İleride tarih 21. asrın başlarında insan öldürmenin seyirlik bir özellik kazanarak kitleselleştiğini yazacak. Yeni olan, cinayetin “seyirlik” olması değil, kitleselleşmesidir. İnsan uygarlığının oluşumundan bu yana devletlerin işledikleri cinayetler seyirlik (spectacular) özellikler taşımıştır. Suçluları, herkes görsün ve ibret alsın diye meydanlarda, dört yol ağızlarında idam etmişlerdir.
1950’li yılların sonunda bir taşra şehrinde babamın evde unuttuğu evrak çantası elimde çarşının içinden koşarak geçmiş, “vilayet meydanı”na çıktığımda kendimi bambaşka bir dünyada bulmuştum. Tüfekleri süngülü askerlerle çevrili meydanın orta yerinde bir adam darağacında boynu bükük hareketsiz duruyordu. Yağmurlu, ıslak bir gündü. İnsanlar sessiz bir saygıyla seyrediyorlardı. Gördüğüm manzarayı derhal unutmuş, kimseye anlatmamış, bir daha da hatırlamak istememiştim.
Ceza ne kadar dehşet verici ve seyirlik olursa, yarattığı etkinin o kadar kalıcı olduğuna inanılmıştır. Mesela 1283’te “vatana ihanet”le suçlanan Galler Prensi David, infaz yerine sürüklenerek getirilmiş, ölmeyecek şekilde asılmış, henüz canlıyken çıkarılan bağırsakları kurbanın gözü önünde yakılmış, daha sonra kafası gövdesinden ayrılıp vücudu dört parçaya bölünmüştür.
Seyirlik cinayetin I. Körfez Savaşı’yla birlikte, iletişim teknolojisi sayesinde yeni bir evreye ulaşarak muazzam bir kitlesellik kazandığı, milyonlarca insanın evine, oturma odasına kadar ulaştığı görüldü. İnsanlar önce ağır bombardıman uçaklarının, denizden ve havadan fırlatılan güdümlü füzelerin Kabil ve Bağdat gibi tarihi kentleri nasıl yakıp yıktığını; ikiz kulelerin alevler içinde nasıl çöktüğünü seyrettiler. Fakat bu gösterilerde seyirciye tek bir damla kan ya da ceset gösterilmedi. Gösterilen sadece güçtü. Teknolojinin efendileri ne kadar güçlü ve yıkıcı olduklarını; karşı taraf ise ne kadar sabırlı, intikamcı ve kurnaz olduğunu kanıtlama peşindeydi.
Bu süreci, şiddet içeren bilgisayar oyunları piyasasında yaşanan muazzam bir patlama izledi. Milyonlarca bilgisayar oyunu çocukların odalarına girdi, sanal alemde şiddet görülmemiş boyutlarda arttı. Oyunlar, oyuncularda kahraman olma duygusu yaratacak şekilde tasarlanmıştı; çocuklara ve gençlere sanal alemde bol miktarda kan ve ceset görme, sınırsız öldürme imkânı bahşedildi. Kapitalizm “seyirlik cinayet” pazarlıyor, firmaların kâr grafiği sürekli yükseliyordu. Peter Pan, Sinbad, Jules Verne, Küçük Prens, Şeker Portakalı batılı çocukları kesmiyordu artık ve ekranlardan kan damlıyordu.
Yirmi dört yaşındaki İngiliz yurttaşı “rap”çi ve “hip hop”çu John’un bu çocuklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Asıl adı Abdül Macid-Abdül Bary olan “Cihatçı John”, Guantanamo’da Amerikalıların Ortadoğulu İslamcılara giydirdiği turuncu tunik içindeki kurbanlarını önünde diz çöktürüyor ve kafalarını kesmeden önce “Hey, you Obama…” diye başlayan “rap” tarzında bir söylev çekiyordu. Bunun karşısına, Amerikan askerlerinin Ebu Garib Cezaevinde orta sınıftan şerefli Arap aile reislerine yaptıkları cinsel işkenceleri koymak bizi başka yerlere götürür. İkisinin de aynı mantığın ürünü, aynı kültürün parçası olduğunu ve birbirini kışkırttığını söylemekle yetinelim.
Bunun burada kalmayacağı, şiddetin ve görselliğin tıpkı sanal alemdeki gibi sınırsız bir gelişme göstereceği belliydi. Nitekim bir süre sonra bir şiddet ayini gibi tasarlanmış toplu kafa kesme görüntüleri milyonlarca insanın evine girmeye başladı. Cellatların arasında kapitalizmin kâr hırsıyla sanal alemde şiddete alıştırdığı batılı gençlerin de olduğunu öğrendik.
Bu sürecin zirvesi Ürdünlü pilotun yakılma görüntüleridir. Öncelikle şunu saptamak gerekir ki Kubrick ya da Spielberg bile böyle bir sahneyi her bir ayrıntıyı seyircinin gözüne sokan, her bir sekansı tematik bir mesaj olarak düzenlemeyi başaran, böylesine kusursuz bir görsellikle çekemezdi. Burada seyirciye çok güçlü bir takdir-i ilahi (providence) mesajı verilmektedir. Filmde sanal şiddet oyunlarının, kamera kullanım tekniklerinin bütün imkânları kullanılıyor. Senaryonun gücü Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’i bile kıskandıracak düzeyde. Önce Arap halklarını bombalayan uçaklar, bunların taşıdığı bombaların özellikleri grafiklerle anlatılıyor; sonra hava saldırılarının siviller üzerinde yarattığı tahribat, yıkılmış evler, yanmış cesetler gösteriliyor. Nihayet turuncu tunik giymiş pilot, hava saldırılarının ayrıntılarını veriyor; uçuş güzergâhlarını, lojistik üslerini itiraf ediyor. Son karede pilot saldırıda yıkılmış evlerin arasından geçerek, yakılmayı bekleyeceği kafese alınıyor ve en sonunda alevler içindeki kafes molozlarla, hava saldırısından arta kalmış beton parçalarıyla örtülüyor.
Bu sürecin devam edeceği, kuralsız şiddetin bütün dünyayı esir alacağı kesindir. Emperyalist kapitalizmin hâkimiyet ve kâr hırsı durdurulmadığı taktirde, bu şiddet sarmalından kurtulma olasılığı ve insanlığın geleceği yoktur.
Bugüne kadar oluşmuş bütün evrensel insani değerler, geçmiş yüzyılların bütün kültürel mirası ağır bir tehdit altında bulunmaktadır. İnsanlık sosyalizmden uzaklaştıkça barbarlığa yaklaşmaktadır.