Seçimler, sağ-sol, bir de Hegel'in kölesi!

Avrupa'da yapabilirsiniz. Hem sosyal demokratlar, hem sosyalistler hem de komünist partiler seçime girer ve ciddi oranda oy alabilirler.

Türkiye'de sanıldığının aksine, solcu da, sosyalist de boldur. Emme basma tulumba gibi okuyup yazıp konuşanlar şu cahil sözü sık sık tekrarlıyor: Türkiye'nin yüzde altmışı sağ, geri kalanı sol! Hadi canım sen de! Neymiş, zamanında Ecevit yüzde kırkları geçmişmiş. Şimdi de İnce yüzde otuz almışmış, solun oranları da işte böyleymiş. Daha fazlası olursa, olabilirmiş, rekor kırılırmış...

Artık bıkkınlık verdi ve yeni bir seçimin analizini bilmem kaç bin kişiden sonra yapmak istemiyoruz.

Avrupa'da sağ-sol ayrımı Fransız Devrimi'nden sonra kullanılmaya başlamıştır. Ancak, 19.yüzyılda sosyalist ve sonra komünist işçi sınıfı hareketi güçlenince, bu ayrımdan çok, sosyalistler, liberaller, muhafazakarlar arası mücadeleden bahsetmeye başladık. Marx'ın çalışmalarına bakan bir kişi, öyle sağ-sol üzerinden bir analiz yapılmadığı görür. Ayrım, sosyalistler, işçi sınıfı ve diğerleri arasındadır. Elbette, ulusalcılar, demokratlar, sosyal demokratlar da o zamanlar ortaya çıkmıştı. Ancak bizim Marx, sağ-sol ayrımı gibi bir ayrımı kullanmaz. Aynı biçimde, Lenin'in solcular ve sağcılar diye yazdığını da okumadık.

Amerikan politika bilimi, gerçekten ayrı bir politika bilimi gibidir ve parti ve ideolojileri sınıflandırırken, malum sağ-sol yelpazesini kullanır. En sola anarşistleri, en sağa da faşistleri yerleştirir. Kendi sol'larında da bu gün Demokrat Parti'de temsil edilen liberalleri görürler. Avrupa içinse, yukarıda belirttiğimiz ve herkesçe bilinen ideoloji ve hareketleri yan yana koyarak yelpazeyi tamamlarlar.

Türkiye'de, Marx ve Lenin'in hiç kullanmadığı sağ-sol yelpazeli ayrıma ek olarak, başka tuhaf analizler de yapıldı. Sol'un aslında sağcı, sağ'ın da aslında sol olduğunu iddia edenlerimiz bulunuyor. Mantık çocukçadır: Yoksul köylü Müslüman halk solda olması gerekirken, hay Allah, sağ içinde yer almaktadır! Benzer çizgide bu gün, kıyılar sıkışan orta ve orta-üst sınıf solda, orta alt-sınıf orta Anadolu sağ'da diye analizler bolca yapılıyor. Bu gözlemlerle yola çıkmak bile, sağ-sol ayrımının bizi bir yerlere götürmeyeceğinin kanıtıdır.

Almaşık olarak şunu diyenleri düşünelim bir de: Modern laikler solda, öyle olmayanlar sağ'da! Niye, çünkü ilk grup CHP'ye oy veriyor! Peki, Türkiye'nin en geri Doğu ve Güney Doğu bölgesi neden solcu Kürt partisine oy veriyor öyleyse? Öyleyse, Amerikan kökenli modernleşme kuramlarını da bir tarafa bırakın! Ortada yelpaze yok, başka bir şey var.

Konuyla ilgili bir başka modaya daha bakalım: Değerler! Müslüman, milliyetçi, devletçi, düzen taraftarları olanlar sağa, eşitlik ve özgürlük tarafında politika yapanlar da sola oy veriyorlarmış!

