Kavşak: 29 Ekim…
100. yıla giren Cumhuriyet, halen başlangıçtaki 29 Ekim kavşağındadır. Toplumsal kurtuluşa örgütlenecek bir siyasi öncülük tabanındaki halk sınıflarıyla beraber bu irade gerçekleştirebilir.
Yarın 29 Ekim’i kutluyoruz. Cumhuriyet dalyaya giriyor. Kurtuluş ve kuruluşun ilk dekatında yaşayanlar artık göçtü. Geriye onun son 70-75 yılında, hatta biraz daha fazlası bir tarihi içinde yaşayanlar için müthiş bir maraton anısı kaldı. Hep beraber koştuk, daha koşacağımızdan başka ve şimdi yepyeni bir kavşağa geldiğimizi görüyorum. Elbette artılar var. Eksiler hanesi de hayli yüklü. Bir tarih yaşarken, tarihi yeniden öğrenmek ve “bugünü mümkün kılan düne dairi” biraz soyut bir imbikten geçirmek, bu yazının konusu olmalıdır diyorum.
Tabii, “umut içimizde hep saklı bayrak ve/ kırmızı kırmızı, dalga dalgadır” demeyi de unutmuyorum…
KAVŞAK
Birden çok yolun kesişmesi kavşak yapar. Bu karayollarında böyledir ve çokça da çeşidi bulunur. Buradaki kavşak, bir bahsi diğer, yani toplumsal kavşakla ilgilidir.
Metaforik olarak, toplumu bir birey olarak düşünürsek, bu sözcüğü, aynı zamanda bir konum belirleyici nesne olarak da sayabiliriz. O zaman toplumsallık, onun öznesi haline gelir. Yani failin kendi için şey veya kendinde varlığını, bir bilinç düzeyi olarak kendi öznesine veya kendi için varlığına dönüştürebilmesi, toplumsallığa karşılık gelecektir.
Tıpkı sınıf ve sınıfsallığa benzer atamayı yapabileceğimiz gibi. Marks, Hegel’den “kendi için şey” kavramını ödünç alarak, işçi sınıfını tanımlamak için, yeni bir kavram seti oluşturur. Sınıf çıkarı ve bilincine erişememiş proletaryayı “kendi ya da kendinde sınıf” olarak nitelerken, sınıf bilinci ve çıkarı için mücadeleyi bir farkındalık olarak algılayan bölüğü de “kendi için sınıf” olarak tanımlar.
Bir vurgu daha olsun; tıpkı ileri ve ilerleme ‘gerinin karşıtı’ bir konum ya da nesne belirlenimi olarak sayılırsa, ilericilik, o ‘geri karşıtlığına’ duruş ve eylemliliğin bir bilinç öznesi olarak ortaya çıkışını niteler. Osmanlıca ifadesiyle, ‘terakki’nin, ilerleme’ ve ‘terakkiperverliğin de ilericiliğe’ karşılık gelmesi gibi.
Kurtuluş savaşı öncesinde, Osmanlı tarihsel bir ‘toplum’ örgüsü iken, bilinç olarak kendi farkındalığına ulaştığı toplumsallaşmasıyla bir irade koyuş kavşağına, ancak 29 Ekimlerle taçlanan Cumhuriyet ile gelebilmiştir.
O nedenle, 29 Ekim Türkiye coğrafyası için bir kavşaktır; yani toplumsal bir irade beyanıdır.
TEKRAR İLERİCİLİĞE DAİR…
Öncelikle bir gönderme yapmalıyım. Can Soyer’in bu portalda yazdığı son yazı, önemsenerek okunmalıdır derim.
Cumhuriyet, bu 29 Ekim’le beraber 99. yaşını tamamlıyor ve 100’e ayak basıyor. Ne önemli ki, bunu görebilme şansına eriştik.
Kavramsal olarak Cumhuriyete varış, sosyolojik olarak bir devrimci durum kavşağından geçmiştir.
Nedir o durum diye sorulacak olursa; yönetenlerin, yönetilenleri artık eskisi gibi yönetemediği ve yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemedikleri bir farkındalığa erişmesiyle, “o” değişim ve ilerleme için irade koydukları anı, devrimci durum diye tanımlayabiliriz.
O zaman, 29 Ekim, bir ‘devrimci durum’ geçişinin utkuya varan adıdır. Yani Cumhuriyettir.
Yani karakteri ilericilik ve devrimcilikle bitişen bir yeniden doğuştur.
