IŞİD’e karşı ABD önderliğinde ve Körfez gericiliğinin siyasal temsilcisi rejimlerin de katılımıyla oluşturulan “koalisyon” havadan saldırılarını sürdürüyor. Ortadoğu’da siyasal gericiliğin kalesi olmuş Suud gibi rejimlerin radikal İslam’a karşı savaşını “gözlerimiz yaşararak” izliyoruz. Fakat meselemiz bundan başka. Bugün 2 Ekim. AKP’nin, rehine krizinin “çözülmesi”nin ardından IŞİD karşıtı koalisyona katkı vereceğini açıklamasıyla başlayan sürecin sonunda karşımızda bir tezkere var. Tezkere bugün Meclis’te oylanacak. O zaman iki noktaya değinelim: Bugün Meclis’te oylanacak tezkere ile AKP Rejimi kime ya da kimlere karşı savaş yetkisi alacak ve bu tezkere karşısında geliştirilmesi gereken tutum nasıl olmalı?
Önce ilk sorudan başlayalım ve yanıtı geciktirmeden verelim.
1) Suriye’ye Düşmanlık Tezkeresi
Tezkere IŞİD ile mücadele görünümü altında Suriye’ye, Suriye halklarına savaş tezkeresi. Bunu hem tezkerenin gerekçe metninden, hem de Erdoğan’ın dünkü Meclis açılışında söylediği “önceliğimiz Şam yönetiminin derhal uzaklaştırılması” ifadesinden anlayabiliyoruz. Tezkerenin özellikle gerekçe kısmı, hem Türkiye’nin hem de Suriye’nin en büyük güvenlik sorunu, terör ve tehdit algısı içine merkezi olarak Suriye Rejimi’ni yerleştiriyor ve bu perspektif içinden, bu perspektifle mücadele amacını dayatarak isim vermeden “terörle mücadele” hedefini bu amacın aracı haline getiriyor.
Tezkerelerde kısa ana metinden çok gerekçe kısmı politik karakteri daha net anlatır. Nitekim Meclis’e sunulan tezkerenin gerekçesinde IŞİD adı sadece BM’nin ilgili kararına atıf sırasında alıntının içinde geçerken, gerekçe kısmında 10’dan fazla yerde sorunun kaynağı olarak Suriye Rejimi, Rejim ve Esad Rejimi ifadelerinin geçmesi anlamlıdır. Gerekçe kısmı okunduğunda hemen tüm “terör ve güvenlik tehditleri”nin açık şekilde Esad Rejimi ile irtibatlandırıldığı görülüyor. AKP bu tezkerenin gerekçe kısmıyla bir bakıma kendisini “aklıyor”. “Esad rejiminin desteği ve işbirliği sayesinde Suriye'deki faaliyetleri için uygun zemin bulan söz konusu terörist grupların” ifadesinden de anlaşılacağı gibi AKP, çöken ve Suriye’de duvara toslayan Yeni Osmanlı hayallerinin küllerinden son bir yangın çıkarma girişimi, vesilesi olarak “krizi fırsata çevirme” arayışında.
Gerekçe kısmından bir başka önemli cümle: “Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı tehditlerin kapsamı, terör tehlikesiyle birlikte genişlemiş; bölgesel ve uluslararası barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir.” Cümle açık; Türkiye’ye ve bölgeye en büyük güvenlik tehdidi olarak “Esad Rejimi”ni saptayan tezkere metni, nihai olarak da bu rejimle mücadele gündemini savaş yetkisine dönüştürmekte ve hem adını anmadan da olsa “IŞİD’le mücadele” gündemini hem de Kobane’nin IŞİD saldırılarından kurtuluşunu Esad Rejimi’ne karşı mücadele şartına ve bu noktada PYD’nin de Esad karşıtı savaş cephesine net geçişine bağlamakta.
