Başta İleri Portal olmak üzere, dünkü medya kanallarında Rusya Başbakanı Dmitry Medvedev’in bir demeci yer aldı. Medvedev, Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesinin 'savaş sebebi' olduğunu, ancak Rusya'nın simetrik yanıt vermediğini söyledi.
Simetrik yanıt? Yani Rus uçağının düşürülmesine simetri yapabilecek bir askeri cevap…
Acaba böyle bir şey yapılabilir miydi? Bu yanıt verilseydi, kapının nereye açılacağı veya bu yanıtın neden verilemeyeceği meselesinin ne anlama geldiğini anlamak için uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya herhalde gerek yoktur.
Yine de bu konu üzerinde bir defa daha düşünmek gerekir…
***
Rus uçağının düşürülmesinin, Rusya medyasında “Saaşkavili sendromu” diye anıldığını iyi biliyoruz. 2008'de, Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıyan Rusya’ya, kafa tutması için teşvik edilen Gürcü lider Saaşkavili’nin, bu teşviklere kanıp, sonra da kendi ülkesi ve halkını düşürdüğü durumlara, Rusların taktığı isimden bahsediyorum. Saaşkavili, o dönemde iki Rus uçağı düşürmüştür. Sonrasında da Rus’lar, Gürcistan’ın canına askeri açıdan okumuştur. Başına geleceği fark etmekte geciken Saaşkavili, durumu anladığında “yandım Allah imdat” çağrıları yapmaya başlamış; kendine gaz verenlerden bir hareket çıkmayınca da, “el aman” dileyip pes etmek zorunda kalmıştır. Yani bu hikâyede, önce Saaşkavili’nin sırtı kaşınmıştır. Bununla da sınırlı kalınmamış, Ruslarla savaşsın diye Pentagon uzmanlarınca Gürcü ordu birliklerinin eğitimi sağlanmıştır. Gürcistan yönetimi, Saaşkavili’nin aymazlığı ve tek adamlığına esir olmuştur. Saaşkavili ve Gürcü yönetimi siyasi manevraların ardındaki manipülatif teşvikçiler olarak ne NATO ülkelerini, ne de İsrail ve Yuşçenko Ukraynası’nı iyi seçememiştir. Rusya’nın da bu siyasi aymazlıktan vazife çıkarmak ve işgalcilikte tereddütsüz davranmak konusunda beceri göstermesi, Gürcistan’ın yakın tarihindeki acılı bir dram olmuştur.
Sendrom nitelemesi, işin birazda kronik doğasıyla ilgilidir. Osetya’nın, Kafkaslardaki coğrafi ve siyasi varlığı meselesi, Sovyetler döneminden kalan eski bir hikâyedir. Sovyetlerin 1990’larda dağılması ile de yeninden alevlenmiştir.
Osetya’nın, Sovyetlerce Gürcistan’a bağlanması denklemi, dağılma döneminde bozulunca, dananın kuyruğunun kopması gecikmiyor. Gürcistan, coğrafyanın kendine ait olduğunda direnirken, Rusya 90 lı yılların ortasında bir barış gücü denklemi ile bölge de Sovyetler sonrası hâkimiyetini tesis ediyor. Ne ki, 2008’e değin, kendi kendinin bağımsızlığını kendinden başka kabul edeni olmayan Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını, Ruslar ilk defa olarak tanıyınca ve bu tarih, aynı zamanda Saaşkavili’nin iktidara geldiği dönem de olunca, olup biten sonraki olaylar kısmının özeti de tıpkı yukarıdaki paragrafta yer aldığı üzere şekilleniyor. Tanınmaya temel oluşturan en önemli gerekçeye ise Kuzey ve Güney Osetya’nın birleşerek Rusya’ya katılma isteğinde olmaları büyük ölçüde neden oluyor. Yani işe çok taraflı karıştırıcılar ve çok taraflı siyasi çıkarlar bulaşıyor. Saaşkavili o cesaretle Rusların üzerine yürüyor ve ardından Gürcü halkı, savaşın yıkıntılarıyla dolu bir yalnızlık ve trajedi yaşıyor…
Es geçilmesin, 2008 savaşında Saaşkavili’nin en önemli destekçilerinin başında RTE hükümeti de bulunuyor. Böylece, Türkiye’nin bugün Gürcistan’da sahip olduğu siyasi ve ekonomik ayrıcalıkların temeli o dönemde atılmış oluyor…
***
Ruslar, “Saaşkavili sendromu” diyerek Türkiye, RTE ve Davutoğlu ile dalga geçiyorlar. Asıl hedef olarak da RTE’yi küçük düşürmeye çabalıyorlar. Güney Osetya savaşı sırasında devlet başkanı olan Medvedev, bugün başbakan olarak işte bu nedenle konuşuyor.
