Yerelden küreye, bireyden topluma, ya da tam tersi, geçiş yapmak yeni ve özel kuramsal araçlar gerektirir.
Bilinen ve kabul edilen kuramsal araçlara göre örneğin bireyden devlete, sınıf kavramı aracılığıyla geçersiniz. Elbette Marksist iseniz. Bağlantı sınıf ilişkileri içinde gerçekleşen emek süreci yoluyla gerçekleşmektedir.
Yine yerelden küreye geçişi kuramsal düzeyde görmek istiyorsanız, en önemli seçenek “ulus-devlet” gibi görünecektir. Ancak, Marksistseniz, esas bağlantının bu devlet yoluyla değil, yukarıda belirttiğimiz birey-toplum ilişkisinde olduğu gibi, yine sınıf ve piyasa aracılığıyla geçtiğini anlarsınız.
Hem ilk birey-toplum, hem de ikinci yerel-küre bağlantısında esas geçiş “sermaye ilişkileri” içinde ve bu ilişkiler içinde bulunduğunuz konuma göre gerçekleşir. Yerel düzeyde ve küresel düzeyde sermayenin üretimi. İşçi olarak yaşıyorsanız, kendi bireysel durumunuz budur ve topluma da öyle bağlanırsınız. Yerelden (ülke demek burada) küreye bağlantınız da, ülkenizin küresel kapitalist sistem içinde edindiği yere göre gerçekleşir. Tarımsal ürün ihraç eden bir ülke misiniz? Ya da borçlanarak kalkınmaya çalışan bir ülke mi? Ya da tüm dünyaya kredi veren bir ülke misiniz? Yanıta göre küreye nasıl bağlandığınızı da görürsünüz. Burada küresel düzeyde gerçekleşen sermaye üretiminin neresinde ne kadar yer aldığımızdan bahsediyoruz.
Tüm bu bağlantı ve geçişlerde “devlete” az vurgu yaptığımız dikkatlerden kaçmamıştır. Çünkü, devlet, zorunlu olarak “finanse” edilen bir yapılar bütünüdür. İster ekonominin uzantısı, ister onun bir yansıması, istersek de ekonominin içinde bir kurumsallık olarak görelim. Yapılar arasında öncelik ve kademelenme ilişkisi zorunlu olarak hep vardır ve esas güç ve devingenlik ekonomik alandadır. Ancak ekonomi sadece ne "üretim" ne de sadece “piyasa” demektir ve her zaman bir “politik ekonomik” alan olarak üretim ve bölüşüm ilişkilerini kapsar. Üretimle birlikte bölüşüm alanıdır da. Devlet diğer "düzenleme" işlevlerinin yanında bölüşüm alanına “aktarma” amacıyla da girer. Ancak Marks Kapital’de, bölüşümün üretim süreci içinde belirlendiğini belirtir. Biri daha sonra ortaya çıkıyor değildir.
Yerel düzeyde devlet elbette zaten güçlü olanı korumak ve daha da desteklemekle görevlidir. Bunun yanında zamanla ve alt sınıfların baskı ve mücadelesiyle zayıf olanlara karşı bazı politik ve toplumsal sorumluluklar da yüklenmiştir. Küresel olana bağlantısında ise bir farklılık ortaya çıkar: Devletin bu bağlantıda görevi ve sorumluluğu sadece en güçlü olanların desteklenmesidir. Burada, kendi zayıflarına karşı sorumluluğu ortadan kalkar. Yerel düzeyde küçük esnafı bile düşünmek durumunda olan devlet, küresel düzeyde büyük holdingleri (yerli, yabancı ya da karma) ön plana çıkarmak durumundadır. Zaten onların varlığı ve aracılığıyla küresel politik ekonomiye dahil olmaktadır. Sermaye gücü ve bağlantıları zayıf bir devlet, temeli zayıf devlettir ve ancak hukuk düzeyinde kalan bir “egemenlik” sayesinde kürede kendine bir yer edinebilir.
Devlet egemendir ama ona egemen olan "egemen sınıf" olduğuna göre, diğer deyişle kendisi egemen sınıfın politik olarak örgütlenmiş biçimi, diğer deyişle "devlet haline gelmiş" hali olduğuna göre, egemenliği de ancak ona egemen olan sınıfın gücüyle ölçülebilir.
Tekrar edelim: Devlet, egemen politik güç haline gelmiş bir sermaye gücüdür. Küresel sistemin kademeli ilişkilerine ilk bakışta devletlerin görülmesinin nedeni de budur. Küresel ilişkilerde "esas oyuncu" onlardır ve onların ekonomik, askeri, diplomatik vs. güçleri vardır.