O halde açıkça saptayalım: Bu tezkere IŞİD’le mücadele tezkeresi değildir; IŞİD’le mücadelenin Suriye Rejimi’yle mücadele etmeden mümkün olmadığı saptamasına yaslanan ve temel tehdit olarak Suriye Rejimi’ni gören bir tezkereyle karşı karşıyayız; IŞİD saldırıları ya da “tehdidi” saptaması Suriye’ye düşmanlık politikasına sadece gerekçe yapılmaktadır, tezkerenin adını doğru koymakta yarar var: Suriye’ye düşmanlık ve AKP’yi “aklama” tezkeresi. Dolayısıyla bugün yapılacak oylamada verilecek her “evet” oyu, Suriye’ye düşmanlığa, Suriye halklarını yıkıma sürükleyen ve IŞİD’in ortaya çıkışıyla sonuçlanan mezhepçi-cihatçı iç savaş ihracının, dolayısıyla AKP-Katar eliyle ve emperyalizmin onay ve gözetimiyle yürütülmüş, ancak bütün dayanakları bir bir ortadan kalkmış “Yeni Osmanlı” siyasetinin ve 3 yıllık bölge pratiğinin onaylanmasına, aklanmasına ve bölgesel bir savaş çıkmazına Türkiye’nin sokulmasına verilmiş olacak. Tarihsel sorumluluk bu çerçevededir.
2) PYD’yi IŞİD’le “Terbiye” Tezkeresi
Tezkerenin tüm “güvenlik” risklerini Suriye Rejimi’nden kaynaklı gördüğünü ve dolayısıyla Türk askerinin sınır ötesi harekat yapmasına izin verecek bu tezkereye onay verilmesi halinde hangi cephede olursa olsun, özünde Suriye Rejimi’ni yalnızlaştırma ve çökertme hedefi için savaşılacağını saptadık. Gelelim tezkerenin ikinci hedefine: Bu tezkere en başından itibaren Suriye halklarına doğrudan düşmanlık çizgisine ve iç savaş ihracı siyasetine katılmayan ve Rojava’da demokratik-seküler bir siyasal modelin inşasına girişen Suriye Kürtleri’ni IŞİD’le “terbiye etme” ve Suriye Rejimi’ne karşı düşmanlık saflarına katma tezkeresidir. Bunu nereden anlıyoruz?
Gerek Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, gerekse Başbakan Davutoğlu’nun son 5 gün içinde yaptığı tüm açıklamalar bu saptamayı doğrular niteliktedir. IŞİD saldırılarının sürdüğü ortamda Kobane halkı direniyor; bu kesin. Ancak bu direniş sırasında IŞİD’e göz yuman kuvvetler, saldırının sürmesini bir “fırsat”a çevirme hedefiyle izliyor. Bu saptama çerçevesinde, Pazar günü bir televizyon kanalında Yalçın Akdoğan’ın sarfettiği “Suriye bağlamında herkes nerede durduğunu iyi bilecek. Sırtını kime dayıyorsun, kiminle işbirliği yapıyorsun?” sözlerini Salı günü Davutoğlu’nun Akşam “gazete”sine yansıyan şu sözleri tamamlıyor: “PYD rejimle işbirliği yaptı… Geçen yıl PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’e net teklifimizi yaptık. Dedik ki ‘çözüm süreci var, Türkiye’de biz artık size farklı bakıyoruz, ancak sizin de rejimle işbirliğini kesmeniz, Suriye ulusal koalisyonuna katılmanız gerekir… Biz sınırımızda artık rejimi de IŞİD’i de görmek istemiyoruz.”
Sözler açık; AKP Rejimi’nin temsilcileri ağızbirliği etmiş halde IŞİD’in Kobane saldırısını Suriye halklarına düşmanlık çizgisi üreten 3 yıllık iç savaş ihracı stratejisini doğrulama, Suriye Kürtlerini bu saldırı altında “terbiye” etme, PYD’yi Suriye Rejimi’ne karşı saflara geçirerek Esad Rejimi’nin “ittifakları”nı dağıtma vesilesi olarak değerlendiriyor. Dahası aynı cümleler içinde “çözüm süreci”nin Suriye’ye savaş stratejisi şartına bağlandığı da görülüyor. Türkiye’de “barış” için, Suriye’de savaş şartına.
