yine konuşmalarından: “Bana kalsa Balkanları karıştırıp Balkan Savaşı çıkartırım”, “Ermenistan’a üç beş top mermisi düşse fena mı olur?”.
-Yabancılara mülk satışı yasası Özal zamanında çıkartılmıştı.
-Almanya Başbakanı Kohl, Özal’ın görüşme talebini iki kez reddettiğinde bile Türkiye’de basın “itibar yüksekliğinden” dem vurmaktaydı.
-Bakanlar boş kararnamelere imza atarlardı.
-Dışişleri üst düzey görevlileri, kendilerine ekonomik destek olmak ve çift maaş almalarını sağlamak amacıyla Kamu İktisadi Teşekkülleri yönetim kurullarına atanmıştı.
Bir şeyler anımsattı mı bunlar? Bugün yaşadıklarımızın yeni şeyler, özgün buluşlar olmadığını sadece dozunun arttığını söylemeye çalışıyorum.
Özal’lı yılların başlarında 1982 yılında bu ülkenin aydınları yine çeşitli bahanelerle yargılanıyordu. Bunlardan bir tanesi de Barış Derneği davasıydı. CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı da yargılananlar arasındaydı ve yaşananları Barış Zinciri kitabında yazmıştı.
Gazalcı şöyle anlatıyor: “Sanıkların ille de tutuklanması için, usuller çiğnenmiş, gizli dolaplar çevrilmişti”. Gerçekten de bu davada sanıkların tutukluluk sürelerini uzatmak için “iddianame hazırlanmadı, tahliye kararı teksir edilemedi” vs. gibi gerekçelerle dava süreci, ceza sürecine dönüştürülmüştü. Dernek Başkanı Mahmut Dikerdem savunmasında, “Hukuki bir metinden çok, hırçın bir üslupla yazılmış siyasi polemik yazısı niteliğinde olan bu metindeki iddiaları ciddiye almıyoruz. Buna karşılık iddianamenin temsil ettiği zihniyeti çok ciddiye alıyor ve onu teşhir etmekle kendimizi yükümlü sayıyoruz” demişti. Şimdi düşünüyorum da bu savunmayı alıp, gazetecilerin, akademisyenlerin yargılandığı herhangi bir davada rahatlıkla kullanabilirsiniz. Gazalcı daha o günlerde, “dava içimdeki adalet duygusunu temelli alıp götürmüştü” diyordu. Her şey günümüz davaları gibiydi.
Son bir not daha: Davanın yargıçlarından Tarık Kale, yıllar sonra Ergenekon davasında avukat olarak ortaya çıktığında sanırım toplumsal hafızanın zaafına güveniyordu.
Biraz daha geriye gitmek için Hikmet Çetinkaya’nın defalarca baskı yapmış Sancılı Yıllar Kuşatılmış Sokaklar kitabı iyi bir kaynak. Çetinkaya bu yapıtında 1968-1978 arasını anlatıyor anı ve röportajlarla. Tek tek örnekler vermeyeceğim ama bu on yıllık süreçte çok sayıda keyfi tutuklama ve gözaltılar olduğunu söyleyerek bir özet yapabilirim. Elbette fazlası da var:
-Ege Üniversitesi Öğrenci Derneği Başkanı Ahmet Çelikkol Atatürk’ün Bursa Nutkunu basıp dağıttığı için Komünizm propagandası yapmaktan yargılanır.
-Çoğunluğunu Adalet Partili üyelerin oluşturduğu İstanbul İl Genel Meclisinin Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti ve Fetih Cemiyetine para yardımı yaptığı ortaya çıkar.
-Polis Altıncı Filo’yu protesto eden gençlere saldırır ve Vedat Demircioğlu’nu öldürür…
Örnekler çoğaltılabilir. Şimdi yukarıda sıraladığım bir dizi olaya tekrar bakarsak, bugün yaşananlardan farklı olmadığını görürüz. Şunu söyleyeyim, 1968’e değil de daha geriye de uzansam yine aynı olaylarla karşılaşacağımı söyleyebilirim. Elbette bunları yazmaktan amacım “zaten benzer şeyler eskiden de oluyordu, yeni bir şey yok” diyerek bugünleri aklamak değil. Aksine amacım, ileride bu yapılanlar unutulmasın demek. Hatta şunu da vurgulamam gerek; haksızlıklar artarak, katlanarak sürüyor. Bakın şöyle bir örnek vereyim; evet günümüzde üniversite mezunları iş bulmakta zorlanıyor, hatta bulamıyor ama geçmişte de durumun böyle olduğu söylenebilir, bir farkla: Gönen Öğretmen Lisesi düz liseye dönüştürülünce öğrenciler şu pankartla yürümüştü: İşsiz Lise Mezunu Olmak İstemiyoruz.
Durum böyledir, unuttukça daha beteriyle karşılaşırız.
KÜNYELER
-Türkleşmek, İslamlaşmak, Memurlaşmak. Orhan Gazi Ertekin, Faruk Özsu. Nika Yay., 2014. Etiket fiyatı 20 TL.
-Kırmızı Plakalar. Orhan Tokatlı. Doğan Kitap 1999. Sahaflarda 4.5-50 TL arası.
-Barış Zinciri. Mustafa Gazalcı. Daha önce Selvi ve Prospero Yayınlamıştı. Kitapçılarda Bilgi 2014 baskısı var. Etiket fiyatı 30 TL.
-Sancılı Yıllar Kuşatılmış Sokaklar. Hikmet Çetinkaya. Çeşitli yayınevleri bastı, sahaflarda 3-37 TL arası.