Bazı olaylar gösterge niteliğindedir. Olayın nasıl yaşandığına, taşıdığı anlama ve olaya gösterilen tepkiye bakarak belirli bir kesimin siyasi tutumunu, vicdani yapısını, hatta ahlaki karakterini anlamak mümkündür.
Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün “gözyaşları içinde” cezaevine uğurlanması tam da bu türden bir göstergedir. Kendisi için bunun önemi yok, o artık bir sembol. Sırmalı yıldızlı generaller gibi, “Hukuka güveniyorum,” diyecek kadar saf olmadığını gösterdi en azından. Ne de olsa gökbilimci, dünyanın döndüğünü biliyor. “Bastille”dir diyerek cezaevi kapısından girişi tarihe geçmiştir. Fakat arkada bıraktığı academia’nın durumu çok acıklı.
Peki Anayasa’daki laiklik ilkesini fiilen savunduğu için bir bilim adamının cezaevine konulması neyi gösterdi? Her şeyden önce, yönetim kurullarıyla, öğretim üyeleriyle, hatta öğrencileriyle bütün üniversitelerin “laisizm”i önemsemediklerini, bugünün temel siyasi çatışmasının dışında kaldıklarını gösterdi. AKP’nin üniversiteleri YÖK aracılığıyla, kadro/kariyer/döner sermaye uygulamalarıyla tamamen baskı altına aldığını, yönetim kademelerinin ideolojik olarak dönüştürüldüğünü ortaya koydu.
Üniversitelerden tepki gelmedi. Oysa kitlesel olarak kıyameti koparmaları, süresiz boykota gitmeleri, öğrencileri harekete geçirerek sokakları doldurmaları, derslerinin birini “laisizm” konusuna ayırmaları gerekirdi. Bunların hiçbiri olmadı. Nesil değişiyor. Cumhuriyet değerlerine de sahip çıkan solcu, sosyalist öğretim üyeleri sahneden çekilirken ya da kuşatılmışlık duygusuyla derin bir suskunluğa gömülürken, aşağıdan imam hatip kökenli, zır cahil bir tarikatçı öğretim üyesi katmanı YÖK’ün orkestra şefliğinde yükseliyor. Fizik, biyoloji, felsefe gibi akademik disiplinleri zayıflatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Sosyal bilimlerde de cehalet sorunu çok derindir. Yazmasını bilmeyen, de’leri da’ları ayırmaktan, sözdizimi düzgün cümle kurmaktan aciz öğretim üyeleri, suya sabuna dokunmayan yüzlerce sayfa tezlerle unvanlara kavuşuyorlar. Havalarından yanlarına yaklaşılmıyor. Eğitim sistemi, teşkilatıyla, ders kitapları ve programlarıyla, öğretim kadrosuyla çökmüştür. Bunun nasıl bir facia olduğunu önümüzdeki yıllarda göreceksiniz.
Semboller çok önemlidir. Eskiden Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsü’nde bir anıt vardı. Üzerinde Aquinas’lı Thomas’ın Aydınlanma Felsefesi’nin özünü oluşturan şu sözü yazılıydı: Timeo Hominem Unius Libri (Tek Kitaplı İnsandan Korkarım). Rektör Hazretleri’ne soruldu: “Neden kaldırdınız?”. “Yerine Mevlana’nın sözünü koyacağız,” diye cevap verdi. İkisini yan yana koysanız olmaz mı? Olmaz! Birini kaldırıp ötekini koyacaklar. Bunu academia’nın her yerinde ve sürekli olarak yapacaklar. Tek kitap bilimi esir alana kadar…
Ege Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun konuya ilişkin korkak bildirisi bir utanç belgesidir. Bildiride iki unsur var: birincisi, dosya hakkında üniversite yönetiminin yorumda bulunması imkânsızmış (“imkânsız!”); ikincisi, Rennan Hoca yüzünden kurumları itibarsızlaştırılmaya çalışılıyormuş.
AKP’nin en büyük başarısı hayatın her alanına (üniversitelere, barolara, vakıflara, derneklere) parayı, piyasa ilişkilerini sokabilmesi oldu. Muazzam bir menfaat çöplüğü, insani ve kültürel bir yozlaşma yarattılar. Borçlanarak harcayan, “şahane hayat yanılsaması” içinde aptallaşan, hassasiyetlerini ve tercihlerini bu yanılsamaya göre kurgulayan bir “entelijansiya” oluştu. Yaşadıkları hayatı “normal” ve hak edilmiş zannediyorlar. Bu yüzden seslerini çıkaramıyorlar.
İleri'nin notu: Teknik bir aksaklık nedeniyle yazarımızın yazısını bir gün gecikmeli olarak yayımlıyoruz. Okurlarımızdan ve Yavuz Alogan'dan özür dileriz.