PYD-Esad ilişkilerinin boyutu, dozu nedir? Bunu tartışmıyoruz. AKP de tartışmıyor. AKP için mesele siyahla beyaz arasında; ara formüller yok. Suriye Kürtleri ÖSO’ya katıldı mı? Hayır. Esad karşıtı cephede iç savaşta yer aldı mı? Hayır. Suriye halklarına kurşun sıktı mı? Hayır. Rojava’da Kürdü, Arap’ı, Türkmen’i, Süryani’yi Suriye’nin birliği içinde yeni bir demokratik katılımcı model etrafında birleştirdi mi? Evet. O halde AKP stratejisinde yoksun, AKP’nin mezhepçi çözümü karşısında “yeni”yi ve “seküler” çözümü temsil ediyorsun, o halde Esad’ın yanındasın. Bush Doktrini’nin devamı: “ya bizimlesin ya da değilsin”.
O zaman tezimize dönelim: IŞİD üzerinden ve getirilen tezkereyle, Esad’a ve Suriye halklarına mezhepçi bir düşmanlık çizgisi üretmemiş, yer yer Esad güçlerinin katılımıyla da IŞİD’e karşı savaşmış, Özgür Suriye Ordusu’na katılmamış ve Ortadoğu’da yeni bir birlikte yaşam modelinin inşasına başlamış PYD çizgisiyle açıktan hesaplaşma var ve IŞİD saldırıları bu açıdan Suriye Rejimi’ne karşı AKP’nin Kürdü mezhepçi savaşa kazanma stratejisinde açıkça araçsallaştırılıyor. Sözlerden bunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Açık olalım; AKP Türkiye’de “barış” için Ortadoğu’da savaş öneriyor; “çözüm süreci”nin en sonunda gelip dayandığı yer burasıdır ve sürecin devam edip etmemesini PYD’nin Esad Rejimi karşısında alacağı tavra göre belirleyeceğini ima eden AKP Rejimi açısından “çözüm süreci”nin en başından beri bölgedeki “Yeni Osmanlı” fantezileri içinden anlamlandırıldığı, koşullandığı da ortadadır. Süreç, AKP’nin bölge fantezilerinin onaylanması ve ona uyumlu hat izlenmesi şartına bağlanmış görünmektedir. Çatallanma buradadır.
Kaldı ki Erdoğan’ın New York’tan döner dönmez yaptığı tezkere açıklamasında öncelikli şart olarak “uçuşa yasak bölge” ve ardından “tampon bölge”yi anması da iyi okunmalıdır. AKP Rejimi’nin uçağı olmayan IŞİD’e karşı “uçuşa yasak bölge” istemediği ortada; “uçuşa yasak bölge” Suriye uçaklarına karşıdır ve bu talep daha en başından itibaren, tezkereyle girişilecek büyük maceraların Suriye’nin egemenlik ve birlik sahasına müdahale niteliğinde olacağının itirafı gibidir.
