Cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler tanıyan yürürlükteki sisteme, pratikte bu yetkileri de aşan bir uygulamaya karşı muhalefet partilerinin parlamenter demokrasiyi savunmaları kuşkusuz iyi bir gelişmedir. Kapitalizme karşı mülkiyet ilişkileri açısından herhangi bir itirazları olmayan bu partiler parlamenter demokrasiyi savunmakla da kalmıyor, parlamentonun yetkilerinin artırılmasını öngören, yasama yürütme yargının birbirinden bağımsızlığını öngören “güçlendirilmiş” bir sistemden söz ediyorlar. Öyleyse bu partiler açısından tartışma konusu, sistemin korunması için temsili demokrasinin daha da geliştirilmesi yetkinleştirilmesidir. Ama sosyalistler konuya dahil olurken daha farklı bir açıdan yaklaşabilirler. Bu nedenle de tartışmanın cumhurbaşkanlığı sisteminin seçimlerde parlamenter demokrasi savunucuları karşısında yenilgiye uğratılması ile sınırlı kalmaması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin içinin doldurulması, örneğin yasama ile yürütme arasındaki ilişkinin derinleştirilmesi, tarihsel bir bakışla temsili demokrasinin hangi evrelerden geçtiğinin ve nihayet devrimci bir perspektife sahip olup olmadığının araştırılması yerinde olacaktır. Bu konu Marksistler açısından siyasetin aktif ögeleri olmak, siyasetin dışına düşmemek ve siyasete gelecek perspektifi ile müdahale etmek meselesidir. Bu konuya teorik yaklaşım ile pratik deneyimin birebir örtüşmesi söz konusu olamaz; sosyalistler pratiğin önlerine koyduğu sorunları, “bu bizim konumuz ya da teorimizde öngörülmemiş bir meseledir, bu iş bitsin gelişen duruma göre sonra bakarız” diyemezler. Kuşkusuz sosyalistler “mülkiyet ilişkilerini değiştireceğimiz bir zaman nasılsa gelecektir” diye akıl yürüyemez, kuramın saflığını koruma kaygısıyla siyasetin dışına savrulmayı kabul edemezler. Demek ki kuram ile pratik arasındaki ilişki kuramın saflığını korumak, siyasetin kirinden uzak tutmak olarak anlaşılmamalıdır. Can Soyer’in dediği gibi “Marksist siyaset asla kurama uygun bir hareketin sıfırdan ve temiz bir zemin üzerinde kurulması biçiminde olmaz. Aynı biçimde, Marksist siyasetin harekete geçmek içindir sabit nokta ya da ideal bir an beklemesi söz konusu değildir. Siyaset her zaman belirli bir toplumsal formasyonun tarihsel ve güncel çatışmaları içinden, yani deyim yerindeyse kitabın orta yerinden başlar.” (Marksizm ve Siyaset, sf.239, Yordam Yayınları) Öyleyse kavramlar dünyasından pratiğin tehlikelerle dolu, kirli dünyasında yol almak kuşkusuz kuramı göz ardı etmeden mücadele etmek sosyalistler için kaçınılmaz, ertelenmez, sonraya bırakılmaz bir görevdir.
KONU YA DA SORUN
Temsili demokrasi ya da burjuva demokrasisi ya da ne ad verirseniz, yükselen sınıfın burjuvazinin iktidara gelebilmek için başvurmak zorunda kaldığı bu nedenle de monarşiye feodal sisteme karşı seçimleri seçme ve seçilme hakkını savunması ile ortaya çıktı. Bu hedef de doğal olarak işçi sınıfını diğer halk kesimlerinin seçimler yoluyla desteğini almak anlamına geliyordu. Aynı zamanda işçilerin “özgürleşmesi” yani işgüçlerini satabilecekleri ortamın mekanizmaların oluşturulması da demekti. Hiç kuşkusuz burjuvazi bu zorunluluğun getirdiği tehlikelerin de farkındaydı. Bu nedenle de seçimlerin dar bir kesimle sınırlanması, seçme ve seçilme hakkının öyle bol keseden dağıtılmaması, herkesi kapsamaması için elinden geleni yaptı. Bu koşullarda önce nicel olarak gücü sınırlı olan burjuvalar, elitler, yüksek memurlar bu haktan yararlandılar. Kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip olması işi neredeyse yüzyılı aşan bir mücadeleden sonra kazanabildiler. Düşünün ki Paris Komününde bile kenti ve komünü kahramanca savunan kadınlara seçme hakkı tanınmamıştı.
Burjuvazi yalnızca seçme ve seçilme hakkı konusunda kendi sistemini tehlikeye sokacak adımlardan uzak durur, o tür gelişmeleri engellemeye çabalarken, halk sınıfları da açılan kapıdan görünen hakları elde etmek için yıllara yayılan bir mücadele verdiler. Bu türden taleplere karşı koymakta zorlanan burjuvazi adım adım geri çekildi. Ama her geri çekilişte yeni engeller yaratmak için de koşulları zorladı.