Marks’ın Kapital’de, bölüşümün üretim süreci içinde belirlendiği saptaması, küresel kademelenme içinde devletlerin bulunduğu yeri anlamak için de kullanılabilir. Yerelin küresele bağlanmasında sermaye gücünüze göre ancak bölüşüm ilişkisinde (devletin askeri, diplomatik ve politik gücü) kendinize yer bulursunuz.
Okuyucu bu açıklamalarda, çok büyük bir eksiklik olduğunu tahmin etmiştir. Eksiklik şudur: Hangi yerel, hangi küre, hangi birey, hangi toplum? Eksiklik genel olarak “coğrafya” ve özel olarak “göreli konum”dur. Bu konum sadece coğrafi konumdan değil (location); stratejik bir özellikten de kaynaklanabilir. Örneğin Türkiye ve İsrail’in, Panama’nın, Güney Kore’nin, Malaka’nın, Süveyş bölgesinin, İran Körfezi’nin ya da Keşmir’in konumları tipik örneklerdir.
Demek oluyor, sermaye dışında var olan ya da üretilen özel ve stratejik konumlar da sermaye kadar etkili ve belirleyicidir. Çünkü sermaye sadece üretilen değil, “artmak için dolaşan” ve sonunda da “gerçekleşmesi” gereken bir zenginliktir. Üretiminin, dolaşımının ve gerçekleşmesinin önünde doğal engel varsa bu bir yatırım konusudur ve aşılabilir. Politik engellerse askeri ya da diplomatik araçlarla ya da türlü türlü yaptırım ve zorlamalarla.
Sermaye ve devlet konusu bizzat sermayenin “üretim”, dolaşım ve gerçekleşme süreçlerinin zorunlu fizikselliği ve coğrafiliğini de dikkate almayı gerektirir. Örneğin Türkiye kendi sermayesinin yanında, küresel sermayenin genel üretim ve hareketi içinde kendine özel bir konum bulabilmiş bir ülkedir. Dünyada “köprü” olmayan neredeyse hiç bir ülke yoktur ve Türkiye’nin özel konumu da bu bolca bulunabilen “köprü” olma niteliğinden kaynaklanmaz. Konumu özel yapan, Rusya ve İran gibi iki ülkeye, bölgeye komşu olmanın yanında, Ortadoğu’nun kuzey parçası ve Güney Doğu Avrupa’nın bir ucu olmaktır.
Özel konumun yararları bol ve yaşamsal olmuştur. 19. yüzyılda büyük güçlerin Osmanlı’nın çöküşünü geciktirmeye çalışmaları ve Soğuk Savaş döneminde anti-komünizm için NATO’nun sağladığı güvenlik. Çoğunlukla bittiği kabul edilen Soğuk Savaş’ın sonrasında ise Türkiye, yine özel konumuyla ilişkili olarak “eksen kaymayı” bir kart olarak kullanabiliyor. Talibi hiç de az değildir. Elbette bölgesel bir güçtür de ve bölgesinde ilişki ve hareket alanı daha da artmıştır. Büyük güçlerle ilişkisinde ise konjonktürel bir serbestlik kazandığı görülüyor. Sermaye gücü zayıftır ama sermaye gibi kullandığı tarihsel ve coğrafi güçleri de vardır.
Yerelden küreye bağlantıyı sermaye kurar ve devlet sermayenin politik olarak örgütlenmiş egemen gücüdür, dedik. Devletin sermaye temeli zayıf olabilir ve bu nedenle küresel kademelenmede kendine geri bir konum edinir. Ancak, özel tarihsel ve coğrafi konum da sermaye gibi işlev görebilir. Bu konuma da coğrafi “rant” denebilir.
Tıpkı bireyin topluma bağlanmasında esas belirleyici olan emek süreci ve edinilen sınıfsal konuma onun "nerede" yaşadığı da eklenmeliyse, yerelin küreye bağlanmasında esas güç olan sermaye gücüne ve onun örgütlü politik gücü olan devlete de, coğrafyayı, var olan ya da edinilmiş özel ve stratejik konumu eklemek gerekir.
Bu yazıyı şu önerilerle bitirelim:
Türkiye sosyalist hareketi tarihsel düşünme yeteneğinin yanına coğrafi düşünme yeteneğini de eklemeli, bunun yanı sıra, devleti de (ulus-devleti) "sermayenin" coğrafi ve politik olarak örgütlenmiş "yerel" bir biçimi olarak görmeli.
Türkiye'den önce, şunu belirtmeliyiz: Marks'ın büyük yeteneği ve katkısı, toplumsal ilişkilerin sınıfsal içeriğini "kuramsal" ve "tarihsel" olarak görebilmesinde yatar. Bu sınıfsal içeriği politik olarak gören de en fazla Lenin oldu. Bu kuramsal, tarihsel ve politik görüş biçimlerine "coğrafi" düşünmeyi de katmalıyız.
En azından şu: Nerenin işçisi, nerenin sermayesi, nerenin devleti? Nereden nereye bağlanıyorlar?