Uçağın düşürülmesi işini “savaş nedeni” saydıklarını ilan ediyor ve fakat simetrik cevap vermediklerini, şimdilik bunu düşünmediklerini söylüyor. Başka şeyler de söylüyor ve sözel olmasa da eninde sonunda Türkiye’ye diz çöktüreceklerini basbayağı ima ediyor…
Diz çöktürme olur mu olmaz mı? Olursa, nasıl olur? İşlerin bu faslı şimdiden çok kestirilemiyor Ancak karşılıklı ekonomik sarsıntılar yaratacağı şimdiden kabul ediliyor. İşin kâbus sayılacak askeri faslının gerçekleşmesi halinde de, söz yok acının, ölümün, yokluğun bizim coğrafya ahalisi için çok hayret edilecek bir piyango olmayacağı da en su götürmez gerçek olarak önümüzde duruyor.
***
Simetrik yanıt işi hayli zordur. Zira Türkiye’nin elinde “Boğazlar” kozu bulunmaktadır. Montrö antlaşmasının hükümlerine göre Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkeler, belli tonilatoyu aşmamak (savaş gemilerinde on bin gros ton) ve sekiz gün öncesinden haber vermek koşuluyla, Türk Donanması refakatinde, savaş gemilerini Boğazlardan (İstanbul ve Çanakkale) geçirmekte serbesttir. Bunun yegâne istisnası, Türkiye’nin kendi egemenliğine tecavüz saydığı bir askeri durum olduğu takdirde, Montrö antlaşmasının amir hükümleri, Türkiye’ye Boğazları kapama ve mukabele etme yetkisini vermektedir.
Uçak düşürme olayından bu yana, Rus Donanması Karadeniz filosu gemileri güneye iniş (Ege ve Akdeniz’e çıkış); kuzeye dönüş (Rus limanlarına dönüş) geçişlerine devam etmektedir.
Karadeniz filosunun bayrak gemisi “Moskva” adında bir güdümlü füze kruvazörüdür. Filo envanterinde üç kruvazör, bir muhrip, iki firkateyn olmak üzere muharip sınıf gemiler bulunmaktadır. Bayrak gemisi halen faaldir. Boğaz geçişlerinde sürekli gözlemlenebilmektedir. Ancak diğer muharip gemilerin bazıları yaşlı ve halen seyir halinde mi, yoksa limanda ıskartaya çekilmiş olup olmadıkları bilinmemektedir. Yanı sıra filoda, altı büyük amfibi-çıkarma gemisi, iki denizaltı ve çok sayıda başka gemi bulunmaktadır. Rus uçağının düşürülmesinden bu yana Karadeniz’den güneye inen Korolev, Saratov, Tsezar Kunikov isimli üç büyük çıkarma gemisi ve son on beş gün içinde de güneyden Sivastopol’deki ana üsse dönen altı benzeri tipte gemi, Boğazlardan geçiş yapmıştır. Bu gemilerden Tsezar Kunikov 4 Aralık tarihinde Boğazlardan Akdeniz’e geçerken güvertesinde elinde roketatarlı bir gemiciyle gösteri yaparak seferini sürdürmüştür. Bu gösterinin bir diğer olası hedefi, 3 Aralıkta İstanbul’a demirleyen İspanyol, Portekiz ve Kanada bandrılarından oluşan NATO filosuna sembolik bir karşılık vermek olarak yorumlanabilir. Yoksa, elde roketatarlı bir askerle geçiş yapmanın, gösteri ötesinde hiçbir karşılığı yoktur. NATO filosunun gelişi ise programlı bir ziyaret olmayıp, NATO’nun Rusya’ya karşı bir bayrak gösterisidir. Aynı zamanda, Türkiye tamamen bizim kontrolümüzde demenin de NATO’casıdır. Hatta bu işte ipin ucu öylesine kaçmıştır ki, şimdiye değin sadece Amerikalıların tahakkümünde olan Adana-İncirlik üssü artık Alman, Fransız ve muhtemelen önümüzdeki günlerde İngiliz uçaklarının konuşlanmasına da açılmış olacaktır…
Boğazlar ekonomik, siyasi, askeri açıdan Rusya’nın simetrik bir askeri yanıt veremeyeceği düzeyde Rusya açısından önemlidir. Bütün hayati yolları ve Akdeniz’e çıkışı, Boğazlardan geçişe bağlıdır. Akdeniz, tarihte de olduğu üzere, Rusya’nın bölgesel hegemonik rol ve varlığının devam ettirebilmesi bakımından yaşamsaldır. Türkiye’nin Boğazları kapatma siyasi ve askeri kararına varabilecek her girişimi, mecazi olarak Rusya’nın ipe çekilmesini gerektirir ki, bu da karşılıklı savaş ilanıdır. İki ülkenin savaşa karar verir noktaya gelmesi ise sonraki adım olan III. Dünya Savaşıdır. Yani bölgede bütün siyasi aktörlerin işe karışması kaçınılmazdır.
