Kendi blog yazılarımda daha önce yazmış ve provokatif sorular sormuştum? Türkiye’nin ne kadarı müslüman, ya da, Türkiye’de seçmenin ne kadarı sosyalist gibi sorulara yanıtlar aramıştım. Şimdi benzer bir soruyu İleri’de yazarken soruyorum. Türkiye’de ne kadar aydın var?
Aydın deyince, Fransız Aydınlanması ve sonrası dönem içinde düşünmek yaygındır. Sosyalistler için “aydın” kavramı Antonio Gramsci tarafından tekrar gündeme getirilmişti. Türkiye’de bu konu, Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler kitapları ile, bizim kendi tartışmamız haline getirilmişti. Ne zamandır, bu türden tartışmalar yoktur.
Aslında bu tartışma, 12 Eylül sonrasında “dönek”, ya da “liboş”, AKP döneminde ise “yetmez ama evetçi” kavramlarıyla “popüler” düzeyde, gündelik tartışmalar halinde tartışılmak istendi. Ama, her şey ayan beyan meydanda olduğu için, teorik tartışmaya bile gerek duyulmadı. Her şey ortadayken, derin teorik formülasyonlara ne gerek var? Marks ne demişti, gerçek ve görüntü aynı olsaydı, bilime gerek yoktur.
Ancak, teoriye gerek duyacağımız, gelecek için önemli, saptamalar yapmak durumundayız.
İster Aydınlanmacılar, ister Marks ve Lenin, ister Gramsci çerçevesinde bakalım, Türkiye’nin kendine has, özel bir aydın sorunu vardır ve bu özel durum yeni teorik çalışmalar için verimli bir durum yaratmaktadır.
Özel ve yeni durum nedir? Bir, aydın sayısı çok azalmıştır. Ortaçağ Avrupasında bile bu kadar az aydın olmuş olamaz! Bu iddia doğru kabul edilirse, sormak lazım, iyi de niye bu kadar az, diye! Büyük bir korku olmuş olmalıdır. Kemalist dönemde, sosyalistler, kaldıkları kadarıyla, Kemalizmi “teorize” etmeye çalışıyorlardı. Yani, ayakta kalabilmişler, ama, başkasının işini yapmak için uğraşıyorlardı.
Az sayıda kalanlar oluyor ve onlar da sonra tasfiye diliyorlar.
Sonra 1960 oluyor ve Türkiye’nin hala kullandığı bilgiyi üreten yazarlar, romancılar akademisyenler, gazeteciler çıkıyor. “Sosyalist realist” romancılar, öykücüler, ikinci yeni şairler. Önemli akademisyenler çıkıyor. Sonradan dönen Çetin Altan, Kemalist sosyalist Doğan Avcıoğlular, Turan Selçuklar. TİP’in yönetici kadrosu. Behice Boranlar, Sadun Arenler, Mehmet Ali Aybarlar. Çoğu akademisyen aynı zamanda. Akademik olmayıp akademisyenlerin yetişemeyeceği pek çok isim de çıkıyor. Muzaffer İlhan Erdost gibi. Elbette, hala ufuk açan teorik isimler. Metin Çulhaoğlu gibi.
Ama, 12 Eylül sonrası, büyük ölçüde “dönek”, “liboş” sonrasında günümüze yakın, “yetmez ama evetçi”, akil adam” vs. ifadelerinı kullanıyoruz.
Türkiye’de aydın Ortaçağ Avrupasında olduğundan bile azdır. Nedeni bana göre, her şey bir yana, üniversiteler ve akademisyenlerdir. Toplum, “aydın” olmaları için kendilerine büyük bir artı değer aktarmış, toplumsal bir statü vermiştir. Karşılığını da alamamaktadır. Gazetelere, dergilere, televizyon programlarına, siyasi partilere destekleri sınırlıdır. Bilimsel çalışmalarıysa, dar meslek bilgileriyle sınırlı, “kariyer” amaçlıdır. İndeksli dergilerde yayınlar yapılmakta, doçent ve profesör olunmaktadır. Bu yayınları bırakalım başkalarını, ilgili diğer akademisyenlerin bile okumaması, durumun vahametini gösterir.
Aydın olunabilmesi için, bilgi kaynağı olması gerek. Üniversiteler kendi içinde kendi kariyerizmine kapanırsa, aydın olacak olan bilgiyi sadece, yayınlanan kitaplardan, gazetelerden, televizyonlardan alabilir. Ya da, hala yazan eski kuşak aydınlardan.