Bunun böyle olduğu ya da Cumhuriyete giden yoldaki ilerici atılımın kendini tanımladığı bilinç düzeyi, 1 Aralık 1921 tarihli TBMM Zabıt Ceridesinde şöyle kayıtlıdır: “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı, tüm ulusça savaşımı gerek gören bir mesleği izleyen insanlarız.”
CUMHURİYET TARİHİNİN İNİŞLİ ÇIKIŞLI YOLLARI
Gerek Kurtuluş Savaşı ve gerekse sonraki dönemlerin tümü, egemen blok ile iktidar bloğu içindeki karşılıklı mücadelelerin tarihi olarak da belirginleşmektedir.
Başlangıçta, yani kurtuluş ve kuruluş dönemleri, esasen sınıfsal bir ittifaklar manzumesi resmi verir. Cumhuriyetin kurucu babalarının içinde bulunduğu taraf ile bu tarafla konjonktürel olarak ittifak eden kesimlerden bahsediyorum. Kolaylık ve anlaşılır olsun: İlk cenah ‘Cumhuriyetçiler’ diye anılırken, ikinci cenah yeninin içinde eskiyi yeniden var kılmayı son hedefi ve itikadı sayan ‘İtilafçılar’ içermekte idi.
Sınıfsal çeşitlilik olarak, diğer ara yüzlerin belkemiğini köylülük, feodal mütegallibe, bir asker-münevver taburu, cılız bir ticaret burjuvazisi ve yine cılız sayılacak bir işçi sınıfı, çekirdek komünist yapılar oluşturur vaziyette idi.
Yani egemen blok çok renkli bir sınıfsal spektrum içerirken, iktidar bloğu Cumhuriyetçiler ve İtilafçılar arasında adeta bölüşülmüş idi. Mücadele sadece cephedeki emperyalist işgalcilere karşı verilmedi. Mücadele TBMM tutanaklarında ve Nutuk içinde anlatılanlar dâhil içeride de devam etti.
Kısa yoldan ilerlersek, ‘Kurtuluş ve Kuruluşun’ başlangıç evreleri, çekirdeğinde Mustafa Kemal’in bulunduğu Cumhuriyetçi iktidar bloğunda kaldı. Sonrası 2. Dünya Savaşıdır. Türkiye bu dönemi savaşsız atlattı. Savaş sonrası yeni dünya düzeni kurulurken Türkiye’nin payına iki kutuplu bir düzende, onlardan birisini tercih etme şansından başka bir şey kalmadı. Bu geçiş, bir yandan Cumhuriyet Halk Fırkası içinde konuşlu itilafçıların çok partili hayata geçilmesi ile ayrışmasını sağladı ve 1950’lerden bu yana da ülkenin kaderi sağ ve itilafçılığa öykünen iktidar bloğunun elinde sürüp geliyor.
Cumhuriyetçilik saik olarak kamuculuk ve devletçiliği, laik bir toplum düzenini, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı bir sosyal düzeni ve sınıfsal yapısı müphem olan bir halkçılığı temsil ede gelmiştir. Metaforik olarak itilafçılık ise, eskiye olan özlem ve onun ikameciliğini elinden hiç bırakmadan, Cumhuriyetin tüm kuruluş değerleri ve fabrika ayarlarını, batı emperyalist kapitalizminin gölgesinde inşa faaliyetlerine devam etmektedir.
CUMHURİYET BİTTİ Mİ?
Cevap evetse, ya tası tarağı toplayıp, oynamıyorum diye gitmek gerekir ya da hayır denirse, Cumhuriyet yeni bir toplumsal kurtuluşla yeniden inşa edilir deyip, yola ve mücadeleye devam edilir.
Benim tercihim ve sözüm hayırdır.
Bu bir kişisel niyet beyanından çok, gerçek ve nesnel dayanaklara da sahiptir.
Son yirmi senelik macera düşünüldüğünde, iktidar, siyaseten iktidarda kalabilme becerisini gösterebilmiş olsa bile, toplumsal olarak iktidar olabilme eşiğinden halen uzaktır. Yani halen, toplumun yarı kesiminin Cumhuriyet değerlerine bağlılığı çözülememiştir.
Yani 100. yıla giren Cumhuriyet, halen başlangıçtaki 29 Ekim kavşağındadır. Toplumsal kurtuluşa örgütlenecek bir siyasi öncülük tabanındaki halk sınıflarıyla beraber bu irade gerçekleştirebilir.
Sonrası 29 Ekim gerçek yerine bu kurtuluşla bir daha oturur.