Bildiğimiz kadarıyla Müslümanlık yaygın ve başat dini kimlik. Sağda da solda da aynı yoğunlukta. Milliyetçilik dersek, önemli bir kesim de ulusalcı ve Atatürkçü ama! Devlet dersek, esas devletçi, kamusal düzenlemelerden, kamu mülkiyetinden yana olanlar solcu değil mi ama?

Ancak şurası doğru: Düzeni değiştirmek isteyenler, eşitlik ve özgürlük talep edenler, soldadır. Yelpaze tarihsel gelişmelere göre bir anlam ifade edecekse ve sadece bir kabul olarak. Ama, bu kesime solcu değil de, sosyalist demek daha doğru değil midir? Yelpazenin ortasından sola doğru gidince, hemen sosyalizmden kopmuş sosyal-demokratlarla karşılaşmıyor muyuz zaten?

Düzeni değiştirmek istemeyenler, toplumsal eşitlik ve herkes için özgürlük derdi olmayanlar, açıkça, sağdadır. Daha doğru söylersek, bu kesimler, sosyalist olmayan bölümde bulunurlar. İşte analizimiz de ancak bu aşamadan sonra bilimsel olmaya başlar.

Türkiye'de yığınlar hala kendini sistemin, mevcut düzenin bir parçası olarak görür, bundan bir tür hoşnutluk, memnuniyet de duyarlar. Eşitlik talebi zayıftır. Talep edilen, diğerlerinin sahip olduklarına sahip olmaya çalışmaktır. Diğerleriyle eşit olmak, sadece bu anlama gelir.

Türkiye'de özgürlük talebi vardır, ama sadece aydın ve çoğu eğitimli olanlar, bir de devletin baskısına doğrudan maruz kalan, politik olarak ezilmiş kesim, halk ve kişiler için söz konusudur. Medyanın bir kısmı, Kürtler, sosyalist aydınlar ve öğrenciler!

Düzen dışına çıkmanın, eşitliğin, özgürlüğün, kitlesel bir politik ve ideolojik talep haline henüz gelmediğini düşünüyoruz. Geldiği dönem, 1965 sonrası ile 1980 öncesi arası dönemdir. Sanayileşme, kentleşme, uluslararası sosyalizmin varlığı, bu talepleri var etmiş ve yükseltmiştir. Ancak, topu topu on beş yıldan bahsediyoruz.

Hegel, bir kölenin efendi olmayı ve efendi olunca da köle sahibi olmayı düşlediğini söyler. Köle, köle sahibi bir efendi olmayı düşlüyor! Ama köleliği kaldırmayı değil!

Hegel'in gözlemi hem tarihsel bilgilere hem de diyalektik mantığa göre doğrudur. Köleler belli bir aşamada ancak isyan ederler, o kadar!

Elbette, işçi sınıfı, efendi-köle diyalektiğini aşan ilk sınıftır. İşçiler patron olmayı değil, tüm sınıf ilişkilerini kaldırmaya yönelik mücadele etmeyi düşünen ilk ezilen sınıftır. Bu aşamaya gelinmesinde 19. yüzyıl ve daha fazla olmak üzere 20. yüzyılın koşulları önemlidir. Yoğun ve kitlesel üretim-tüketim ve mekansal yoğunlaşma! Diğer koşulsa, işçi sınıfının rakiplerinin hala dönüşmüş de  olsa feodaller, eski rejim yanlıları, liberaller ve muhafazakarlar, sonra da otokrasi, emperyalizm ve kolonyal idarelerdir.