Burada belirtelim: IŞİD’in arkasında kimin olduğuna değil; IŞİD saldırılarının kimlerin jeopolitik stratejileri açısından bir manivela olarak değerlendirildiğine bakıyoruz. AKP Rejimi bu açıdan Kürdü IŞİD vahşetiyle başbaşa bırakarak kendi stratejisine kazanacağını düşünüyor. IŞİD Erbil’e ilerlerken KDP’nin yardımına ve modeline yetişenlerin PYD karşısındaki sessizliği de bu açıdan anlamlıdır ve PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Barzani yönetiminin “bağımsız” bir Kürdistan talebini seslendirmesinin ardından yaptığı “bu talep yeni savaşlara yol açar, bugün Kürtler’in yapması gereken, içinde yaşadıkları ülkelerde demokratik bir birlik siyaseti izlemeleridir” açıklaması da PYD’nin AKP Rejimi’nin bölge fantezileri içinde uyumsuz bir çizgiyi hem iç savaştaki tutumu hem de inşa ettiği demokratik-seküler model nedeniyle temsil ettiğinin şimdilik kanıtıdır. Kazılan hendekler, örülen duvarlar hatırlanmalıdır. “Ortadoğu’da sınırları anlamsızlaştıracağız” diyenler bugün Kürtler arasına duvar, tel örgü çekmekte; hendekler kazmakta. Suriye’ye ve bölgeye AKP Rejimi aracılığıyla ihraç edilen gerici strateji sadece halkları bölüyor; barışa ve birliğe yaramıyor. O halde ikinci saptamayı özetleyelim: Tezkere, Suriye Kürtleri’nin IŞİD tehdidinden kurtuluşunu PYD’nin Esad’a karşı AKP-Yeni Osmanlı savaş cephesine geçmesi şartına bağlamakta ve yaşananlara karşı IŞİD saldırılarını jeopolitik bir “fırsata çevirme” hedefi gütmekte. Neredeyse “Esad Rejimi’ne karşı bizim saflara geçmez ve bizim için savaşmazsan, IŞİD’le uğraşırsın” diyen bir rejimin bölge halklarına nasıl bir “barış” sunacağı açık. Kendi kurtuluşunu bu maceralara bağlamış bir rejimin bu çığırtkanlığına destek olmak, büyük olasılıkla onun kaderini de paylaşmak anlamına gelecek. Bu nedenle Meclis’te verilecek “evet” oyu ile “hayır” oyu arasındaki fark; AKP Rejimi’nin bölgesel yıkım macerasına ve ona bağlı geleceğine verilecek “evet” ile “hayır” arasındaki fark kadar büyük.
Ne Yapmalı?
Tezkerenin gerçekte ve öncelikle Davutoğlu’nun Ortadoğu halkları tarafından püskürtülen ve çökmekte olan Yeni Osmanlı fantezisini diriltmek adına Türkiye ve bölge halklarını büyük bir yıkıma, savaşa ve açmazlara sürükleme hedefi güttüğünü açıkça saptamalıyız. AKP’nin Davutoğlu eliyle yürürlüğe koyduğu ve Atlantik hegemonyasıyla çatışmadan, onun şemsiyesi altında yeni bir Ortadoğu düzeni kurma ve buna önderlik etme hayalleri çökmüş, bölgenin AKP tipi İhvan modeliyle denetlenmesi projesi püskürtülmüş, Esad Rejimi yıkılmamış; AKP’nin Ortadoğu’da neredeyse diplomatik temsilciliği kalmamıştır. Emperyalist restorasyon stratejisi içinde Türkiye-Katar ya da AK-İhvan taktiği duvara tosladı. Bugün emperyalist merkezler Esad’ın kaldığını kabul ediyor, siyasi çözümün ancak Suriye yönetimiyle birlikte gerçekleşeceğini açıklıyor. Çünkü stratejik çılgınlık aşamasından Suriye’de yenilgiyi kontrollü kabullenme aşamasına geçmiş merkezler açısından “macera”, daha büyük yıkımlara gebe. Bu noktada AKP Rejimi Türkiye’nin yoksul, emekçi çocuklarını “değerli yalnızlık” adına yıkıma, ölüme, yeni maceraların cephelerine sürmek; bölge halklarını birbirine daha da kırdırmak ve hem Türkiye’yi hem de bölgeyi mezhepçi hatlar üzerinden gerici bir yeniden yapılandırmaya tabi tutmak istiyor.
O halde hem AKP Rejimi hem de IŞİD gericiliği karşısında; hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da hakiki bir direnişin imkanlarının ancak seküler, ilerici; bölge barışına ve halkların kardeşliğine hizmet eden çözümler, ittifaklar temelinde kurulacağı çok açık. Bu nedenlerle Suriye’ye Savaş, Bölge Halklarına Yıkım, Gericiliğin Restorasyonu Tezkeresine Hayır.
Not: Bir önceki yazımda birlikte mücadele tartışmalarını sürdüreceğimi belirtmiştim. Ancak tezkere nedeniyle “nasıl bir birlik?” tartışmasını bir sonraki yazıya erteledim.
@denizyildirim79