Türkiye’de ne kadar aydın var sorusunun yanıtı, ne kadar kişi doğrudan bilgi ve düşünce üretimiyle ilgilidir sorusunun yanıtıyla ilgilidir. Ne kadar kişi doğrudan bilgi ve düşünce üretimiyle ilgilidir? Ancak, bu sorunun yanıtı, yazarların, çizerlerin, sanatçıların, akademisyenlerin toplam sayısını vererek yanıtlanamaz. “Hangi bilgi ve düşünce” diye sormak gerekir. Çünkü, konu “aydın” olduğuna göre, kelimenin açıkça çağrıştırdığı üzere, söz konusu bilgi ya da düşüncenin “aydınlatıcı” nitelikte olması gerekir.
Türkçe’de aydın, Avrupa dillerinde kullanıldığı şekilde, aynı zamanda “entellektüel” olarak olarak da anlaşılmaktadır. Kısmen doğrudur. Aydın mutlaka “entellektüel” bir kişidir. Ama, tersi doğru değildir. Her entellektüelin “aydın” olması zorunlu değildir. Çünkü, her entellektüel, aydınlatma işlevi görmez.
Edward Said, Türkçe’ye “Entelektüel” olarak çevrilmiş kitabında, Gramsci’nin entelektüel kavramını kullanışına değinerek, entellektüel “politik işlev” görür der. Eksik ama doğru bir kavrayıştır. Eksik olan kısmı, entellektüelin Türkçe’nin meziyetidir, zorunlu olarak “aydın” olamayacağıdır. Entellektüel faaliyet, aydın olmak için yeterli değildir. Aydın bir entellektüel olarak, aydınlatır da. Kaldı ki, bizde aydın olanların ezici çoğunluğunun “politik işlev” görüp görmedikleri de tartışmalıdır. Eğer böyle bir işlev varsa, herhalde tersi anlamda, “apolitik işlev” anlamındadır.
Elbette, burada “aydınlatma” derken, dar anlamda, Aydınlanmacıların “aydınlatması” ile yetinemeyiz. İste tam burada, genel olarak aydınla, sosyalist aydın arasındaki ayrıma gelmiş bulunuyoruz. Sadece aydınlatan aydın, örneğin çocuk gelinler olmasın diyen, bununla yetinen aydındır. Sosyalist aydınsa, örneğin, taşranın feodal ve dini özelliklerine, sonra da, kapitalizmin gelişimine bakar! Genel olarak aydın her sorunun nedeni olarak “okul eğitimini” görebilir. Sosyalist aydınsa, sorunu toplumsal ve politik eğitim sorunu olarak geniş bir çerçeveye koyarak tartışır. Genel olarak aydın, örneğin Kürt sorununu bir kimlik ve demokrasi sorunu, bir anayasal vatandaşlık sorunu olarak görür sadece. Sosyalist aydınsa, bir halk ve sınıf sorunu olarak görüp, sosyalist birlikteliğin geçici federasyonu sorunu olarak.
Türkiye’de ne kadar aydın vardır sorusu, genel olarak ne kadar var, ne kadar entellektüelimiz, ne kadar sosyalist aydınımız var sorusuna yol açar.
Türkiye’de entelletüel faaliyetlerle geçimini sağlayan ya da böyle yaşayan milyonlarca insan vardır. Genel olarak aydın diyebileceğimiz, aydınlatma işlevi yüklenmiş epey insanımız bulunuyor. Örneğin öğretmenlerimizin, hekimlerimizin, mühendis ve mimarlarımızın büyük çoğunluğu bu işlevi bilinçli şekilde hala yürütmektedir. Ancak, sosyalist aydın sayısı, yukarıda yazıldığı gibi, Ortaçağ Avrupasındaki aydın sayısı kadar azdır.
Nedeni tarihsel dönem itibarıyla, bizde 12 Eylül faşizminin yaptıkları, dünyada da Gorbaçev’in Sovyetler Birliği’ni yıkmasıdır. Ama, bizde akademisyenlerin düşürüldüğü durum özel bir aydın sorununa yol açmıştır. Sosyalist aydınlar adeta yalnız bırakılarak, tüm toplumsal ve tarihsel dönüşüm yükü, üzerlerine bindirilmiştir.
En son yüzlerce akademisyenin anayasal demokrasi kapsamında bir bildiriye isim yazdırıp imza verdiklerini gördük.
İmza vermek! O kadar! Katkı budur!
Türkiye’de ne kadar aydın var?
Bolca entellektüel, bolca aydınımız vardır!
Ama, sosyalist aydınımız azdır ve tüm aydın yükü adaletsiz biçimde üzerlerine yıkılmıştır.