Atilla Yayla, geçtiğimiz Cumartesi günü Yeni Şafak’taki köşesinde, sosyalizme “çakmak” için faşizme sığınmış. Sonrada bildik ezberlerini sıralamış.
Faşizm, baskıcı, totaliter bir rejim… Ama sosyalizm de öyle…
Faşizm, insan onurunu ayaklar altına alan uygulamalara imza atan bir rejim… Ama sosyalizm de öyle…
Sonra sormuş; “faşistlerin itibarı sıfırken sosyalistlerinki çok yüksek. Neden?”
Soruyu sorma gerekçesi de şuymuş; “Hiç kimse faşizme sahip çıkmaz ve faşizm herkes tarafından kınanırken, pek çok insan sosyalizme sahip çıkıyor ve göğsünü gere gere sosyalistim diye geziyor”
Sonra da muradını özetlemiş;
“Solun uygarlıkla bağdaşma şansı en yüksek çizgisi sosyal demokrasidir ve Avrupai anlamda sosyal demokrat bir parti Türkiye’de demokrasiye büyük katkıda bulunacaktır. Bunun olması için elimden gelen bir şey olursa doğrusu yapmak isterim. Ancak, sosyalist akımlar güçlü oldukça sosyal demokrasinin şansı azalacaktır. Bu yüzden, liberaller ve muhafazakârlar yanında, hatta onlardan daha fazla, sosyal demokratlar da sosyalizmin gerçek yüzünü görmeye ve ondan uzak durmaya çalışmalıdır”
Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacak bildik tezlerin, hasbelkader bir yerde karşılaşsanız, elinizde kalmasından korkacağınız yazarı için, “işini yapıyor” deyip geçebilirsiniz.
Ama geçmemek gerekiyor. Çünkü tezler bildik olsa da zamanlaması önemli.
Atilla Yayla, önceliği kapitalizmin bekası olan, uyanık bir piyasacı. ABD sermayesinin bölgesel ihtiyaçlarına denk gelecek ve Türkiye sermayesini bu ihtiyaçlara ortak edecek bir hamleye, sermayenin ihtiyaçlarına istenilen hız ve nitelikte yanıt üretecek, radikal bir dönüşüme, AKP iktidarına, tüm benliğini adadı.
Kullanışlıydı. İşe yaradı. Sağcı, dinci ya da milliyetçi kökene sahip herhangi bir akademisyenden daha etkili oldu. AKP’nin sermaye ve emperyalizm lehine kalkıştığı büyük müdahalelerine, rejimin gerici dönüşümüne destek verdi. Projeye güvendi…
Belki emeklilik günlerinde torunlarına, bilinçli özgürlükçü yurttaşlar olarak “Atatürk büstlerini” nasıl yıktıklarını, yıkılan her büstün altından “birey” olma bilincinin nasıl da fışkırdığını anlatmanın heyecanına kapıldı.
Olmadı.
Proje, helal şampanyayla sisteme entegre edilecek dindarlarla, kafa keserek sermayeyi ürküten dincilerin arasına sıkıştı.
Proje, Haziran’da ayağa kalkan milyonların özgürlük talebine takıldı. Soyut bir “eski zorba rejim” söylemi, somut bir gerici iktidara karşı ayağa kalkma iradesinin altında kaldı.
Gerici dönüşümün “sol liberal” ajanının elinde bir avuç hayal kırıklığı kaldı.
Şimdi gerici rejime hizmetinden kaynaklı kendine bağlanan aylığın hakkını köşesinde vermeye çalışırken yeni projelere de açık olduğunun sinyalini veriyor;
“Türkiye’de Avrupai anlamda sosyal demokrat bir parti işe yarar, bende üzerime düşen bir görev olursa hazırım” demeye getiriyor.
“Dincinin elinden cihat kılıcını alıp helal şampanya kadehini tutuşturamadık ama belki solcunun aklından sosyalizmi çıkarırsak, kalan şeyden restorasyona taze kuvvet çıkarırız” mı demeye çalışıyor?
Bana bir gülme geliyor…
Peki Atilla Yayla’nın sosyalizme dair söyledikleri bir çift cevabı hak etmiyor mu?
Benim cevabım basit…
Köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağarmış…
Peki, ülkenin solcularının örgütlü cevabı ne olacak?
İşte o cevaba, sosyalizmi iktidar seçeneği haline getirmek deniyor.
Peki, sosyalizm gerçekleşebilir mi?
Bunun cevabını, bundan 94 yıl önce ülkenin geleceğini, sömürü, gericilik ve emperyalizmle işbirliği belirlemesin diye ölümü göze alarak yola çıkan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının izinden giden, paranın saltanatının karşına yine cesaretle ve yine halkın gücüyle dikilen, eşitlik, özgürlük ve laiklik kavgasına öncülük etmek için yan yana gelen birikim verecek.
1 Şubat’ta Haliç Kongre Merkezi’nde Atilla Yayla olmayacak!
Sen ise Atilla Yayla’ya inat gel!