Türkiye'ye dönelim ve şu acı gözlemimizi paylaşalım: İşçi sınıfı her anlamda örgütsüzdür ve iş bulmaya, varsa işi işinde kalmaya ve tüketim fonunu arttırmaya çalışmaktan başka bir düşünceye henüz sahip değildir. Parçalanmıştır, dağılmıştır, üstelik bir de sanayi işçilerinin sahip olabileceği nesnel olanaklara da sahip değildir. İşçi sınıfımızın önemli bir kısmı artık “hizmetler” sektöründedir. Bu sektör, esnek, belirsiz ve örgütsüz bir istihdam yapısına sahiptir. Özellikle bu sektör için, hem iş yerleri, hem yerleşim yerleri, hem çalışma süreleri, sanayi işçilerine benzer bir yoğunlaşma, bilinç ve mücadele olanağı yaratmaz. Hizmet sektörüne sürekli girilir, sürekli çıkılır. İş, iş yeri, iş ilişkileri, sürekli değişir.

***

Düzen değişikliği, eşitlik ve özgürlük talebi ve nihayetinde de, sınıfsal ilişkilerin kaldırılması dedik:


Ancak, emekçi yığınların düzen değişikliğinden çok, düzene uyum sağlamak, ayakta kalmaya çalışmak birinci amacı olmuştur. Yoğunlaşmış sanayi işçilerinden çok, girişi ve çıkışı bol, düzensiz ve belirsiz hizmetler sektörünün hızla artan ağırlığı, geçmiş emek politikamızı neredeyse geçersiz kıldı.

Eşitlik mi? Kürtler'den başka eşitlik talebi olanlar kimler acaba? Ya da erkeklerle aynı iş piyasasına ve diğer örgütlere girmeye çalışan kadınlardan başka?

Özgürlük mü? Sol-küçük burjuvazinin bir talebinden daha fazlası mıdır?

Artık tekrar etmeyelim! Hele de Türkiye'de solun yüzdesine hiç bakmayalım! Türkiye'nin “liberal temsili demokrasisi”, Avrupa'da olduğu gibi, yükselen işçi sınıfının taleplerine göre ve bu talepleri dikkate alarak biçimlenmemiştir. Önce İttihat ve Terakki Partisi, sonra da CHP'nin iç dinamikleri sonucu gelişmiştir. Sonra da diğer küçük partiler kurularak sisteme “entegre” olmuşlardır. Bizim için en önemli deneyim TİP ise, ilk seçim başarısından  neredeyse dört yıl sonra engellenmiş, sonra da tasfiye edilmiştir.

Ne mi yapmayalım? Önce tekrardan uzak durmalı. Hele hele şu sonsuza dek sürecek seçimler konusu. Elbette en genel anlamıyla burjuva politikası, cumhurbaşkanlığı, meclis ve yerel yönetim seçimleri bizi her zaman ilgilendirir. Aday oluruz, başkalarını destekleyebiliriz, bir etki yaratmaya çalışabiliriz.

Ancak, yapmamız gereken, gerçek anlamıyla sosyalist politika yapmak, bunun için de, çalışan sınıfları her zaman birinci gündem maddemiz haline getirmektir.

Onlar sınıflar yokmuş gibi politika yapıp kendi sağ-sol yelpazeleri içinde oyları paylaşıyorlar. Ancak aldıkları oyların ezici kısmı hep aynı sınıftan, çalışarak ancak yaşayabilecek sınıflardan, en geniş anlamıyla işçi sınıfındandır. Çünkü bu sınıfın en yoksul parçası bile, yönünü, yüzünü onlara dönmüştür. 

Tümüyle bu gün için, Hegel'in gözlemini düşünelim ve ardından Marx'ın sosyalist kuramı yeni yeni kurmaya başladığı dönemde olduğumuzu varsayalım. Sonra elbette Lenin'in kuramını, politikasını...Sonra da hızla, sindirerek ve acımasız katkılar, düzeltmeler yaparak, tekrar bu güne dönelim.

Gündemimizin birinci sırasında Hegel'in kölesiyle Marx'ın işçi sınıfı olsun. Alt sıralarda elbette, Kalın da, İnce de, Soylu da, kimden kime oy kaydığı da, olmalıdır. Ama, fazla oy-alanmamak kaydıyla...