BURJUVAZİ DEMOKRASİYİ SEVMEZ
Temsili demokrasi partiler sistemidir. Egemen sınıfın sistemi koruma konusunda farklı ideolojik yaklaşımlar sergileyen kendi partilerine alanı açarken solun sosyalistlerin partileşmesini engellemek için çaba harcadığını biliyoruz. Sosyalist komünist partilerin yasaklanması, partileri sınırlayan, kısıtlayan, sistemin çizgisi dışına taşmalarını önleyen yasaların yapılması; örneğin Türkiye’de komünist partinin kurulması yasaklayan yasaların ünlü TCK’nın 141-142. maddelerinin kaldırılması uzun bir mücadele sonucu elde edilebildi; seçim sistemleri ile oynanarak muhalif partilerin önünün kesilmesi, oyların denetlenmesine imkan tanıyan seçim sistemlerinin duruma, kazanç kayıp hesaplarına göre değiştirilmesi, verilen oyların baraj yöntemleriyle geçersiz sayılması ve daha bir çok yöntemle burjuvazi egemenliğini güvence altına almak için çalışır ve bu yöntemleri kullanmakta ustadır, ısrarlıdır. Bu yöntemlerin yalnızca Türkiye gibi ülkelerde değil, sistemin belli bir güvence altında olduğu varsayılan gelişmiş kapitalist ülkelerde yürürlükte olduğu da bir gerçektir. Örneğin Almanya’da anayasayı ihlal etmesi muhtemel faaliyetleri, Neonazi partileri izlemekle görevli Anayasayı Koruma Örgütü ağırlıklı olarak solu izlemekte artık kalktığı söylenen öğretmenleri hedef alan “meslek yasağı” pratik olarak hala kullanılmakta, parlamentodaki Sol Parti-Die Linke dahil, sol izlenmektedir.
Türkiye’de durum biraz daha vahimdir. “Çok partili demokrasi”nin başlangıç tarihi sayılan 1946 seçimleri ve sonrasında sol partilerin bu “çok partilerin” arasına giremediği, baskılardan yasaklardan nefes alamadığı nihayet 1961 Anayasası’ndan sonra yoğun baskı altında bir ölçüde var olmayı başardığı dikkate alınırsa Türkiye’deki temsili demokrasinin nasıl bir demokrasi olduğu daha kolay anlaşılabilecektir. Bu demokrasinin ayrıca darbelerle kesintiye uğradığı ve darbelerin sistem içindeki çatışmaları çözmek dışında solu ezmek gibi bir imkânı ihmal etmediği de ortadadır.
Bizim temsili demokrasimizde seçim sistemleri de solu devre dışı bırakmak üzere kurgulanmıştır; bunun tek istisnası 1961 Anayasası’nın yarattığı görece özgür koşullarda uygulanan milli bakiye sistemi ile Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekili ile parlamentoya girebilmesi oldu. Bu “arıza” sonraki seçimlerde düzeltildi ve sol yeniden parlamento dışına sürüldü. 1971- 80 askeri darbeleri ise sol partiler için daha ağır dönemlere anlatır. Sonraki dönemlerde de seçim sistemleri solu dışarıda bırakacak şekilde kurgulanmış, uygulanmıştır. Bu zincirin kırılması bir ölçüde Kürt siyasi hareketi ile birlikte hareket eden solun parlamentoda çok sınırlı kısıtlı temsil edilebilmesi ile gerçekleşmiş, Kürt siyasi hareketinin sola dönük karakteri hem buna olanak sağlamış hem de bundan böyle solun temsili demokrasi kısıtlamalarını kırabileceğini, olanakların arttığını göstermiştir. Burada otoriter cumhurbaşkanlığı sistemine rağmen olanakların artması sonucu olumsuz da olabilecek bir çelişkiyi gösteriyor. Bir yanda artan baskı, anti demokratik yasaları da yeterli bulmayan ama seçmen ve halk desteğini hızla yitiren iktidar bloku, diğer yanda parlamenter sisteme dönüşü öne alan muhalefet, dirençli bir gelişme içine girmiş, geçmişe göre siyasi hayatta daha aktif katılan sosyalist parti ve hareketler temsili demokrasiyi zorlama ve genişletme imkanlarını artırıyor.
TEMSİLİ DEMOKRASİ GELİŞTİRİLEBİLİR Mİ?
