Soldan düzene karşı olanların bu dönemde içine düştükleri en önemli tuzak tutarlılık yanılsamasıdır. Bu yanılsama hızla değişen koşullarda bir tür muhafazakârlığa dönüşme tehlikesi taşır. Muhafazakârlık ise örgütlerin somut koşullardan giderek kopmalarını, içinde yaşadıkları toplumla organik bağlar kuramamalarını ya da mevcut bağları kaybetmelerini, zamanla cemaatleşmelerini getirebilir. Bu biraz da gayet tutarlı ezberlerin sürekli tekrarlanmasıyla olur. Her ortamda söylenmeye, her yerde yazılmaya uygun olan, size çok tutarlı gelen, gerçekten de kendi içinde gayet tutarlı olabilen ezberiniz zamanla sizi niteler ve dışarıdan bakanlar sizi ezberinizden ayıramamaya başlarlar. Sonuçta, içinde yaşadığınız toplum sizi kanıksar. Bu tıpkı bibloları, vazoları fazla olan bir salonda unutulmuş gayet tutarlı bir eşya haline gelmek gibidir.
Bunun alternatifi elbette tutarsızlık değildir. Tutarlılığın sadece yanılsamasından kurtulmak bile başlı başına bir alternatif olarak görülebilir. Bu da ancak tutarlılığı somut koşullar içinde yeniden üretmekle, mücadelede bir öncelikler sırası oluşturmakla mümkündür. Böyle bir öncelikler sırası oluşturulmadığı sürece, somut koşullar ile bizim içe kapalı, giderek sadece bizim anlayabileceğimiz bir dile hapsolan tutarlılığımız arasındaki mesafe açılacak ve bir zamanlar güçlü sosyalist hareketlerin olduğu diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanan türden bir yok oluş ve anlamsızlaşma süreci başlayacaktır (bu süreç başlamış bile olabilir!).
Bu tutarsızlık yanılsamasının tam karşıtı “çağın ruhunu yakalamak”tır. Burada, 2002’den önce solcu, hatta sosyalist bilinen liberallerin “çağın ruhu” diye peşine takıldıkları AKP’den ya da içinde demokrasi gördükleri siyasi İslam’dan uğradıkları düş kırıklığına, zamanla ortadan kayboluşlarına ya da iyice şebekleşmelerine değinecek değilim. Neticede bu kapanmış bir sayfa.
“Çağın ruhunu yakalamak” bu kez sosyalist solun içinden çıkmış gibi görünüyor. Burada bir “demokrasi yanılsaması”ndan söz edilemez, bilinçli bir tercihle oyuna iştirak kararı alınmış olmalı. Laiklik bayrağını çoktan geminin bordasından atıp her türlü gericiliğe kapısını açan, kendi varoluşunu ABD’nin dümen suyuna hizalayan CHP’yle ve demokrasiyi tam da emperyalizmin öngördüğü şekilde bütün etnik grupların ve dini cemaatlerin özgürleşmesi olarak anlayan HDP’yle ittifak kurmayı, yükselen AKP faşizmini geriletmenin yolu olarak gören bir sol, bu çizgisiyle kendi tabutuna son çiviyi çakmak üzeredir. Kurulan ittifakların bir icabı olarak sürekli itilip kakılan ve manipüle edilen bir iki milletvekili çıkarmak için bu kadar ağır bir bedel ödemeye değer mi? Üstelik AKP’nin sallanmaya, işçilerin kıpırdanmaya başladığı bir sırada…
Ayrıca Haziran Ayaklanması’nın sloganlarıyla, talepleriyle şimdiki CHP yönetiminin ve HDP’nin ne alakası var? İnsanları belleksiz ve analiz kabiliyetinden yoksun varsaymak günü kurtarmayı amaçlayan kurnaz taşra politikacılarının özelliğidir. Çürümüş bir parlamentoya kapılanmaktan çok, on iki yıldır AKP’nin yarattığı gericileşme ve tahribatı ortadan kaldırmanın devrimci programına ve sokakta oluşacak devrimci ittifaklara yoğunlaşmak daha iyi olmaz mıydı?
Aslında empati kurmak da gerekir. Zira biz öfkelensek de empati kurmayı icap ettiren bir kültüre bağlı insanlarız. On sekiz senedir eriyip, hiçbir mevzide tutunamayan ve kendisi de bir mevzi kuramayan bir hareketin kendi saflarında biraz da parlamenter umudu yeşertmeye çalışmasını anlamak mümkün. Kitleler için özenle hazırlanmış seçim uyuşturucusundan bize de pay verecekler umudu elbette bir heyecan yaratır. Hatta hareketin “Syriza biziz!” diye ortaya çıkması, biraz mizahi boyut taşısa da, propaganda tekniği açısından anlaşılabilir. Ama bütün bunların bile ön şartı açık sözlü olmaktır. Uzaklarda yakınlarda kapalı kapılar ardında görüşmeler yapıp da sonra “yok böyle bir şey, sadece onu konuştuk bunu konuşmadık,” diyerek pazarlık sürecini uzatmak ayıptır. Bir de Haziran Ayaklanması’nın üstüne binip, bileşenleriyle birlikte bu hareketi ana gövdesinin hiçbir şekilde bağdaşamayacağı HDP’ye, CHP’ye doğru ittirmeye, oralarda eritmeye çalışmak da hoş olmuyor.
Bu yazıdan çıkarılması gereken sonuç, içinden geçmekte olduğumuz sürecin çok büyük bir dikkati gerektirdiğidir. Tutarlılık yanılsamasına ve çağın ruhunu yakalama telaşına düşmeden…