Sistem-yapı-özne ve sosyalist politika V

Bu yazıda, sistemden, birikim rejimlerine oradan da yapılar alanına geçiş yaparken, coğrafya denilen ve çoğunlukla dışsal, sabit ve verili olarak anlaşılan olguyu kısmen ele alacağız.  Bu konuyu diğer yazılarımızda daha da açacağız.

Şunu sorarak başlayalım:

Hangi bölgedesiniz? Belli merkezlere yakın mısınız, uzak mı? Komşularınız kimler? Bunlar gelişmiş, sanayileşmiş ülkeler mi? Politik rejimleri liberal, halkçı ya da sosyal demokrasi mi? Modern öncesi rejimler de var mı? Bu ülkeler hala  “ulusal” soruna sahip mi? İç ve dış güvenlik sorunu yaşıyorlar mı? Bölünmekten korkuyorlar mı? Komşular komşularıyla dost mu, düşman mı? 

Tüm bunlara, ülkenin özel politik tarihini, sınıflar arası ilişkilerini, gelişmişlik derecesini de ekleyelim (ama burada açmayalım). 

Yanıtımız da biz ve bizim yakın, doğrudan (fiziksel) bölgemiz olsun. Ayrıca sosyalizm ve sosyalistler için de bazı gözlem ve tespitlerde bulunalım: 

Bu bölge ve ülkelerinde, yapılar, başta politik yapı, ekonomik yapıyla birlikte, hiç de tuhaf olmayan, yaşamsal, kronik sorunlar yaşayacaktır.

Çalışan sınıf sürekli baskılanacak, bundan kaynaklanan zorunlu iç güvenlik sorunu yanında, dış güçlere karşı da güvenlik sorunu yaşanacaktır ya da bu türden bir güvenlik ve tehdit algılaması olacaktır. Gelişme, ve her zaman tasarruf, birikim ve verimlilik sorunu vardır.

Elbette, sistemik olarak uluslararası-küresel emperyalist bağlantılar içinde yer alındığından bir de ve her zaman "bağımsızlık" sorunu yaşanacaktır.

Bu türden bölge ve ülkelerin, yapılarının, ekonomik ve politik, nasıl biçimleneceği anlaşılabilir hale gelmiş olmalı. Politik kurumlar demokratik anlamda "temsili" olamaz. O da biçimsel anlamda demokrasi iseler.

Devletin rıza almak yerine daha fazla zora başvurması kaçınılmazdır. Ama, meşruiyet bunalımı da her zaman vardır. Ucuz ve kapsayıcı kolay yollara başvurulması gerekir. Politik çözüm, aynı zamanda politik ideolojik alanda aranır. Hep bilinen çözümler, din, milliyetçilik ve "popülizm"dir.  

Üçü de genel olarak ve her türden "sol" seçeneğin önünü keser. 

Sol ise, hem bir kendini uyarlama hem de bir strateji olarak, bu üç politik ideolojik ögeye karşı sırasıyla şu seçenekleri geliştirir, sunar: 

Dine karşı "laiklik"; 

Milliyetçiliğe karşı "ulusalcılık", "yurtseverlik",  "bağımsızlık", "anti-emperyalizm"; 

Popülizme karşıysa, bunun daha sol biçimi olan "halkçılık" ideolojisi gelişecektir . Elbette, sol-sosyalizm halkçılık ideolojisini sadece "popülizme" karşı değil, esas olarak işçi sınıfı ideolojik, politik ve örgütsel olarak zayıf olduğu için, bir "ara" , "geçici" ve "hazırlayıcı" strateji olarak da düşünür. 

Doğrusu sol'un seçenekleri çok fazla değilmiş gibidir. Sol, en bilinçli kesimleri için söylüyoruz, aslında tümüyle ve bütünüyle sosyalist seçeneği seçip öne süremez. Koşullar uygun değildir, doğru. Ama, sosyalist bilincin kendi gelişimiyle ilgili bir sorumuz da olmalıdır. Çünkü bilincin kendisi de bir koşuldur. 
***
Coğrafya dedik, komşulardan da bahsettik. Ülkeler komşularına benziyorlar. Tarihleri aynı ortamda ve karşılıklı biçimleniyor. Kimliklerini, baskın ya da güçlü ideolojilerini de birbirlerine karşı geliştiriyorlar.

Türkiye ve sosyalistler için yazalım: Rus Devrimi sosyalizme ilgiyi arttırdı; Sovyetler Birliği ve Soğuk Savaş ise, 1960, 1970'lerin özel küresel koşullarında sosyalizmin büyük ölçüde "hareket" olarak gelişmesine olanak tanıdı. Komşu büyük ve öldürücü bir tehditti.

Diğer komşular da Arap, Fars, Gürcü, Ermeni ya da Elen'di. Hepsi bir tür, düşmandı ya da ilişkiler mesafeliydi. Üstelik dilleri de farklıydı. Gelişmişlik dereceleri de, yönelimleri de.

Türkiye de zorunlu olarak pek fazla "milli" ve "yerli" kaldı. 

Eğer Avrupa kökenini düşünürsek, baştan itibaren "uluslararası" olan sosyalist düşünce ve eylem de bizde pek fazla "milli" ve "yerli" kaldı. Hatta geniş anlamda "ulusal" alana hapsolmak durumunda kalmakla kalmamış, hatta bizzat "ulusal" bile olmuştur. 

Türkiye, gelişmiş finans ya da sanayi merkezlerinden uzak olmanın yarattığı sorunlar yanında, bir de özel bir bölgenin içinde olmanın yarattığı oldukça "yerel" ve "milli" sorunlarla karşı karşıya kaldı.

Bizde liberal demokrasi gelişemedi, uluslararası yönelimli bir sosyalist ideoloji ve eylem de. 

Ama gelişmesi gerekir.

***

Sonuç olarak başa dönelim, sistem ve yapılar sorununa ve Türkiye için özetleyelim: Sistemik çerçevede gelişmiş merkezlerin içinde yer almadık. Yapılar düzeyinde de, pek fazla otoriter, "milli" , "ulusal" ve "yerel" biçimler geliştirdik.  

Sosyalistler de, yüzyılın başından beri, "otoriter" olmasa da, pek fazla "yerel" ve "milli" düzeyde kaldı. 

"Koşullar buydu, zaten böyle olması da gerekir, gerekirdi" gibi bir yanıt, sosyalizmi büyük ölçüde "iktidar mücadelesi" aşamasında düşünmek ve bu mücadeleyi  de "yerel-ulusal" düzeyinde anlamak demektir. 

Oysa sosyalizm için, bırakalım uzun vadeli toplumsal devrimi ve dönüşümü, mücadele alanı bile daha geniş bir zaman ve mekan ufkuna gerek duyuyor. Yukarıda yazdığımız gibi, bilincin kendisi de bir koşuldur . Bu bilinç de  "yerel" ve "milli" düzeyde kalmasa iyi olur. 

Oysa biz, bırakalım sosyalist dönüşümü, sosyalist mücadelenin kendisinin de sadece yerel-ulusal düzeyde başarılı olamayacağını düşünüyoruz. Hele de koşullar bu denli elverişsizse!