Temsili demokrasi nasıl zorlanabilir, nasıl genişletilebilir, Burjuvazinin artık her fırsatta terk etmekten mutluluk duyduğu, cumhurbaşkanlığı sisteminden duyduğu memnuniyetle açıkça gösterdiği bu sistem halk yararına bir sisteme dönüşebilir, dönüştürülebilir mi? Siyasi gelişmeler her zaman önceden tahmin edilemeyecek olumlu ya da olumsuz koşullara gebe olabilir. Teorik öngörülerle kimi zaman hızla gelişen pratiğin karşı karşıya geldiği bu anlarda pratik daha belirleyici ve göreve çağırıcıdır. Bu koşullarda solun görevi durumu iyi gözlemlemek, durumun gereklerini yerine getirmekten kaçınmamaktır. Türkiye’de son dönemin yoğun tartışması cumhurbaşkanlığı sisteminin değiştirilmesi, parlamenter demokrasiye nasıl olacağı içeriği anlatılmamış olsa da muhalefet partilerinin tanımıyla genişletilmiş, güçlendirilmiş bir temsili demokrasiye geçilmesidir. Öyleyse sol da bu durumu değerlendirmek, ortaya çıkan ihtimalleri görmek, görmekle de yetinmeyerek müdahil olmak durumundadır. Peki temsili demokrasi, yenilenmiş geliştirilmiş parlamenter demokrasi nasıl bir sistem olmalı, solun halkın desteğini isteyeceği talep edeceği öneriler neler olabilir?
Öncelikli talep herhalde temsilin gerçek bir temsil olmasının yollarını ortaya koymaktır. Temsil halkın isteklerini nasıl birebir yansıtabilir, verilen oyların uçup gitmesi ya da egemenlere armağan edilmesinin önüne nasıl geçilebilir sorusuna gerçekçi bir yanıt olmalıdır.
İkincisi siyasette yasakların sıfırlanması düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tam olmasının sağlanması da eğer gerçekçi bir temsil hedeflenecekse öncelikli olmalıdır.
Üçüncüsü parlamentonun halkla ilişkisini sürekli kılacak mekanizmalar oluşturulmalı, meslek örgütlerinin sivil toplum kuruluşlarının kültür dünyasının katılım mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Dördüncüsü parlamenterler seçmenlerine hesap verebilir olmalı, seçmenlerin çoğunluğunca gerektiğinde geri çağrılabilmelidir.
Beşincisi halkın dile getirdiği taleplerin yalnızca seçim zamanlarında değil iki seçim arasında da belli sayıda imza ile parlamentoda görüşülebilmesi sağlanmalıdır.
Altıncısı yerel yönetimlere il sorunları kapsamında merkezi hükümet ve parlamento yetkileri tanınmalı, belediye meclislerinde tartışılması ve karar altına alınan konuların parlamentoda görüşülmesi sağlanmalıdır.
Yedincisi ise yasamanın yürütmenin ve yargının denetlenebilir olmasıdır. Bu konu ile ilgili yapılanma gerçekte Türkiye’de vardır. Sayıştay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi bu görevleri yerine getirebilecek kurumlardır. Bu kurum ve kuruluşların çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması ile denetleme görevi işlevsel bir şekilde yerine getirilebilir. Bu denetleme görevinin uyması gereken hukuki yapı ve kurallar ise evrensel hukuk kurallarıdır.
Bu öneriler kuşkusuz daha da ayrıntılanabilir; sistemi değiştiremese de demokratik bir cumhuriyeti öngörür. Demokratik Cumhuriyet için ise çağdaşlığı yani sekülerizm ve aklın egemenliğini esas alan laiklik ön koşuldur.
***
Bütün bu çerçeve tartışmak için iyi bir temel olmayabilir, ama en azından üzerinde düşünülebilecek ham bir malzemedir. Her şeyden önce biliyoruz ki, ne kadar demokratik olursa olsun ya da hangi adı verirseniz verin, ne kadar geliştirirseniz geliştirin temsili parlamenter demokrasi üretim araçlarının mülkiyetine sahip bir sınıfın egemen olduğu sistemde, bu mülkiyet düzeni değiştirilmedikçe gerçek bir demokrasi olmayacaktır. Bu nedenle de sosyalistler komünistler temsili demokrasinin gelişmesinin durağan bir sisteme dönüşmesini yeterli bulmaz, kabul edemezler. Onlar bu sistem içinde halkın desteğini kazanmak için yoğun bir çaba içine girerler ve görüşlerini, nasıl bir sistem öngördüklerini hiç gizlemeden anlatmayı sürdürürler. Burada tartışılan konu ya da sorunun dar kapsamda da olsa çözümü halkın aktif katılımı olmadan başarılmaz. O nedenle de bu aktivitenin türlü biçimlerini harekete geçirmek sosyalistlerin gündemi olmalıdır.
Burada gizli olabilecek hiçbir öge, komplocu hiçbir heves yer almaz; komploculuk, darbecilik demokrasinin sahte savunucusu piyasacı mülkiyetçilerin özelliğidir.