Sonuçta Rus başbakan, uçak düşürülmesi işini savaş nedeni olarak bildirmekte ve fakat karşılık olarak yapamayacakları bir işi sanki lütfedip yapmadıkları bir büyüklük içinde kendileri tarafından ötelenmiş gibi göstermektedir.
Kuşkusuz RTE ve kurmayları doğrudan aktör olarak durumun böyle olduğunu içinden bilmekte ve Rusya açısından bir zafiyet olan bu durumdan da yaralanarak iç siyaset ve gelecek bekaları adına, hemen yeni bir hareket alanı yaratmak için faaliyet içine girmiş görünmektedir. Yani bu kez de, Irak içlerinde Barzani tarikli, yeni karıştırıcılık maceralarına soyunmuş bulunmaktadırlar. Türkiye ağır silah ve teçhizatla birlikte Musul’a dalmış konumdadır. Esasen Musul’da konuşlu bir askeri birlik daha önceki anlaşmalardan dolayı bulunmaktadır. Küçük olan bu birliği, şimdi tabur düzeyine çıkarma hamlesine ve böylece Türkiye’nin bu belalı coğrafyada kendi bölgesel varlığını devam ettirme çabasına, Kürtlerin Barzani bölüğü bağlanmıştır. Böylece RTE ve ekibi kendilerine nefes alacak yeni bir kapı aralama çabasındadır. Orta Doğu’da kimin eli, kimin cebindedir; pek bilinmez. Bu nedenledir ki daha önce Barzani’yle beraber, Türkiye’nin Musul’a konuşlanmasına he diyen diğer Kürt aşireti, yani Talabani taraftarları ve Irak Başbakanı, siyasi erkin elden gittiğini görünce şimdi buna bağırmaktadır.
Manzaraya bakıldığında hem iç ve hem de dış politikada sıkışan RTE-AKP ekibinin daha hangi maceralara kapı açma cesaretini gösterecekleri neredeyse Holivut işi bir film senaryosuna dönmüştür…
Türkiye neredeyse siyaseten serseri bir mayın gibi rüzgârın ve dalgaların değişen yönüne göre denizlerde salınıp durmaktadır.
Öyleyse buraya kadar anlatılanlara, artık bir nokta koyalım…
Durumu bu noktadan ve aradan böyle bir nebze tespit edebildiğimiz ya da edebileceğimize göre, biraz da nerede durmak ve ne yapmak gerektiğine bakmak durumundayız.
Her halde ahali olarak böyle maceraların boy aynasında olmak tercihimiz olmasa gerek. Öyleyse, hani temcit pilavı olacak ama Haziran direniş ruhunun diriltilmesinden başka yakın vadede elde başka bir reçete bulunmamaktadır.
Bir yandan da bu manzarayı değiştirecek başka bir hamle olmadığında, “Saaşkavili sendromuna” yuvarlanma riski en ağırıyla hep önümüzde bulunmaktadır. İşin özeti, kasise bir kez girilirse, bunun muhatabı sadece RTE ve ekibi değil, bütün bir millet olacaktır.
Öyleyse ?