“Sol” demek “solcu” bildiklerimize, Fransız Burjuva Devrimi ile başlıyor. İstenirse buna başka bir sıfat da bulunabilirdi. Meclisin “sol” kısmında oturuyormuş devrimciler, sadece budur, “solculara” solcu denmesi.
Tarihe bugünden gitmek, in retrospect, tüm zamanların “solcularını” başka sıfatlarla gösterir bize. Kastedilen, her zaman, her dönem, ilericiler, devrimcilerdir.
Demek ki, “soldan” kasıt, ilericiler, devrimcilerdir.
Bu anlamda, bazı sosyalistlerin dediği gibi, Peygamberler de, solcudur. Elbette, sonra neler olduğu, tümüyle solculuğun içinde yeralamaz.
Solcu olan, solcu bir hareketin ya da, hep solcu olması diyalektiğe aykırıdır. Diyalektik, solcunun yerini başka solcuya bırakmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Kölelik bile bir ilerlemeydi, devrimdi, zamanında. Savaş esirleri öldürülmüyor, köle yapılıyordu.
Ya da, kanlı eski dinlerin yerine, kurban kesmek, tek tanrılı, İbrahim dinlerinin, getirdiği bir ileri durumdu. Ama, sonrası için, artık ileri değillerdi.
John Locke, klasik liberalizmin en büyük kurucusuydu. Temsili hükümeti, bir tür kuvvetler ayrımını, aklın sonradan edinilen bilgilerle dolduğunu savunuyordu. Hatta, öncekiler de var ama, hukuksuz davranan hükümete karşı “direnme hakkını” ilk formüle eden siyaset kuramcılarındandı.
Mutlak monarşiye, kralcılığa, dini hogörüsüzlüğe karşı, ilerideydi. Bu anlamda, solcuydu.
Fransız Devrimi, feodal ayrıcalıklara karşı çıkıyor, doğmanın yerine, aklı koyuyordu. İlericiydi, solcuydu.
İstenirse, başka sıfatlar konabilir, X’ciler, deyin, kastedilen, devrimci ileriye gidiştir.
Türkiye’de sol kendi tarihini yazarken, Osmanlı’nın modernleşme tarihine gidiyor. Yaklaşık üç yüz yılık bir zamandır. Ama, bu tarih, esas Tanzimat dönemiyle başlayıp, 1908 ve Cumhuriyet devrimleriyle “sistemli” ve “bütünsel” niteliğe kavuşuyor. Mustafa Kemal neden çok önemli, çünkü, Tanzimatçılar’dan öteye giderek, ekonomiye, kültüre, siyasal sisteme, bir bütün olarak bakabiliyor. Ama, hem olanakları, hem bilinci, hem de halkın sınıfsal durumu, daha ilerisini olanaksız kılıyor.
İşte bu nedenle, Kemalist olmak, Kemalizm sonrasında yetersiz kalıyor. İlericiler, devrimciler, sosyalizm mücadelesi veriyorlar.
Sorulacaktır, solcular, devrimciler sadece ve hep Kemalistler miydi, diye. Elbette hayır. Osmanlı Türkiye’sinde sosyalistler vardı. Hatta, Birinci Savaş’ın son yıllarında, Marksist-Leninistler bile vardı. 1920 yılında Türkiye Komünist Partisi bile kurulmuştu. Fakat, ilericilerden daha ilerici olanlar demek gerekir TKP’lilere. İlerici olan Kemalistler, “milliciler”, daha ilerici ama daha zayıf olan komünistleri, korkuyla, tasfiye etmeye başlamışlardır.
Çünkü toplumun tarihsel gelişmişliği, hem aşırı gericileri, hem de görece aşırı ilericileri ya tasfiye etmekte, ya da “marjinalize” etmektedir. İlk durumda olanlar fazla tarih dışıyken, ikinci durumda olanlar, fazla erken doğmuş gibidirler.
Türkiye’de sağ-sol tartışmalarında metafizik bir katkı da olmuştur hep. Sağ ve sol yer mi değiştirmişti Türkiye’de?
Taşraya, İslamcılığa, şeriata, malum sosyolojik jargonla “çevreye”, “solculuk”, kentlere, sanayiye, bürokrasiye, elitlere, malum sosyolojik “merkeze” “sağcılık” atfetmek, sanıyorum solculuk bilincinin zayıflığının yanısıra, sağcıların sağcı olarak damgalanmaktan rahatsız olmalarının da bir sonucudur.
