Sosyalistler sadece demokrat olsalardı, işleri kolaylaşır, kısa süre içinde iktidara da gelirlerdi. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini, kuvvetler ayrımını, azınlık haklarını, kadın haklarını, din ve vicdan özgürlüğünü, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunarak, daha öteye gitmeden, büyük başarı kazanabilirlerdi. Laikliği bazı muhafazakarların istediği biçimde savunsalar, başarıları tam bir zafere de dönüşebilirdi.
Ne güzel olurdu, demokrasi eksiklerini tamamlar, daha da güçlenir, memlekete huzur ve refah gelirdi.
Ama gelin görün ki, sosyalistler demokrasiyi değil, sosyalizmi istemektedirler. İşçi sınıfı iktidara gelecek, özgürlük kadar eşitlik de önemli olacaktır. Halklar, Kürtler başta olmak üzere, kendi kaderlerini tayin etme haklarını kullanabilecek, ayrı devlet olmak isterlerse, buna saygı gösterilecektir.
Sosyalistler çok anlayışsız, çağ dışı, ya da hayalci insanlar belli ki! Olmayacak işlerin peşinde koşuyorlar. Zaten zayıf ve marjinal konumda olmalarının nedeni de bu değil mi?
Sosyalistler hemen itiraz ederler elbette. Önlerinin nasıl kesildiğini, askeri darbeleri, tutuklamaları, cinayetleri, emperyalist müdahaleleri, tepeden yapılan düzenlemeleri, adaletsiz seçim sistemini, çağ dışı ceza yasalarını, hemen anımsatacaklardır. İşçi sınıfına neler yapıldığını, zor ve şiddetin sıradan politik araç olarak halka karşı nasıl kullanıldığını söyleyeceklerdir. Sosyalistler bölünmüş, işçiler örgütsüzdür. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ideolojik alan da, pek elverişli olmamıştır onlar için. Ah şu dincilik, milliyetçilik bu kadar hortlatılmasaydı?
Sosyalistler bilimi, sanatı, çözümleme yapmayı, kurgulamayı iyi bilirler ve yukarıda yazılanları çok ileri ve sistemli biçimde hep yapmışlardır. Teori neredeyse tamdır, bir tek, ah o pratik, eksik ve kusurludur. Bunun nedeni de, hep dış koşullar, müdahalelerdir.
Peki, iyi de, ne yapmalı? Fazla mı ileridedir sosyalistin aklı, tarihin sadece sonraki aşaması için mi vardır o? O aşamaya mutlaka geçilecektir de, zaman mı uygun değildir sadece?
Konu tarihsel aşamalar ve tarihsel görevlerse, mevcut aşama ve görevlerin tanımlanmasında, kavranmasında bir sorun mu var acaba?
En temel demokratik ilkelerin bile çiğnendiği, laikliğin her gün biraz daha darbe aldığı bir ortam, dönem, sosyalistlere "sosyalist kalın, sosyalist mücadele verin" mi demektedir sadece?
Daha açık ve öz yazalım: Türkiye'nin yaşadıkları, sosyalistlere "sadece demokrasi mücadelesi verin" mi demektedir?
Sadece bu, "demokrasi mücadelesi" yeterli olsaydı, ve bilseydik arkasından sosyalist mücadeleye geçilebilecek, en azından kendi adıma söyleyeyim, sadece demokrat olmayı hem tercih ederdim, hem de diğer sosyalistlere sadece demokrat olun yeterlidir, derdim.
Ancak, mesele, hiç de öyle değildir.
Türkiye bir tarafta AKP nedeniyle, öte tarafta Kürt Sorunu nedeniyle, bir demokrasi sorunu yaşıyor gibi görünmektedir. Bir tarafta İslamcı hükümet, aşama aşama Türkiye'yi dinselleştiriyor. Laiklik bir kamusal yaşam ilkesi olarak can çekişiyor. Demokrasi nasıl tanımlanırsa tanımlansın, demokratik bir temeldir, ilkedir. Kürt Sorunu ise, en geri düzeyde tanımlansın, bir demokrasi sorunudur. Bir halkın kendini anayasal düzeyde kabul ettirmesi, dilini her düzeyde ve ortamda kullanması, kendi hakkında karar alması, iktidarın eşit ortağı olması demektir ki, demokrasi istemektir.
Sosyalist sosyalizmi bıraksın, demokrat olsun ve sadece laiklik ve Kürtlere özgürlük mü istesin? Bunların yanında da, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi, liberal demokrat ilkeleri mi?
Türkiye'de kafalar işte böyle karışmıştır!
Demokrasi, iyi de, hangi demokrasi? Liberal demokrasi mi, sosyal demokrasi mi, sosyalist demokrasi mi, radikal demokrasi mi, halk demokrasisi mi?
Sınıf diline çevirelim bu demokrasileri:
Piyasa ve liberal burjuvazinin hakim olduğu "liberal devlet" mi?
Sendikalı işçinin pazarlık yaptığı "refah devleti" mi?
