Benim için sinema yedinci sanat değildir; sinemaya 6+1’inci sanat olarak bakarım. Diğer altı sanatın özeliklerini içine alıp, onları harmanlayıp, bir de buna (artı 1 olarak) kendi özgünlüğünü kattığından. Benzer biçimde tarih okuması da diğerlerinden farklıdır. Tüm birikiminizle okursunuz tarihi; dünya görüşünüz, diğer sosyal bilim alanlarındaki bilginiz, hatta yıllar içinde oluşturduğunuz önyargılarınızla birlikte. Eğer bunun ayırdındaysanız okuma daha da keyifli hâle gelir, tam bir serüvendir: Bilginizi sınarsınız, bazı anımsamalarınız olur, başka kitaplara bakma gereksinimi duyarsınız. Öyle ki başlangıç kitabınızın çok uzağında bulmanız kendinizi, hiç de düşük olasılıklı bir durum değildir.
İşte böyle bir hevesle İlyas Kalay’ın Tarihi Gerçekler kitabına sarıldım. Özel bir dönem ya da olayı anlatmayan kitaplarda serüven başlangıcı için daha fazla şans vardır. Öyle olmadı ne yazık ki… Bir kere bilgiler ya ilkokul kitabından alınmış gibi klişe ya da Sütçü İmam’ın çetesi gibi tarihî gerçeklerden uzaktı. Zaten, sıkça alıntı yaptığı Cemal Kutay’ın anlattıkları da tarih camiasında kanıtsız oldukları için kuşkuyla karşılanır.(1) “Osmanlı’nın çöküşünün nedenlerinin başında irtica gelmektedir” veya İslamiyet’in ‘Altın Çağı’nın bitişinin nedenleri arasında “Arapların diğer insanları küçümseyen tavrı”nın sayılması gibi tarihe iyi ve kötülerin mücadelesi olarak bakılması zaten başlangıçta işleri bozuyordu.
Tarihi Gerçekler. İlyas Kalay, Galeati Yay., 2018. Yaygın dağıtımı yok, sahaflarda 20-45 TL arası
“Bari bir profesyonelin yazdıklarını okuyayım.” dedim ve Emekli Öğretim Görevlisi Ahmet Necip Günaydın’ın Atatürk ve Doktorlar kitabını aldım. Millî Mücadelede yer alan ve Mustafa Kemal’in yakın çevresinde bulunan Reşit Galip, Refik Saydam, Adnan Adıvar gibi hekimlerden söz ediyor Günaydın. Her biri ayrı ayrı anlatıldığından akıcı bir tarih dizgesinde birleştirilemiyor olaylar. Aslında düşünüyorum da Tıbbiyeli Hikmet’ten (Boran) Dr. Rıza Nur’a kadar sadece bu ilişkiler üzerinden yazılacak bir tarih, sanırım ilginç olacaktır herkes için. Bana kalırsa, Atatürk ve Doktorlar ile yakaladığı çok iyi bir temayı çok kolay harcamış Günaydın. Ayrıca, kitabın sonundaki “Sivas’ta Sağlık Hizmetleri” bölümü de eklektik kaçmış bence.
Atatürk ve Doktorlar. Ahmet Necip Günaydın, Cumhuriyet Üniversitesi Yay., 2. baskı 2020. Yaygın dağıtımı yok, Üniversiteden bulunabilir.
Tıbbiyeli Hikmet’i bilirsiniz. Hani, Tıbbiyelilerin aralarında topladığı parayla Sivas Kongresi’ne katılan ve kongrede ABD mandası fikrinin ortaya çıkması üzerine Atatürk’e “Mandayı reddediyorum, bunu kabul edenleri de reddederim, hatta siz kabul ederseniz sizi de reddederim.” diyen Tıp Fakültesi öğrencisi Hikmet. Sonra ne yaptığını bilmiyordum. Sadece sunucu Orhan Boran’ın babası olduğunu biliyordum, o kadar. Günaydın’ın Mazhar Müfit Kansu’dan aktardığı kadarıyla, Mustafa Kemal yıllar sonra bir akşam yemeğinde “Bizim genç, ateşli tıbbiyelimiz nerede?” diye sorar. Amacı onu milletvekili yapmaktır. Öldüğü söylenir; Atatürk’ün canı sıkılır, odasına çekilir. Mustafa Kemal’in ölümünden yıllar sonra bir askerî hastanede albay rütbesiyle başhekimlik yaptığı öğrenilir. Atatürk’ün onun bulunduğu illere yaptığı gezilerde de kimliğini hiç açıklamamış.
Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) kuruluşu 1993 olsa da 1851’de kurulan Encümen-i Dâniş ilk Türk akademisidir. Fransız Akademisi örnek alınarak oluşturulan Encümen-i Dâniş’in kurucusu Mustafa Reşit Paşa’dır. Aslına bakılırsa esas amacının “bilimi geliştirmek” değil de yayıncılık olduğu söylenebilir. Türkçeye sade dille yazılmış ve tercüme edilmiş bilimsel eserler kazandırma, kuruluş aşamasında olan Darülfünun için kitap hazırlama gibi amaçları vardı. Sadece on bir yıllık bir ömrü olsa da “Tarih-i Cevdet”in yazılması ve “Mukaddime”nin Türkçeye çevrilmesi bu ülkenin düşün yaşamı açısından önemlidir. Ancak toplumsal yaşamın dayatmadığı, sadece aydınların “iyi olur” mantığıyla kurulan bir yapı olduğundan, daha başlangıçta bilimle, kültürle hatta kitapla ilgisi olmayan bazı üst düzey devlet görevlilerinin üye kaydedilmesine bir tür ölü doğum belgesi olarak bakılabilir ve zaten 1862’de de kapandı.
Encümen-i Daniş. Ali Akyıldız, TÜBA Yay., 2018. Etiket fiyatı 10 TL.
Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın kitabı; Encümen-i Dâniş’i anlatıp, kimi noktalarda ayrıntılı bilgiler verip, belgelerin fotoğraflarını yayınlasa da benim için ufuk açıcı olmadı. Artık bu noktadan itibaren riske giremezdim; garantili sulara, daha önce okuduğum kitaplara yöneldim: Ernst Werner’in iki kitabı, Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481) ile Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa.
Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa. Ernst Werner, Kaynak Yay., Çev.: Hakan Sevin. Sahaflarda 15-50 TL arası.
Bu dönem Osmanlıyı, toplumsal ve ekonomik yapısını ve sonrasında Cumhuriyet’i kavramak açısından kilit öneme sahip; her şeyin şekillendiği dönem diyebiliriz rahatlıkla. Werner’in kitaplarında Osmanlının her aşamasında feodalizmin temel üretim biçimi olduğu sadece ayrıntılarına kadar verilen örneklerde değil, her iki kitapta da her anlatılan olayın geri planında izlenebiliyor. Hatta, Orta Asya göçebe kavimlerinde bile feodalitenin bulunduğunu anlatıyor. Elbette Avrupa ile kıyaslayınca görünüm farklı oluyor ama bu farklılık Avrupa’nın iki ülkesi arasındakinden daha fazla değil. Ayrıca, Osmanlının Avrupa’daki yayılım bölgelerinde daha sonraları manifaktür gelişimini engellemesine de ayrı bir ekonomik yapıya, örneğin Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), sahip olduğunun bir kanıtı olarak bakmamak gerekiyor. Daha öncesinde, Bizans-Selçuklu mücadelesi de aslında “geç feodal imparatorluk” ile “erken feodal emirlik” arasındaki bir çatışmaydı. Evet; bir ölüm kalım mücadelesiydi ama aynı ekonomik düzenin farklı gelişmişlik aşamaları arasında, tıpkı Osmanlı-Avrupa arasında olduğu gibi. Demek istediğim; savaşırlar ama düzeni tehdit eden bir “tehlike” karşısında da birleşmeyi bilirler. Selçuklunun Moğollara yenilip” haraca bağlanmasından sonra Alâeddin Siyavuş’un (Cimri) başlattığı halk ayaklanmasını Selçuklular ve Moğolların beraber bastırması gibi.
Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481) Ernst Werner. Çev.: Orhan Esen, Yılmaz Öner. Daha önce Alan Yay., dan iki cilt olarak basılmıştı. Kitapçılarda Yordam Yay., 2019 baskısı var, etiket fiyatı 48 TL.
Burada bir parantez açıp günümüzdeki tarikat-iktidar bağlantısının o sıralarda Anadolu’da etkili olan Mevlevilerde de gözlendiğine değinmek gerekiyor. “Gözlerimiz kimi tercih ettiğini görebilmek için tanrının iradesine çevrilidir” diyerek kim iktidardaysa onun yanında yer almayı meşrulaştırarak, halk hareketlerinin baskılanmasında etkili olmuşlardı. Mevlana’yı iyi değerlendirmek gerekiyor.
Konuya dönersem, Selçuklu sonrası kurulan Anadolu Beyliklerinin yapısı Avrupa feodalizmine evrilmeye uygundu. Ancak Ertuğrul’a verilen toprakların sınıra ve Bizans’ın zayıf bölgelerine yakın oluşu “gazilik ideolojisi”nin yani fetih yoluyla ekonomik yapıyı değiştirmeden haraca bağlayarak büyüme ideolojisinin gelişmesine yol açtı.
Diğer yandan, I. Murad döneminde aristokrat aileler (örneğin Malkoçlar) palazlansa da esas olarak I. Bayezid döneminde İslami-feodal ideoloji, gazilik ideolojisinin önüne geçmişti ama yine de bir denge vardı. Belki de bu yüzden sonraları Osmanlının Avrupa parçası kapitalizme geçmede zorlanmadı.
Osmanlı’nın feodal yapı ve kurumlarıyla güçlenmeye başlamasının Moğolları doğal olarak rahatsız etmesi sonucu Ankara Savaşı ve I. Bayezid’in yenilmesiyle “Fetret Devri” denilen beylikler dönemine tekrar dönülmüştü. Timur’un bunu tümüyle kişisel değil, sosyoekonomik gerekçelerle yaptığı, savaş sonrası Bayezid’in oğullarına beylikler vermesinden bellidir. Bayezid’in oğullarının hangi güce dayanacaklarına karar vermeleri gerekiyordu; gazilik mi, feodalizm mi? Timur onları ilk seçeneğe doğru iterken bu görüşün öncülüğünü üstlenen Musa’nın etrafında toplanan anti-feodal güçler arasında Şeyh Bedreddin de vardı.
Elbette Bedreddin daha sonra bu görüşten uzaklaştı ama başlangıçtaki bu ideolojideki Hristiyanların din değiştirmeye zorlanmaması düşüncesini hep korudu. Werner, ayaklanma ile birlikte Börklüce’nin Bedreddin’e göre daha toplumcu ve radikal, sınıfsız toplumu öngören görüşlerinin belirginleştiğini söylüyor; bilemiyorum. Ancak ezilen sınıfların hiçbir hareketinin 1917’e kadar iktidara gelemediğini biliyorum.
Sonrasında II. Murad döneminde feodal ve gazi ideolojileri son kez çarpışırlar ve feodal ideoloji yine kazanır. II. Murad’ın tahtı oğlu II. Mehmed’e bırakıp Manisa’ya gitmesinde yine bu çekişmenin rolü vardır.
Görüyorsunuz, tarih okumak farklıdır; okuduğunuz tarihle sizin bildiğiniz tarih iç içe geçer. Şunu da söylemem gerekiyor: Geçenlerde yazılarımı okuyan bir arkadaşım, bahsettiğim bir kitabı okuduğunu ve tam olarak yazdıklarımı bulamadığını söyledi. Haklıydı, yukarıda yazdıklarım da zaten ne Werner’in kitaplarının bir özeti ne de tam olarak onun düşünceleri. Ben kendi düşüncelerimi yazıyorum, kitaplar bahane. Okuyorum, sorguluyorum, anımsıyorum, birleştiriyorum ve yazıyorum.
(1) Birinci A. Tarihin Kara Kitabı. Kopernik Yay., 2018.