Herhalde bir tek Türkiye’de vardır, sağcının “esas solcu biziz” demesi. İdris Küçükömer, bence Sağın Sol karşısında yaşadığı “komplekse” tercüman oluyordu. Sol’u sağ ile yer değiştirmek, belli ki, solun bir hegemonya kurmuş olduğunun da göstergesiydi. Zaten Türkiye’de hala Kemalizm deyince sağcının da solcunun da aklına bir tür “sol” gelmektedir. Nedeni gayet açık: Kemalizm, daha başında itibaren, Sovyet Devrimi’nin etkisindeydi, her ne kadar bu devrimden korksa ve kendini bu devrimden uzak tutmak için epey çabalasa da.
Türkiye solu’nun zamanında sol olan Kemalizm’le ilişkisini kesememesi, bu bir tezdir, aslında Kemalizm’in Sovyet Devrimi ile ilişkisine benzemektedir. Kemalizm, fazla sola kaymanın, köylü ve müslüman, Rus korkusunu tarihsel olarak yaşamış Türkiye’de iktidardan düşmek anlamına geleceğini biliyordu. Türkiye sosyalist solu da, daha sonra, 1960’larda yeniden yükselirken, hem Kemalist, hem sosyalist olmak zorundaydı. Bu hem Mehmet Ali Aybar için böyleydi, hem de ona sonra bayrak açan Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar için. Kemalistler daha ileri bir devrimcilik yapamadıkları için, on yıllar sonra, sosyalistler de daha ileri sosyalist bir devrimcilik yapamıyorlardı.
Erbakan’ın başbakan olması, 1996, daha öncesi olmakla birlikte, Türkiye sosyalistlerini “Kemalizmin gerisine düşmemek” stratejisine sürüklemiştir. Malum, bu tezin formülü Yalçın Küçük’te en billur halini buldu. Daha ileriye gitmek olanaklı değildi, en azından, Kemalizmin gerisine düşülmemeliydi. 2013 AKP hükümeti dönemiyle birlikte, bu tez, sosyalist ilericiliğin, minimumu haline gelmişti.
Oysa, Türkiye İşçi Partisi ile birlikte, sosyalist ilericilik, solculuk, devrimcilik, “sosyalist devrim tezini” geliştirmekteydi. Genç Türk Devrimi, Kemalist Devrim, 27 Mayıs Devrimi ile çıkabileceği en yüksek seviyeye çıkmış, burjuva devrimi, tamamlanmıştı. Zaten daha sonrasında, “sosyalist devrim” peşinde koşuluyordu.
Barrington Moore, ünlü karşılaştırmalı tarih kitabında (Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, 1966) ABD’de, 1865 İç Savaşı ile birlikte, Amerikan Devrimi’nin tamamlandığını, çünkü bu devrimden sonra sadece “sosyalizmin” olanaklı olduğunu, bu nedenle de, faşizmin gündeme gelebileceğini söyler. Aynen bizim 27 Mayıs 1960 sonrası durumdur bu. Söyleme gerek yok, daha ileri gitmek isteyenler, işçi sınıfı ve sosyalistlerdir, faşizmle karşı karşıya kalmışlardır.
İlerici’yi söylerken, “gerici”yi de söylemiş oluruz. Sol ve sağı da. İleri derken de, devrim kastediliyor her zaman.
Şimdi bir ara modası geçmiş, bilim dışı diye düşüncesizce bir taraf atılan, elbette geliştirilmeye muhtaç, tarihin “beşli gelişim şemasını” anımsayalım: Köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve komünist toplum. Toplum ya da “üretim tarzı”... Feodal deme, Asya Tipi, de. Farketmez. Kastedilen, ilerlemedir, ilericilerdir, modern dönemin sıfatıyla, solcular ve solculuktur.
***
Esirleri öldürmeyelim, köle yapalım diyenler; sonra köleleri sadece toprağa bağlayalım diyenler; sonra bu emekçiler istedikleri yere göçetsin, istedikleri işte çalışsın diyen kapitalistler, liberaller; ve sonra da, bu işçilerin “artı-değerine” el konulup, “kar”, “faiz”, “rant” yapılıyor diyen sosyalistler, ilericidir, solcudur, devrimcidir.
Şimdi kimlerin solcu olduğu, gayet açıktır. Tarihsel, ideolojik, teorik, sınıfsal içerikle dolu, bir sıfattır, konumdur. Günlük siyasi tartışmalarla pek tespit edilemez.