İşçi sınıfının iktidarı mı?
Kimliği bol, yerel yönetim özerkliğiyle donatılmış bir sosyal demokrasi mi?
Köylülerin temel, işçilerin öncü olduğu bir demokrasi mi?
Demokrat olayım, tamam, ama hangisinden olsun? İngiliz usulü mü, Çin usulü mü, Alman usulü mü, Yugoslav usulü mü?...Hiç biri deyip, Paris Komünü ya da Sovyet tarihi üzerine tartışmaya mı girelim? Tekrar Lenin'in dediği gibi, proletarya diktatörlüğü işçi sınıfı için demokrasi, kapitalistler için diktatörlüktür mü, diyelim?
Sosyaliste sadece demokrat ol, başarılı oluruz, sosyalizme de yaklaşırız hem desek, yukarıda yazılanlara ne diyeceğiz? Hangi demokrasi, ne için demokrasi, kimlerle?
Laiklik ilkesine, diğer temel demokrasi ilkesine gelelim.
Çünkü karar verdik, sosyalistlik değil, demokratlık yapacağız:
Bu ilkeyi savunurken, Avrupa'da olduğu gibi, kilise mallarına göz dikmeyelim. Diyanet İşleri Başkanlığı'na gözümüzü dikelim. Hem son zamanlarda abuk sabuk fetvalarıyla rezil olmaya da başladılar. Bu kurumun Avrupa'da olduğu gibi mülkü değil, bütçesi, kadrosu, örgütleri vardır. Devletin en büyük kurumlarından, organizmalarındandır. Yüz bin camiyi, camisini denetlemekte, ondan fazla din görevlisi istihdam etmekte, yayınevleri, vakıflarıyla, hac organizasyonlarıyla, heyula gibi bir devlet kurumudur.
Sosyalizmi bıraktık, demokrasiyi, haliyle de, laikliği savunuyoruz: Diyanet orada öylece dururken mi? Laikliği savunmak için, bizzat devleti karşımıza almamız gerekmez mi? Bu devlet ve bu kurumunu sadece İslamcı kullanmıyor ki? Osmanlı'dan Cumhuriyet'e isim değiştirerek geldi ve her hükümet, adeta tepe tepe kullandı bu kurumu.
Yine sadece demokrasiyi ve laikliği savunuyoruz, sosyalist mücadeleyi bıraktık, diyelim: Diyanetin yanında din okulları, İmam Hatip okulları vardır. Tekrar sekiz artı üçü savunsak yeterli olur mu?
Devam edelim ve türban konusuna gelelim. "Özgürlük" adı altında yapılan bir mücadeleydi, kandırdılar ve büyük ölçüde kazandılar. Konu özgürlük değil, İslamdı, politik İslam'dı, kadının "kapatılması"ydı, dini sembollerin kamu alanında yaygınlaştırılmasıydı. Şimdi başa dönüp, yasaklanmasını mı savunalım?
Sosyalizmden vazgeçip, demokrasiyi, laikliği savunmak istedik sadece. Ama, heyhat, demokrasi, demokrasiyi savunamaz hale getirmiş bizi. Ya da, demokrasi, demokrasiyi reddeder hale getirmiş kendini.
Sanıyorum diyalektik sever-bilir sosyalistimiz, kafa karışıklığından kurtulmaya başlamıştır. Basitleştirme var eleştirilerini dikkate alarak şu formülleri sunalım:
Türkiye'de demokrasi, laiklik, "kendini yadsıma" aşamasındadır. Çünkü demokrasi, en azından Türkiye'de, buraya kadardır.
Sosyalistimiz demokrat olmak istedi sadece, ona da olanak verilmedi. O kendiyle çelişen, kendini yadsıyan süreçlerle karşı karşıyadır: Örneğin Kürtsün ve özerlik istiyorsun. Ama, onu başkan yapman lazım! Özerlik bir demokratik ilkedir, ama, Türkiye'de demokrasinin tümüyle bitirilmesi kaydıyla yaşama geçirilebilir.
AKP'yi daha da güçlendirmeyen bir demokratik gelişme olanak olmaktan çıkmıştır artık. Yeni anayasada bir iki küçük demokratik ilke mi olsun istiyorsun, AKP seni bekliyor! Sözü bile olmaz, verir.
Kuvvetler ayrılığı istemiştik değil mi? Yapabilirler, ama, kuvvetleri öyle bir tasarlar ki, ayrıldıklarına pişman olabilirsin. Daha özerk belediyeler isteyebilirsin. Ama, lüzumsuz işleri bu belediyelere devredebilirler, bütçeden alacağın parayı kısarlar. Azınlık hakları öyle bir genişletilir ki, artık Hrant gibi sosyalisti bir daha yanında göremezsin.
Ama, bizim sosyalist, demokratlıktan hemen vazgeçmesin! Demokrasinin gelişme potansiyelinin biteceği yere kadar gitsin! "Tamamlanacak" bir yerleri vardır belki.